SAYFALAR

7 Mayıs 2015 Perşembe

ŞUNA BAKIN

Geçenlerde sadık dosttan bahsetmiştim. Brezilya da köpek hastalanan sahibini bırakmamış ambülansın peşinden hastahaneye kadar koşmuş, hatta ameliyathane önünde de iki saat sahibini beklemişti. Şimdi yanda ki resme de bir bakın. Bu resimde Türkiye den Adana da çekildi. Bir adamın belediye de işi var. Motor üzerinde kucağında bir köpekle ve başında kaskı ile geldi. Motoru park ettikten sonra kaskı motorun üzerinde, köpeği de yanında bırakarak kendisi belediyeye gitti. Köpek motorun ayaklığına oturdu ve hiç kimseye motora el sürdürmedi. El sürdürmeği bırak yanına yaklaşana havlaya havlaya bir hal oldu zavallı hayvan. Bazen tüylerini şişirerek aşağı inip yine havlaya havlaya öbür taraftan dönerek tekrar motora bindi. Yanına kimse yaklaşmayınca da sakin sakin oturarak sahibinin gelmesini dört gözle bekledi.

6 Mayıs 2015 Çarşamba

ALABALIK


Doğu Karadenizin tatlı suları, ırmak ve derelerinde değerli bir balık yaşar. Bu balığın adı alabalıktır. Alabalıklarında çok çeşitleri var. Bizim sularımızda yaşayan alabalık emsallerinden kırmızı benekleri ile ayrılırlar ve 'kırmızı pullu alabalık' diye bilinir. Onların üzerlerinde kırmızı pullar vardır. 

Çok soğuk ve akıntılı dağ sularında yaşayan şeytan gibi akıllı ve en kıymetli tatlı su balığıdır. En büyüğünün boyu 20 santimi pek geçmez. O yörelerde bir çok hastalığa bu balıktan ilaç yapılır. Ancak şimdi derelerimizde bu balıktan kaldığını pek sanmıyorum. Çünkü HES çalışmaları nedeniyle dere yataklarının doğal şekilleri değiştirilmiş bir çok yerlerine betonlar dökülmüş, çevreleri de yüksek duvarlarla çevrilmiş, doğanın şekli bile bozulmuş ve bu balık türü de yok olmuştur.

Hep merak ederdim bu balıklar çağlayanları filan geçip derelerin baş taraflarına, kaynağına nasıl giderler diye. Meğer kuyruğunu ağzına alır ve çok yükseklere atlar, bu sıçrama ile çağlayanları aşar ve akan suların ta doğduğu kaynağına kadar gidebilirlermiş. Bazan bu şekilde atladıkları zaman karaya düştükleri de olur, o tekrar kuyruğunu ağzına alır suyu bulana kadar uzak mesafelere atlamağa devam edermiş. İşte yanda ki resim de bunu doğrular niteliktedir. 

Gençliğimde ben de misina ve saçma atarak bu balıklardan çok yakalardım. İlk balık avcılığımı da hiç unutamam. Beş altı yaşlarında iken mezramız Okura ya o patika yollarda dere boyu yürüyerek gider gelirdik. Büyük bir gürültü ile akan dere suyunun içine bakar balıkları yoldan görürdüm ve 'Ah bir yakalayabilsem' diye de düşünürdüm.

Bir gün misina, olta gibi malzemeleri arkadaşım Mevlut'ten aldım. Mevlüt'un babası Pehlül Amca onun çok sayıda gece oltaları da vardı. Gece gider dereye olta atar sabahtan erkenden gidip oltaları toplardı ve çok sayıda kırmızı pullu alabalıklar yakalardı. Mevlüt’e bir kuş kandarası verdim ve babasından yürüttüğü bir kaç kanca ile üç dört metre misina bana vermişti. Ben de onlardan olta yapıp uzun bir çubuğun ucuna bağladım ve Mandermos ta gölün önünde ki bir taşın üstünde durup, elimdeki kancasına böcek takılmış misinayı suya atmış bekliyordum. Güya alabalık yakalayacaktım.

Dere fazla büyük değildi fakat çok hızlı akıyordu. Büyük adamlar bile dalıp karşıya geçemezlerdi. Ben de küçük olduğum için pek dalamaz, yol boyu ile akan suyun peşinden aşağı yukarı gider gelir suya kanca atar balık tutmağa çalışırdım.

Balıklar hiç gelip benim oltamda ki yeme saldırmıyorlardı. Ben yine yem değiştirip tekrar oltayı suya atıyor, yakalamak için hiç üşenmeden çaba sarf ediyor, saatlerce bekliyor fakat bir türlü yakalayamıyordum.

Üç dört gün uğraşmama rağmen hiç balık tutamamıştım. Ben öyle uğraşırken bir delikanlı elinde misina ve çubuğa dizili 20-25 tane alabalıkla geldi yanımdan yukarı geçti gitti. Bir şeyler sorduysam da o benimle hiç konuşmadı. Nerde ise hırsımdan deli olacaktım.

Bir gün oralarda ben yine dere kıyısında balık tutmak için uğraşırken, sığır otlatan Kadem Amca hiç kesmediği o kalın bıyıklarını eli ile kıvıra kıvıra yanıma geldi. Ben belinde çıplak asılı duran Makaralı Parabellüm tabancasını kendisine çaktırmadan göz ucu ile incelerken, o bana "Yegenum kaç gündür seni izleyurum. Hiç baluk tutmadan gideyursen. Baluk öyle tutulmaz ki ıskıı." dedi. Allah Allah hemen gözlerimi tabancasından ayırdım ve "Ya nasıl tutulur, Kadem Amca?" dedim. Alabaluk çok kurnazdur ıskıı. Seni veya gölgeni suda görürse senun oltana hiç yanaşmaz ve sen de hiç tutamazsun ki. Hemen kaçar gölü bile terk eder." dedi. Hakikaten öyle oluyordu, ben daha göle yaklaşırken balıklar hep kaçıyorlardı.

Kadem Amca kendisi bizim Köyün yukarı Mahallesinden ve Lazlardandır. Mandermos ta derenin kıyılarında arazileri var, oralarda bazen inek otlatır ben de görürdüm. O Lazca bildiği için konuşurken arada bir Lazca karıştırırdı. 'ISKII' de Lazca da pire demekmiş. Ağzı alışmış her cümlesinin sonunda konuştuğu adama 'skıı' derdi. Onun ağabeyisi Mustafa Amca kendisi asker iken hanımını kaçırdıkları için iki kişi öldürmüş, hapisteydi, onun için Kadem Amca silahsız hiç gezmezdi. Sonradan anladığıma göre bazan Barabellüm bazan da Webley Skot marka tabancalar taşırdı.

Elimde ki olta çubuğunu benden aldı. Ucunda ki kancayı yeniden bağladı ve suda taşın altında yakaladığı çok bacaklı, hızlı kaçan bir böceği taktı. Onu bütün dikkatimle izledikten sonra işin püf noktalarını anladım. Ben böceği de gelişi güzel takıyormuşum. Ona hiç bir şey demeden oradan ayrılıp daha yukarı kimse görmediği bir yere gittim. Onun anlattıklarını aynen uyguladım. Eğile eğile gölün yanına yaklaşarak taşın arkasına saklandım ve elimde ki uzun çubuğa bağlı oltayı bir kaç denemeden sonra sallayarak, ta gölün ortasına suyun içine attım. Arada da hafif hafif çekip oltayı kontrol ediyordum. Az zaman sonra olta suyun içinde gerilerek sağa sola gezinip dolaşmağa başladı. Çok heyecanlanmıştım. Bir çektim koskoca bir alabalık.

O gün üç tane tuttum. Ve ondan sonra artık balıkçı olmuştum. Her gün derelere gider kendi yiyeceğim kadar alabalık avlardım. Bazen denk gelirse Kadem Amcaya da verirdim. Suda taşların altında yaşayan ve akrebe benzeyen o böcekten biraz korkardım ama balık ona çok geldiği için yine de mecburen yakalar kancaya takardım. Köyde de bazıları ilaç yapmak için isterlerdi. Onlara da verirdim. İyileşmeyen çıbanlara bağlarlardı. Akşamdan sabaha çıbanın içini temizler iyileşmesini sağlardı. 
  





5 Mayıs 2015 Salı

DOĞU KARADENİZ İCATLARI VE ŞİFALI MEYVELERİ

Yıllar önce Doğu Karadeniz de yaşayan halkın elle imal ettiği ve kullandığı bazı malzemeler var. Bu malzemelerin bazıları unutulmuş bazılarının hala daha da kullanılmasına devam edilmektedir. Resimleri olanları tanıtmak için resimlerini bastım. Elimize geçtikçe yörede tanındığı isimlerle burada paylaşacağım. Ayrıca Doğu Karadenizde yetişen ve insana bir çok faydaları olan bazı meyveleri tanıtacağım. Belki de bu bölgenin insanları bu meyveleri yedikleri için o kadar çok akıllıdırlar. En sonda kimsenin aklına gelemeyecek bazı enteresan Rize'li uygulama ve icatları var. Karadenizli hemşerilerim memleketlerini özledikleri zaman, diğer sıradan vatandaşlar da öğrenmek istedikleri zaman bakıp görebilirler.
                                 Lütfen resimleri tıklayınız.
Çaruk: Kurutulmuş büyük baş hayvan derisinden kesilerek ve dikilerek elle yapılır. Genelde çaruk derler. Eski zamanlarda ayakkabı yerine ayaklarına giyerlerdi. Bunu daha çeşitli şekillerde süslü püslü ve üzerindeki tüyleri temizlenmeden dikenlerde olur. Fakir kişiler yenisini alamadıkları için yırtıldığı zaman yamalayıp tekrar giyerlerdi.
Ğedik: Yontulmuş ağaçlar eğilip bükülerek kopmaması için 'sultu' denen ağaç kabuğu ile sarılarak bağlanır. Kışın çok kar yağdığı zaman, kar batırmaması için ayağın alt kısmına üzerinde ki iplerle bağlanarak kar üzerinde batmadan yürünür.









Sandek: İki adettir. Biri alçak, diğeri yüksek. İkinci resimde sandeğin yardımcı aparatları da görülmektedir. Tahta şeklinde olan ile çorap örüldüğü zaman kalıba koyulur. Koyunun yünü (yapağı), keçinin kılları alındıktan sonra sandekle taranıp düzgün hale getirildikten sonra iğlerle iplik haline getirilir ve kazak çorap örülür.

İğ, İlik ve Liser: Koyunu kırkarak elde edilen yün ve keçiyi kırkarak elde edilen kılların iplik haline getirilmesi için her ikisi de kullanılır. Kışın iş güç azaldığı zamanlar, her Doğu Karadenizli kadınların elinde bulunur. Bunlarla yün eğirirler ve daha sonra da 'çiğili' denilen beş adet şişlerle çorap ve kazak örerler.

Çorap Örme: Tamamen doğal olarak yün koyundan kırkıldıktan sonra, sandeklerde taranır iğlerle iplik yapılıp, çiğili denen bu beş adet şişlerle örülür ve ayağa giyilir. Ayrıca kazak ve feste örülür.
Kıl veya Yün Çorabı: Keçi kılından elle örülür. Kışın karda giyilir. Romatizma ile ilgili bazı hastalıklarda faydalı olduğu kanıtlanmış.
Zangal: Keçi kılından elle örülerek yapılır. Ayaktan dize kadar uzun olur ve pantolon üstünden çizme gibi kışın çobanlar tarafından giyilir. Kar ve suyun geçmesini büyük ölçüde önler.

Zembil: Sultu denen kestane ağacının kabukları soyularak elle örülür. Boyuna asılarak yüksek ağaçlarda ki fındık, üzüm, elma, armut gibi her türlü meyve ve sebzelerin toplanmasında kullanılır.
Skemli: Ağaçtan elle yapılır ve üstü sarmaşık telleri ile örülür. Her yere kolayca taşınır ve üzerine oturulur. Çok çeşitleri vardır.
Çapuk, Ğençkel: Fındık çubuklarından soyularak ve yontularak yapılır. Ğençkel de denir. Genelde kadınlar el işi yaparken malzemelerini içine koyarlar ve kollarından asarak yün işler veya çorap örerler.
Tikina: Fındık çubukları yarılır ve yontulur elle örülerek yapılır. Arkada malzemeler taşımak için kullanılır. İki ip takılarak sırt çantası gibi arkaya alınır. Küçüklerine tikina, büyüklerine sepet denir. Bir de daha küçük elle taşınan 'üç bacaklı' dedikleri vardır.

Gudel: Fındık çubukları yontularak yapılır. Sepet veya tikinaya benzer. Ancak dalların arasından kolay geçmesi için alt tarafı sivridir ve ağaç topuz vardır. Ağaç üzerinde genellikle ezilen meyvelerin ezilmemesi için bununla toplanır.

Çaçel (Çönçi Sepeti): Fındık çubuklarından lalettain bağlanarak yapılır. Güz gelince dökülen yapraklar bir araya getirildikten sonra  (çonçi=gazel) taşımak için kullanılır.
Kaşuk: Özel aletleri ile şimşir ağacından yapılır. Çok sağlamdırlar. Yemeklerde kullanılır. Daha büyüklerine kepçe denir.
Elek: Çam veya kestane ağaçları tahtası çember haline getirilerek yapılır. İçi sarmaşıklar yontularak örülür ve genelde mısır unu elemelerinde kullanılır.
Dibek: Büyük kaya parçası oyularak yapılır. Eğri özel bir ağaç bulunarak arkada ki ağaç geçmeye takılıp yapılır. Kaldırıp düşürülür. Kurutulmuş mısır koçanından (kürkasından) ayrıştırılmak için kullanılır. Sabit yerinde duran çukur taş içine bu mısırlar doldurularak ayakla kaldırılıp indirilen eğri ağaç düzenek taşın çukuru içinde olan mısırları kürkasından ayırır.
Kara Saban: Bir çift öküz bağlanarak bahçe ve tarlaların ekin sürülmesinde kullanılır. Sabana bağlı olarak görülen boyunduruk öküzlerin başına takılır ve sabana takılarak sağ taraftaki koldan tutularak bahçe sürülür. Bir kişi de geriden tohum atarak öküz ve sürücüsünü takip eder. Sadece saban harıç her tarafı ağaçtan yapılır. Saban demir den yapılır ve sağ tarafta en alt uc kısmına takılır. Öküzler sabanı çekerken sabanda toprağı yararak gider ve toprağın yarılmasını tohumun içine girmesini sağlar.
Körse: Orak, bıçak, balta gibi iş aletlerinin biletilmesini sağlar. Genelde bir kişi biletir, bir kişi sapından su dökerek çevirir.
Cugal: Bakırdan yapılır. Kalaylanarak bakırı kapatılır ve zehirleme riski yok edilir. Daha ziyade sığır sağmalarında kullanılır. Ateşe konulmaz. Ateşe konulan daha büyükleri var onlara da kazan derler.
Kazan: Bakırdan yapılır. İç kısmı kalaylanır. Ateş işlerinde kullanılır.
Irmık: Bakırdan yapılır. Kalaylıdır, ateşte kullanılmaz el ayak yıkamalarında ve su içmek için kullanılır.
Gugum: Bakırdan yapılır. Su taşımak ve ateşte ısıtmak için kullanılır.
Pekmez Tavası: Bakırdan yapılır ve kalaysız olarak kullanılır. İçerisinde pekmez pişirilir. 25-30 litre su alır. Bir de buna benzer kocaman kazan vardır. Sadece pekmez zamanları kullanılırlar.
Şuşeli Lamba: İçine gaz ve fitil konarak üzerine de cam takılır ve geceleri aydınlatma da kullanılır.
Bardak:

Küp: Topraktan yapılır. Büyüklerine küp, küçüklerine bardak denir. İçerisine turşu, pekmez, ayran, sirke, kavurma gibi şeyler konur ve uzun süre özellikleri bozulmadan doğal olarak saklanır. Üzümsuyu doldurulup toprağa gömülür ve şarap ta bunun içinde yapılır. Ayrıca özel yapılan kapak ve liserli çubuğu ile çalkalanarak içinde ayran ve yağ da yapılır.
Pileki: Taş veya özel bir topraktan yapılır. Açık ateşte iyice ısıtıldıktan sonra içine mısır unundan yapılmaış hamur konduktan sonra üzeri sac veya kumar yaprağı ile kapatılarak üzerine köz konur ve mısır ekmeği pişene kadar beklenir. Sonra üstü açılarak yenir. Hamsili ekmek te aynı şekilde yapılır.
Agış: Açık ateş yakıldığı zaman koroğ denilen közleri karıştırmak ve pileki ile ekmek yapıldığı zaman pilakinin ateşten kaldırırken el yanmaması için kullanılır. Demirciler tarafından yapılır.

Oçilan: Uç tarafı çatal uzun fındık çubuğundan yapılır. Çatal kısmı birleştirilerek altına torba dikilir. Uzak dallarda ki armut, elma gibi meyveler bununla toplanır. Uzatılarak daldan koparılan meyve torbasına düşer ve çekilerek içinden alınır.
Dolma Ev: Genel de üç bölümden oluşur. En alt kısma ‘AHIR’ denir ve hayvanlar bağlanır. Zemin iyice sertleştirilmiş topraktan yapılmıştır. Üstüne eğrelti otu veya ağaç yaprakları serilir. Hayvanlar üstüne yatar ve sonra gübre olarak kullanılır. Evin içinden ahıra iniş vardır. Üstü İki bölümdür. ‘EV’ kısmı, ‘HAYAT (ĞAYAT) ve ODALAR’ kısmı. Dıştan görünüşü ağaçtan ve dere taşları özel kırılarak, alt kısmı, yanı ahır ise normal taşlardan kireç kullanarak duvarla yapılmıştır. İç kısım yine kireç ile sıva yapılmış ve boyanmıştır. Bir zamanların en kıymetli evlerinden olup sadece zenginler yaptırabilirlerdi. En dışta, girişte sağlam bir kapı ve hemen onun iç tarafında soğuk havalarda soğuğu kesmesi için yarım kapı şeklinde ‘PERDE’ dedikleri ikinci bir kapı bulunurdu. İçerde adam oldukça kapı genelde kapatılmaz, soğuklarda perde kapatılırdı. 

Evin iç kısmı tepilerek sertleştirilmiş topraktır. Bu toprak kısmın üst duvar dibine gelecek şekilde özel yontulmuş üç adet düz büyük taş yerleştirilmiştir. Bu taşlardan en baştakine yanı duvar tarafında olana ‘KERA’ denir. Kera yanlardaki taşlar ile bir sacayak oluşturur ve bu taşların arasında açık ateş yakılır. Ekmek filan pişirilirken ‘PİLEKİ’ bu taşlar üzerine yüzü koyu konularak ısıtılır. ‘AGIŞ’ ile ateşten geri alınarak kera üzerinde içinde hamur pişirilirdi. Ateşin üzerinde kazan filan asmak için ta tavandan yere kadar özel yapılmış uzun bir ucu iki tarafa kıvrılmış sğlam kalın zincir asılırdı. 

Sonraları zemin kısmı tahta döşeme yapıldı, açık ateş yerine de kuzine veya soba kullanılmağa başlandı. Zincir filan da kendiliğinden kalktı. Bu anlattığımız yer evin ilk girişi ve gelen komşular ev halkı ile birlikte burada otururlardı. Hayat ve Odalar ise evin aşağı bölümüdür. Evden bir kapı ile ayrılır. Salon da denen hayat ta da bir soba kuruludur fakat her zaman kullanılmaz. Ağır bir misafir geldiği zaman o misafır evin bu bölümünde ağırlanır. Yan taraflarda da yatak odaları bulunur. Genelde karyola değil de ‘MEMSUFA’ dedikleri, tahtadan yapılmış karyola şeklinde ki yerlerin üzerine yataklar serilirdi ve buralarda yatılırdı. Evin iç kısmında ki oda bölmeleri tahtalardan yapılmıştır.
Sehender: Nayla da denen bu yapı ustaları tarafından özel yapılır. Görüldüğü gibi yerden yüksekte dört direk ve direk başlarına geçirilen tekerleklerin üzerine kurulmuştur. Yapılmağa başlanması çok eskilere dayanır, yiyecek malzemelerin fare ve zararlı hayvanlardan korunması için saklandığı ambardır. Bir veya iki katlı olurlar. Hava sirkülasyonu sağlanması için tahtalar arasında açıklık bırakılmıştır. Dört tarafı da aralıklı tahtlarla çevrilmiştir. Bu yapılar hala daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Üzerine hiç bir zararlı hayvan çıkamaz. İnsanlar iskele ile çıkarlar. Görüldüğü gibi lazutlar(mısır) güneşe asılmış kuruyorlar. Resimde görülen iki kat olduğu gibi, tek kat olanları da vardır.
Mandre: Ağaçlardan ev şeklinde yapılır ve üzeri örtülür. Her Karadenizlinin arazilerinde mevcuttur. İçine ot doldurularak yağmurlardan korunur ve kışın hayvanlara yedirilir.
Koliva: Ekin tarlalarının kenarına yapılmış küçük kulübelerdir. İçinde geceleri sabaha beklenir, hatta gece uyanınca bağırır, çağırır haylama yaparak zararlı hayvanların kaçırtılması sağlanır. Genelde yerden 2-3 metre yüksekte, ortasında ateş yakılacak ve yatılacak yer olan, üstü harduma ile örtülerek yapılmış bir yerdir. Küçük bir iskele ile çıkılır. Ön tarafına serilen sık ağaçların üzerine toprak dökülür ve burada etrafı aydınlatmak için her gece sabaha kadar 'Pagara' denen büyük bir ateş yakılır. Karanlıkta etrafı dolaşmak için de ateşten yanan bir odun alınır, buna da 'Eksi veya çekli' denir ve onun ışığı ile giderek etrafa bakılır. Yanan ateşin yan tarafın da otlar üzerine serilmiş yatılacak bir yer bulunur.
Rize'linin yazlık evi. Kendisi de balkondan bakıyor. Me mutlu keyfine.
 Rize'linin seyyar evi

Bu bize Rize linin aklını yansıtıyor. O gördüğünüz resim halat köprü üzerinde 15 tonluk kamyonun resmidir. Yayalara ait halat köprüden yüklü kamyonu geçirmeğe çalışıyor. Eğer geçerse!
Hemşerimi görüyor musunuz? Güya arabaları geçirtmiyor. Davayı kazanmış ve yolu trafiğe kapatmış.
Çok sıcaklardan bunalan Çayelin li genç serinlemek için denizin altında çadır kurmuş.
Bu da Rize'nin göbeğinde serinlemek için 'Kamyon Havuz' yüzmek biliyorsan bedava.
Karayemiş: Dünyada sadece Doğukaradenizde yetişen ve ABD Bilim adamları tarafından vitamin deposu olduğu ve ilaç olduğu tespit edilen güz meyvesidir. Deli bal dedikleri, insanı komaya sokan tutucu bal bu meyvenin çiçeğinden olur.
Kokulu Üzüm: Sadece Doğukaradenizde kendiliğinden yetişen kokulu ve kabuklu üzümdür. İki cinsi vardır. Biri siyah, diğeri kırmızı renkte olur (adesa) ve ikisinin de çok hoş kokuları vardır. Rumlar o bölgelerde yaşadığı zamanlar bu üzümün şarabı insanları kötü sarhoş ettiği için üretimi yasaklanmış. Bazı hastalıklarda ilaç olarak kullanılır. Vitamin kaynağıdır.
Karadeniz Hurması: Çin, Japonya ve Doğukaradenizde yetişir. Cennet hurması olarak da bilinir. Dalında yenen ve saklanan olmak üzere iki cinsi vardır. Kışın dahi ağacında durur dayanıklı bir meyvedir. ABD ye Karadenizden götürüldü. Yapılan araştırmalarda lifleri ile kollestrolu sürükleyip götürdüğü tespit edildi ve ilaç sanayiinde kullanılıyor. Karadenizde de yerlerde çürüyüp gidiyor.
İncir: Patlıcan inciri olarak tanınır. Tamamen arı balı gibidir ve vitamin deposudur.
Muşmul: Asıl adı muşmuladır. Doğukaradenizde eskiden çok yetiştirilirdi. Bir de Ege Bölgesinde yetişir. Çok faydalı bir meyve olduğu, sinirleri yatıştırdığı, kanıtlanmıştır. Tamamen doğal olarak yetişir.
Kançğana: Ormanlık yerlerde kendiliğinden yetişir. Genelde yapraklarını hayvanlar yer.
Karakat: Kaçkar Dağlarında kendiliğinden yetişir. Yabanmersini olarak bilinir. Genelde ayılar yediği için 'Ayı otu' da denir. Az da olsa yakın zamanda üretimi yapılmaktadır. Aslında dağlarda ki doğal hali çok alçaktır. Özel olarak üretilenler bayağı ağaç şeklindedir. Resimler internetten