SAYFALAR

27 Şubat 2022 Pazar

İNSANLAR İÇİN TAVSİYELER

1. Bol su için.
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde az yiyin.
3. Ağaçlarda yetişen meyveleri, sebzeleri daha çok, fabrikalarda üretilen beklemiş yiyecekleri daha az yiyin.
4. Hiç bir şeyi içinize atıp dert etmeyin.
5. Geçmişte neler yaptığınızı unutmadan, gelecek için plan yapın.
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun. Tefekkür edin.
7. Düzenli uyuyun.
8. Her gün en az 30 dakika yürüyüş yapın, ve gülümseyin!
9. Hayatınızı başkalarının hayatı ile karşılaştırmayın. Onların nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin.
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin.
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın. Ölümden korkmayın.
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak harcamayın.
14. Sû-i zandan kaçının.
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. 
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş bırakanlarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın.
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, hoşgörülü olun.
22. Ailenizi sık arayın ve yakınlarınızdan irtibatı kesmeyin.
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral.
24. Herkesi her şey için affedin.
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin.
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin.
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir.
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın.
30. Her şeyin iyiliğine inanın, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir.
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin.
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın.
33. En iyisine henüz sıra gelmedi.
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH’ a şükredin.
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin.
İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın. 
Alıntı.

21 Şubat 2022 Pazartesi

HATIRLANMAYAN TALİHSİZ ADAM

Mustafa Kemal Atatürk: "Karadeniz Havaları Bizim Milli havalarımızdır."

Trabzon'u henüz Ruslar işgal etmeden önce 1912 yılında Maçka’da dünyaya geldi. Çocukken o zor işgalci dönemleri geçirdi. Daha sonra her Maçkalı'nın yaptığı gibi İstanbul'a, gurbete çalışmaya gitti. Kendi başına kemençe çalmayı öğrendi. Ancak çaldığı kemençe diğer kemençelerden başka bir ses çıkarıyordu.

"Maçkalı bu büyük sanatçı iki büyük savaş gördü, gurbet gördü, sevda yaşadı. Bu büyük sanatçıyı dinlemeden kimse "Karadeniz türküsü dinledim." diyemez! Her bir türküsü Karadeniz'in millî marşı olmuştur. Bu muhteşem adam Karadeniz'in bütün sırlarını verir bize. Sanki tarih konuşur, dağlar konuşur. Bu Maçkalı sanatçı tek kelimeyle Zigana dağlarının sesidir!" diye yazmıştı Nihat Genç.

Trabzon kültürünün ses haritası olan bu değerini bilmediğimiz insanın bazı türkülerinden örnekler vereyim size:
*Ben seni sevdiğimi
*Dertliyim Kederliyim
*Asker ettiler beni
*Divane aşık gibi
*Menşure dedikleri
Tanıdınız mı? Çoğunuz tanımamışsınızdır! Neyse biz asıl hikayemize gelelim. Hamiyet Yüceses bir gün İstanbul'daki evinden çıkar ve cadde boyu yürümeye başlar. Bir yorgancı dükkanının önünden geçerken kemençe sesi duyar; ancak bu, şimdiye kadar duyduğu kemençe seslerine hiç benzememektedir. Bu seste ayrı bir hava ve gizem vardır. Dükkanın önünde durur ve bir süre dinler. Daha sonra kapıyı açarak içeri girer; bir gencin elindedir kemençe. Genç onu görünce çalmayı sonlandırır ve ayağa kalkar.
"Buyurun; ne bakmıştınız?" der.
"Sizi dinlemek için içeri girdim. Rica etsem biraz daha çalar mısınız?" der gence.
Genç bu istek üzerine iskemleye oturur ve çalmaya devam eder.
"Böyle çalmayı kimden öğrendiniz?"
"Kimseden öğrenmedim. Kemençe çalmayı kendi kendime öğrendim."
"Ama çok farklı çalıyorsun. Kemençeni radyoda çalmayı ister misin?"
"Tabii ki isterim; ama beni oraya alırlar mı?"
"Alırlar, alırlar!" deyip çantasından çıkardığı kağıda bir isim yazar ve ardından:
"Adını yazdığım bu beyefendiye git! O sana yardımcı olacaktır!" deyip dükkandan çıkar.
Gencin elindeki kağıtta Ahmet Yamacı yazmaktadır. İşte bu adımla Türkiye'de ilk defa Türk halkı radyoda kemençe dinlemeye başlamıştır. Bunu başaran sanatçının ne yazık ki Maçka'da ne adı geçer ne de Maçkalılar bu sanatçıyı tanımak için çaba sarf eder!
Bu olay, sanatçı ve Türkiye için bir ilk olmuştu. Biz Maçkalılar kıymetini bilmesek de "Maçkalı sanatçı" diye radyoda anons edildiğinden o zamanlar kıymetini bilenleri onurlandırmıştır.
Bu adını sanını Maçkalıların bilmediği ve bilmek için çaba sarf etme makamında olanların sanatçıyı görmezlikten gelme tavırları utanç verici durumda olsa da ben bu Maçka'nın yedi veren güllerini hatırlatmaya devam edeceğim.
Artık radyoda haftada bir gün yirmi dakikalık canlı yayına çıkıyor, daha sonra dükkanına geri dönüyordu. Bir gün dükkandayken iki görevli dükkandan içeri girerek:
"Maçkalı kemençe sanatçısına baktık; burada mı?" diye sorarlar.
"Evet benim! Buyurun, ne vardı?"
"Akşam sizi bir yere götürmek için görevlendirildik. Onun haberini vermeye geldik."
"Nereye gideceğiz?"
"Onu şimdi söyleyemeyiz; akşam sizi almaya geldiğimizde söyleriz. Ha unutmadan kemençeniz yanınızda olsun!" deyip dükkandan çıktılar.
Dedikleri gibi de oldu. Akşam onu alarak Beylerbeyi Sarayı'na doğru yola çıktılar. Saraydan içeri salona geldiklerinde karşılarındaki masada Mustafa Kemal Atatürk oturuyordu. Maçkalı sanatçı o manzara karşısında çok heyecanlandı; ne yapacağını şaşırmıştı! Ancak salonda bulunan Soldoy horon ekibini görünce biraz rahatlamıştı. Soldoy horon ekibinin şefi onu tanıyordu. Yanına gelerek:
"Bugün çok önemli bir gün! Ata'nın huzurunda horon oynayacağız! Bizim için çok önemli bir gece olacak!" dediğinde heyecanı biraz olsun yatışmıştı.
Artık bütün hazırlıklar bitmiş, kemençeden çıkan sesle horon başlamıştı. Salonda bulunan herkes Soldoy ekibini pür dikkat izliyordu. Horon sona erdiğinde salon alkışla inliyordu. Ekip yavaşça salondan çıkmış, Maçkalı sanatçı olduğu yerde kalmıştı. O da çıkmak için hazırlanırken görevlilerden biri "Sen otur!" anlamına gelen el işareti yapınca sandalyesine oturdu.
Artık gözü, ona el işareti yapan görevlideydi. Salon alkış seslerini sessizliğe bırakınca görevli "Çalabilirsin!" işaretini verdi. Üstat kemençenin teline dokununca konuşmalar susmuş, dikkatler onun üzerine dönmüştü. Birkaç Karadeniz türküsünden sonra o anda mısraların aklında sıraya girdiği ve kalben okuduğu dörtlüğü söyledi.
Dağlar baştan başa,
Yayılır taştan taşa,
Bu ülkeyi sen kurdun,
Atatürk binler yaşa.
Bu sözlerin üzerine Atatürk oturduğu yerden:
"Çal evlat çal! Karadeniz havaları, bizim milli havalarımızdır!" diye seslendi.
İşte bu tarihi olay, 1933 yılında gerçekleşti. Biz kendisini unuttuğumuz, hatırlamak için bir çaba içinde dahi olmadığımız, ancak Atatürk'ün bu sözlerle onurlandırdığı sanatçı, Maçka'nın yediveren güllerinden biri olan Maçkalı Hasan Tunç idi!
Bu sözler, Maçkalı Hasan Tunç'un sanat hayatı boyunca unutamadığı anıların başında gelmiştir. Bu olayla ilgili yazı, İstanbul radyosu arşivlerinde mevcuttur.
Birlik ve beraberlikten sıkça bahsedilen bu günlerde tarihe mal olmuş bu sanatçımızı Maçka'da yaşayan yetkili ve yetkisizlerin el ele verip yılda bir kere anmaları çok mu zor olur?  
Kaynak: 1) Nihat Genç Yazar. 2) Turhan Eyüboğlu - Kuzey Ekspres Gazetesi

16 Şubat 2022 Çarşamba

ÖĞRENMEK

Napolyon Bonapart savaşta Ruslara yenilir ve  kaçar. Canını kurtarmak için yol üzerinde ki bir dükkana sığınır. Dükkan sahibine kendisini saklamasını söyler. Dükkan sahibi Napolyon'u içeri alıp saklar. Hemen arkasından gelen Rus askerlerine de yalan söyler, kendini riske atar; "Az evvel biri koşarak şu taraftan gelip, şu tarafa kaçtı." diye onlara yanıltır ve Napolyon Bonapart'ın hayatını kurtarır.

Az zaman sonra Napolyon'un korumaları da yetişirler ve Napolyon Bonapart rahat bir nefes alır. Dükkan sahibi dükkanını terk etmek üzere olan ve ömründe bir daha göremiyeceği Napolyon Bonapart'a bir soru sorar. Daha doğrusu gevezelik eder; "Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?" der.

Napolyon Bonapart hemen öfkelenir. "Sen kim oluyorsun da benimle dalga geçer gibi böyle sorular sorabiliyorsun? Haddini bilmez adam!" diye bağırır, hayatını kurtaran adama. Adamı hiç konuşturmadan askerlerine de; "Bu adamı hemen yakalayın, elini, kolunu, gözlerini bağlayıp, burada kurşuna dizin." diye emir verir. Bir manga asker dükkan sahibini hemen yakalarlar. E
lini, kolunu, gözlerini bağlayıp, dükkanın arka tarafına duvarın dibine götürüp, karşısına geçer tüfeklerini şakır şukur doldurduktan sonra 'ateş' emri beklemeğe başlarlar.

Dükkan sahibi tır tır titremektedir ve içinden de 'Ah Allahım ben ne yaptım? Boşu boşuna şimdi ölüp gideceğim' diye düşünürken, arkadan bir el uzanır, gözündeki bağı çeker alır. Karşısında Napolyon Bonapart'ın ta kendisi.

Tek cümleyle cevaplar Napolyon: "Ölüm korkusu işte böyle bir duygu!" der.

"Bir şeyi yaşayarak öğrenmek, en iyi öğrenme biçimidir!