SAYFALAR

12 Mayıs 2015 Salı

SİZE 42

Temel; alış veriş merkezinde bir ayakkabıyı seçtikten sonra kasada ki bayana verir ve parasını ödemek için beklemeğe başlar. Kasiyer ayakkabıyı poşete koyarken;
Temel'e "200 tl" der.
Temel
- Ha bunlar 42 lira değul midur?
Kasada ki bayan,
-Hayır efendim. Bunlar orijinal deri. İndirimli fiyatı 200 liradır.
Temel sinirlenir ve
-Ama olur mu hiç? Düpedüz kanduriisunuz bizi. Baksana içinde 'Size 42' yazayi da.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

YANILMA

Çocukluğumda, 10-11 yaşlarımda iken bir yaz gecesi merze evimiz olan Okura'ya gidiyordum. Bu yer köyümüzden bir saat kadar uzakta ve o zamanlar dere içlerinden yürüyerek ince patika yollardan gidilen bir yerdi. Bazı yerlerde yüksekten düşen dere sularından kopan su zerrelerinin yüzüne çarpması insana ürperti ve hele gece vaktiyse büyük bir korku ve heyecan verirdi. Gecenin o vaktinde sadece rüzgar ve akan dere sularının haricinde hiç bir ses duyulmaz ara sıra Ağustos böceklerin yaygaraları duyulurdu. Aydınlık bir gece saat 00.30 sıralarında bu ince patika yollardan ilerliyerek kan ter içinde Mandermos olarak bilinen yere geldim. Çocuğum fakat içimde hiç korku yoktu. Zaten bizim ailede 'korkmak' çok ayıp sayılırdı. Benim korkmayışımın da ayrıca özel bir sebebi vardı. Çünkü belimde çok sevdiğim kısa namlu 1912 tarihli Alman malı Makaralı Parabellüm tabanca taşıyordum. Mandermos İrmağını geçtikten sonra biraz ilerde dereyi karşı tarafa geçmek için kalın zincirle yanda ki ağaçlara bağlanmış üzerinden bir kişinin yürüyebileceği bir ağaç köprü vardı. Tam o köprüyü bitirip karşıya geçmiştim ki, sağ tarafta 4-5 metre uzağımda dere içerisinde fotör şapkalı, sarıya çalan palto geymiş bir adam oturmuş bana bakıyordu. Allah Allah gece saat 01.00 e doğru orada kim olabilirdi. Biraz da macera aradığımdan hemen yanımda ki taşın arkasına yattım ve "Kimsin?" diye sordum. Ses vermediği gibi hiç te yerinden oynamadı. Bir kaç kez daha 'Kimsin? Ateş edeceğim' diye bağırdım. Yine ses vermedi. İki el ateş ettim. Attığım mermilerin sesi gecenin karanlığında dere sesine karışarak yankılanırken kayalara çarpan kurşunlar da kıvılcımlar çıkartarak her tarafı inlettikten sonra kayıp olup gitti. Sadece kulaklarım da bir çınlama sesi kalmıştı. Adam hala daha yerinde oturuyordu. Yolumun ordan sonrakı kısmı yokuş yukarıdır. Ben o yokuşları koşarak çıktım ve kan ter içinde evime gittim. Sabaha kadar hiç yatamadım. Sabah olup gün açarken doğruca oraya, o adamı gördüğüm yere geldim. Adamın biri kullanmak için dere kumundan biriket yapmış, kullandığı çimentolardan birinin torbasını kesilmiş dik duran bir ağacın üzerine geçirmiş. Gece çimento torbası sarı palto giymiş adama, üst tarafı yırtılarak aşağı sarkan torba kağıtının parçası da fotör şapkaya benzemiş. Ve dolayısıyla anladım ki beni korkutan çimento torbası imiş. İşin aslını öğrendikten sonra rahat bir nefes aldım ve geri evime gittim.         

8 Mayıs 2015 Cuma

YA EVİM

metroya asılan afiş
Metro ve Otobüslere ilan yapıştırmışlar. 'ARACIM GÜVENDE' Büyük şirketlerin, bankaların, siyasi partilerin, turistik yerlerin ve bir çok şeyin reklamını gördüm de polisin reklamını hiç görmemiştim. Bir şeyi reklam etmek karşı tarafı kandırarak yutturmaktır. 

Yine de reklam edilir vatandaş inceler beğenirse alır veya verir. Ee şimdi adam polisi reklam ediyor. Ben beğenmesem başkasını seçmek hakkım var mı? Doktor, öğretmen, avukat ithal edilecek dendi, acaba polis, askerde mi ithal edilecek te reklam ediliyor. Yoksa polis vatandaşa "Ben kendi derdime düştüm, seni koruyamam, sen kendi çarene bak mı" demek istiyor. 

'ARACIM GÜVENDE' başlığı altında bir kaç tavsiyede bulunmuşlar ve metrolara belediye otobüslerine asmışlar. Galiba aracını çaldırma demek istiyorlar. Ya evim güvende değil mi? Güvende, güvende, o da güvende. Hırsız kırsın, girsin, yemeyip biriktirdiğin neyin varsa alsın gitsin yine güvende. Öyle ya evini yiyecek, götürecek halı yok ya. 

Ben zaman zaman bahsederim on yıla yakın Ankara Hırsızlık ve Oto Hırsızlık Bürolarında çalıştım, bir yıl kadar da Hırsızlık Büro Amirliği yaptım. Az çok nasıl olduğunu bilirim fakat benim başıma gelenin nasıl olduğunu bir türlü anlayamadım. Eylül Ayında ben Rize de iken Ankara da ki evime hırsız girdi. Komşuların haber vermesi üzerine gece saat 01.00 de yola çıkarak apar topar yedi saatte Ankara'ya geldim. Polise haber verdik. Resmi ve sivil iki polis ekibi geldiler. Evde iyi bir inceleme yaptılar. Daha doğrusu kullandıkları kimyasallar ile evimi mahvettiler ve harcadıkları malzemelerle devlete de zarar verdiler. Ne için? Evime giren hırsızı tespit edip bulmak için. Bu kadar uğraş daha ne için olabilir? 

Vatandaşın huzur ve güvenli yaşamasını sağlamak için. Polisin görevi, hırsızın eve girmesini önlemek; olmadı girdi ise tespit edip yakalayarak, çalınan malları çıkartmak ve sahibine teslim etmek. Ne ise onlar yanı polisler hiç bir delil elde edemediler. Biraz da üzülmüş görünerek gittiler. Çünkü eski meslekdaşları yanı bana hiç yaranamamışlardı. Benim hırsız profesyonelmiş ve eldiven kullanmış. İş başa düştü. 

Çalınan antika altın çakmağımı ve Zelus marka altın saatımın Trabzon da bir antikacıda olduğunu tespit ettim ve her şeyi dört dörtlük delillendirerek yakalanması için internetten aldığım belgeleri ile polise giderek ikinci bir müracaatta bulundum. "O tamam hemen ekip çıkaracağız." dediler. Ben o günü ekip çıkacak sandım. Aradan altı ay geçti üç defa telefon açtım, bir defa da kendim gittim. "Yazı yazdık daha cevap alamadık." dediler ve hala daha haber yok. 

Şimdi çok merak ediyorum Sizler zarar görenin yanında ki polisler misiniz, yoksa suçlunun yanında ki polisler misiniz? Bir de madem suçluyu yakalamayacaktınız benim evimde boş yere niçin inceleme yapıp her yeri kanserojen maddelerle berbat ettiniz? Madem suçluyu yakalayacaktınız ben tespit ettim, siz niçin yakalamıyorsunuz? Sözde "Her şey güvende, her şey yolunda." Bu insanlarla dalga geçmektir. İnsanları kandırmaktır.