SAYFALAR

27 Temmuz 2021 Salı

VEDA BUSESİ

Veda busesi şarkısının sözleri iki aşıktan birinin diğerine yazdığı bir şiir olarak biliyordum. Bu doğru değil. Bunu böyle bilenlerde benim gibi yanlış biliyor aldanıyorlar. 

‘Bu kadar duygulu ve anlamlı şiir sevgiliye yazılmaz da kime yazılır?’ Diyeceksiniz. Çok haklısınız fakat bu şiir kesinlikle aşk için yazılmamış. Aslında yine aşk ta bu bambaşka bir aşk. Bir baba ile on yaşında ki kızının arasındaki aşk.

‘Veda busesi’ adlı şiir Orhan Seyfi Orhon'un kanserden ölen kızına yazdığı bir şiirdir. Aslında yazdığı değilde, bir babanın o ölüm anında dudaklarından dökülen terennümüdür. Bu ünlü şiirin öyküsü şöyle anlatılmaktadır;

Orhan Seyfi Orhon hasta kızının yanına gitmek için kapısını açarken biraz duraklar. Çünkü uyuyorsa onu uyandırmak istemez. Sessizce kapının kolunu aşağı indirir ve bugün daha iyi olması için dua ederek odasına girer. O bugün bütün işlerini iptal etmiş, akşama kadar yatakta yatan kanser hastası çaresiz kızının yanında oturmağı düşünür. Kızı yatağında boylu boyunca yatmış gözleri kapalı öyle dururken uykuda olup olmadığını kontrol etmek için usulca yatağın üstüne eğilerek dudaklarını kızının alnına koyar.

Kızı hastalığın etkisiyle çok perişan haldedir ve babası kızının bu haline çok üzülüyor, elinden de bir şey gelmiyor, kızının morali bozulmasın diye de üzüldüğünü hiç belli etmemeğe çalışır.

Uzun süre dudakları kızının alnında öylece dururlar. Kızı da uyanıktır ve hiç ses çıkarmaz eli ile babasının kolunu sıkıp durur.

Biraz sonra ayrılırlar. Odada ikisinden başka kimse yoktur. Babası yatağın yanında ki sandalyeye oturur ve kızını bu seferde uzaktan seyretmeğe başlar.

Aradan biraz zaman geçtikten sonra kız konuşmağa başlar;

"Babacığım, annemin öldüğü günü hatırlıyorum. Sen günlerce çok ağlamıştın. Şu son anlarımda senden bir şey istiyorum babacığım. Ben öldükten sonra hiç ağlamayacağına, gözlerinden bir damla yaş bile akmayacağına, bana söz ver. Anlaştık mı Babacığım?" Der.

Baba önce kızına, sonra tavana bakar ve ağlamaklı halini ona belli etmemeğe çalışarak başını hafifçe sallar ve güya ona söz verir.

Kızı gittikçe fenalaşır. Çok zor nefes alıp vermeğe başlar. Yattığı yerden doğrulup yatağa oturmak ister fakat başaramaz. Yan tarafa doğru gayri ihtiyarı yatar. Birkaç saniye içinde nefes alışverişleri sıklaşarak sonra da tamamen kesilir.

Babası Orhan Seyfi oturduğu yerden kalkar ve hıçkırıklar içinde ölen kızını kucaklar. Az evvel konuştuğu on yaşında ki kızı bir kuş gibi bir saniye içinde uçup gitmiş yok olmuştu. Kızının minik cesedini battaniye ile sararak kucağında bahçeye çıkarır.

Bahçede onu sandalyeye oturtup, kendisi de ayaklarının dibine yere çöker. Başını kızının kucağına koyar ve hıçkırıklarla ağlamağa başlar. İşte o an bu ölümsüz satırlar ağzından dökülür;

VEDA BUSESİ

Hani o bırakıp giderken seni,
Bu öksüz tavrını takmayacaktın.
Alnına koyarken veda buseni,
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın.

Hani ey gözlerim bu son vedada,
Yolunu kaybeden yolcunun dağda,
Birini çağırmak için imdada,
Yaktığı ateşi yakmayacaktın.

Gelse de en acı sözler dilime,
Uçacak sanırdım birkaç kelime,
Bir alev halinde düştün elime,
Hani ey gözyaşım akmayacaktın.

Orhan Seyfi Orhon

18 Temmuz 2021 Pazar

DELİNİN ALLAHA MEKTUBU

mektup ortada ki deliye ait
Elazığ Akıl Hastanesinde yatmakta olan Urfalı bir akıl hastasının 1965 yılında ölümünden az önce Allah'a yazdığı bu mektup bazı mesajlar taşımaktadır. Kendi kaleminden ilk yazdığı gibi alarak paylaşmak istedim. İşte sosyal medyada paylaşım rekorları kıran o mektup kendi kaleminden;

“Ben dünya kürresi, Türkiye karyesi ve Urfa Köyünden, El-Aziz (Elazığ ) Tımarhanesi sakinlerinden; İsmi önemsiz, cismi değersiz, çaresiz ve kimsesiz bir abdi acizin,

Ahir deminde misafiri Azrail’i beklerken,
Başhekimlik üzerinden Hâkimler Hakimi'nin
Dergahı Uluhiyetine son arzuhalimdir..!

Ben gam deryasında, fakirlik vatanında, horluk ve rezillik kaftanında Padişah yapılmışım..!
Meyvalardan dağdağana, çalgılardan ney-kemana kapılmışım…
Benim yatağım akasya dikeninden, yorganım kirpi derisinden farksızdır.
Kalbim Ayizman’ın (Hitlerin işkenceci Nazi Komutanı) fırını, ve sahranın çöl fırtınasıdır..!

Ruhum aşık-ı Hüda Mahbub peresttir, Lakin aklım kaderin cilvesi ve talihin sillesiyle gurestir (gelgittir)..!

Bana gelen derdü gamın kilosu beleştir.
Nerde bir güzel varsa bana karşı keleştir (yüz vermez, cesaretlidir), bütün yiğitlerde bana hep ters ve terestir.
Aylar geçti, tek temizliğim, gözyaşıyla ve kara toprakla aldığım teyemmüm abdesttir..!
Yani, içtiğimiz kezzap suyu, mezemiz ise ateştir..!

Ol Resuli zişan ve Sultanı dücihan:
“Cenabı Allah’ın insanları dünya, dünyayı ise insanlar için yarattığını;
Ruhları vücut için, vücutları ise ruhlar için yarattığını;
Erkekleri kadınlar; kadınları erkekler için yarattığını;
Cenneti mü’min kullar, mü’min kulları da cennet için yarattığını;
Cehennemi inkârcılar ve münafıklar, inkârcıları ve münafıkları da Cehennem için yarattığını” Hadisleriyle haber vermiştir..!

Peki acaba benim gibi meczup divaneleri ne maksatla halk etmiştir..? Bilen babayiğit, meydana çıkıp söylesin..!

Allah sana iman verdi sen tuğyan edersin; O in’am etti sen küfran (nankörlük) edersin; O ikram etti sen inkar edersin; O ihsan etti sen isyan edersin; Bir de kalkıp bana deli divane diye Bühtan edersin..!

Bu söylediklerimin hepsi ruhumun içinde cenk etmektedir..!

Eğer dilekçemin cevabı gelirse bu manevralar sona erecektir.

Şimdi adresimi arz ediyorum:
Kur’an’ı geldiği yere, yine Kur’an’ı getiren geri taşısın. madem ki ahkamı ve ahlakı kalmadı, Kur’an’ın kağıdı ve yazısı neye yarasın..! Taki Hz. Muhammed Mehdi (A.S) gelince yeniden okunup yaşansın..!

Ey zerrelerden kürrelere, yerlerden göklere, bütün alemlerin Rabbi..! Ey cemadi, nebati, hayvani, insani, ruhani ve nurani her şeyin ve herkesin yegane sahibi..!

Ey iman ve şuur ehli kalplerin en yüce habibi..! Ey dertli bedenlerin kederli gönüllerin, ve yaralı yüreklerin tabibi..!

Ben biçare kulun ki;
Garipler garibi, hüzünlerin esiri, zulümlerin muzdaribi, öksüz, yetim ve sahipsiz bir tımarhane delisi..!
Ama kutsi muhabbet ve hasretinin divanesi!…Herkesi ve her şeyimi elimden aldın, ama sana sığındım, aşkına sarıldım, yegane Sen kaldın!. Yurdumdan yuvamdan, evimden barkımdan ayırdın, gurbete ve hasrete saldın, ama onları ararken Sana ulaştım, sevdana daldım..! Böylece fani ve hayali görüntülerden kurtarıp hakiki tecelline mazhar kıldın..!

Yüceler yücesi Rabbim, Efendim..!
Hakk’tan saparak ve haddimi aşarak, haşa senden, burak bineği, Cebrail seyisi, Sidretül Münteha menzili, cümle mahlûkatın en şereflisi, Rahmanın en mükemmel tecelli ve temsilcisi..! Kainatın fahri ebedisi, Ahir zaman Nebisi ve Mehdisi, Levhi Mahfuzun (Kader projesinin)tercümanı ve tebliğcisi, efendiler efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem’in Mahbubiyetini mi istedim..! Hanif Dinin üstadı ve nice Nebilerin atası Hz. İbrahim’in haliliyetini, Hz. Süleyman’ın saltanat ve servetini Hz. Musa’nın Celadet ve cesaretini, Hz. İsa’nın ruhaniyetini mi istedim..? Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın yüksek fazilet ve kurbiyyetini, Hz. Ömerül Faruk’un dirayet ve teslimiyetini, Hz. Osman’ı Zinnureynin asalet ve sehavetini, Hz. Aliyyül Murtaza’nın ilim ve velayetini mi istedim..? Senden mülkü hâkimiyet, şanü şöhret, malü servet mi talep ettim..? Senden vücuduma sıhhat ve afiyet, aklıma ziya ve selamet, hayatıma huzur ve istikamet dilendimse, bunlar için de bin kere tevbe ettim..! Çünkü Şeriatın iptal, tarikatın ihmal, hakikatın ihlal ve mü’minlerin iğfal edildiği bir zillet ve rezalet döneminde, bana akıl ve mükellefiyet verseydin, bu sadece benim mesuliyet ve mahzuniyetimi ziyadeleştirecekti..!

Sultanım Efendim:
Ben Senden sadece seni istedim;
Pahası elbet böyle yüksektir ve tüm sevdiklerimi ve sahiplendiklerimi
uğruna feda etmektir..! Rabbim, elbet vardır hikmeti ki,b u kuluna böyle zillet ve zahmet çektirirsin..! Ben haşa itiraz değil, naz ederim ama, umarım Sen niyaz kabul edersin..! Aile efradımı, aklı izanımı alıp beni hicrana saldın..! Ama yine de şükür; ya akıllı kalıp ama hain ve hilekâr olaydım..! Ya varlıklı kalıp ama zalim ve sahtekâr olaydım… ya âlim ve saygın kalıp ama gafil ve riyakâr olaydım… ya arkalı etraflı kalıp ama azgın ve zulümkar olaydım… ya sağlıklı sefalı kalıp ama, sapıtmış, ahlaksız ve vicdansız olaydım!..

Derdü bela ki,
Sabredenlerin vesile-i miracıdır. Müminler kalbimin tacı, mücrimler rahmetin muhtacı, münkirler hikmetin icabı, sadık ve aşık ehli cehd adaletin ilacıdır..! Velakin bu münafık
hain ve zalimler ise çıban başıdır, akrep gibi sancıdır; şerefli insana, helali dışında bütün kadınlar kızlar ana-bacıdır..!

Ey Rabbim, Efendim..!
Malum-u aliniz ve zaten yüce takdirinizdir ki;
Ne özenli-bezekli elbiselerle gezdiğim bayramlarım oldu..! Ne onurlu ve huzurlu seyahatlerim ve seyranlarım oldu..! Ne etrafımda hizmet ve rağbet gösteren dostlarım ve hayranlarım oldu..!

Lezzet ne imiş, izzet ne imiş ve fazilet ne imiş tatmadım;
Ama şikâyet şekavettir; bütün bu fani ve fena nimetlerin asıl sahibi olan Padişahlar Padişahını buldum..!
Beni yoktan var ettin, iman ve hidayet buyurup varlığından haberdar ettin, ama aklımı alıp kulunu bi-karar ettin,

Sana sonsuz şükürler olsun..!
Şimdi son dileğim beni yanına al ve bir daha huzurundan ve sonsuz nurundan ayırma,
Ne olursun..!

Umarım bu dilekçeyi yazdım diye bana darılmazsın, çünkü; Zaten Zatından gayrıya yalvarıp yakarmanın ŞİRK olduğunu buyurdun..!

14 Temmuz 2021 Çarşamba

HACHİKO

1924 yılında Tokyo Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde görev yapan Japon Profesör Hidesaburo Ueno, küçük bir köpek yavrusu bulur. Profesör Ueno, köpeğin adını Japoncada ‘sekizinci’ anlamına gelen Hachiko koyar.

Safkan Akita cinsi beyaz bir erkek köpek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya kadar yürüyen sahibi Profesör Ueno’ya eşlik eder. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurlayıp metroya bindirdikten sonra da kendisi geri eve döner. Bu böyle bir buçuk iki yıl kadar sürer. Hachiko Profesörü sadece sabahları metroya kadar getirip yolcu eder. Akşamları metroda hiç buluşmazlar.

İki yıl sonra bir akşam üstü Profesör Ueno üniversiteden dönüşte, köpeği Hachiko'yu metronun çıkışında kendisini beklerken görür ve çok şaşırır. Köpek Profesörün ne zaman geleceğini tam olarak nasıl biliyordu? Bu akıllı köpek sahibinin eve dönüş saatini hesaplamış ve aynı yolu kullanacağını da düşünerek metronun önüne gelmiş sahibini bekliyordu.

Ondan sonra ki bir yıl boyunca, Hachiko her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam da iş çıkışında da metronun önünde karşılayarak birlikte evlerine geldiler. Hiç saatini şaşırmadı.

İki yıl daha geçmişti ki bir akşam metrodan Profesör Ueno çıkmadı. Köpeği Hachiko yine kendisini bekliyordu ve gözlerini metronun kapısından hiç ayırmadı. O gece boyunca sahibi Profesör Ueno’yu orada bekledi, yalnız evine gelmedi. Sahibi Ueno da gelmedi. Bir sonraki akşam yine aynı yerine geldi sahibini tekrar bekledi fakat profesör yine yoktu. Üçüncü akşam da metrodan yine çıkmadı. Üniversite'de kalp krizi geçirip ölmüştü Profesör Hidesaburo Ueno.

Köpeği Hachiko 'Sahibim metrodan gelecek' diye her akşam inatla orada bekler. Tam dokuz yıl boyunca her akşam Tokyo metrosunun Shibuya istasyonu'nun kapısına gider, her akşam bu metronun karşısında durup gözleri metronun kapısında sahibinin gelmesini bekler. On bir yaşındayken metronun kapısında sahibini beklerken ölür. (1935)

Tokyo'ya gidenlerin Shibuya istasyonunun kapısında karşılaştığı bronz köpek heykeli işte bu Profesör Uenu’nun köpeği Hachiko'nun heykelidir. Japonlar, sadakat ve insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra dokuz yıl boyunca sahibini beklediği yere Hachiko'nun heykelini dikmişler.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra da unutmadılar ve savaş sırasında tahrip olan heykelin yerine 1948'de yenisini yapmışlar. Köpeğin mezarını da çok sevdiği sahibinin yanına yapmışlar.

Bugün Shibuya istasyonu'nun o kapısı Hachiko çıkışı olarak bilinir ve Tokyo'nun en önemli buluşma merkezlerinden biridir.

Her yıl Hachiko'nun ölüm yıldönümü olan 8 Mart gününde birçok hayvan sever heykelin önünde buluşur ve çiçek bırakırlar.