SAYFALAR

30 Haziran 2022 Perşembe

SATILIK ANNE BABA

Bir gazetede bir gün şöyle bir ilan çıkar:
“Yaşlı ebeveynlerimi 10.000 Euro'ya satıyorum. Babam 91 yaşında ve bunama hastası. Annem 89 yaşında, yardımla işlerini yapabiliyor." diye ve bir de banka hesap numarası.

Bu ilan günün en önemli konusu olur ve gören insanlar günlerce konuyu tartışırlar.
Bazıları,
"Nasıl böyle bir rezalet olabilir? Anne Baba satılır mı?" der.
"Hey, neden yetkililer müdahale etmiyor?" diyenler de olur.
Bazıları da başka türlü değerlendirir ve;
'Tanrım, bu bir günah!' diyerek düşünürler.
"Gereksiz bir şey, satın almak için çok fazla para! Bu delilik." diyenler de hayli fazla.

İlan aynı zamanda anne ve babasını uzun zaman önce kaybetmiş genç bir karı koca tarafından da okunur. Bu aile ilandaki satılık yaşlı karı kocayı alıp onları anne babalarının yerine koyup bakmağa karar verirler.

Tutarı banka havalesiyle hesaba havale ederler ve satılık yaşlı çifti evlerine götürmek için verilen adresteki eve giderler.

Geldikleri adreste büyük bir malikane ve etrafında çiftlik var. Alacakları yaşlı çift te 'her halükarda bu konakta oturuyor.' diye düşünürler ve kapıyı çalarlar. Kapıyı gayet iyi halde görünen yaşlı bir adam açar ve kendilerini karşılar.

Genç çift: "İlanı veren galiba sizsiniz. Anne ve babanı almaya geldik. İstenilen parayı zaten banka hesabınıza yatırdık." derler bu adama.

Genç çifti karşılayan yaşlı adam:
"Hoş geldiniz. Bu yaşlı karı kocaya neden bu kadar çok para verdiğinizi bana açıklayabilir misiniz? Size sadece iş, sorun ve bakım dertleri olacak. Hiç bir faydaları olmayacak. Bildiğiniz halde be yaşlı çifti neden almak istiyorsunuz?" diye sorar.

Genç çift:
"Çünkü biz her ikimiz de ailemizi erken kayıp ettik. Genç yaşta onlar olmadan hayata devam ettik. Onlarsız yaşamağa bir türlü alışamadık. İki küçük çocuğumuz var ve onların büyükanne ve büyükbaba kucağına oturmasını, onlardan hikayeler dinlemesini, onlarla uyumasını ve oynamasını istiyoruz. Onları yetişkinlere saygı duyacak şekilde yetiştirmek istiyoruz…" derler.

Yaşlı adam içerdeki karısına seslenir, kadının elinde baston var ama rahatlıkla hareket ediyor ve iyi niyetli, hoş bir tebessümü belli olacak şekilde gülümsüyordu.

Yaşlı adam ve kadın el ele tuttular ve birlikte gülümserler.
"Tamam, sizinle geleceğiz, bu ilandaki ebeveynler bizleriz!" derler.

Genç çift şaşırmış bir şekilde.
"Ama nasıl olur? İlanda onları satanlar; muhtaç, düşkün, durumları da çok kötü olduğunu söylüyor" derler.

Yaşlı çift birbirine bakıp tekrar gülümserler ve kadın genç çifte şu açıklamayı yapar;
"Bugüne kadar sevgi ve anlayış içinde yaşadık, çalıştık, para kazandık, bu köşkü yaptık, çiftlikler aldık ama kader bize çocuk vermedi. Bütün sahip olduklarımızı, iyi insanlara bağışlamağa karar verdik. Onları bu şekilde bulacağımızı düşündük ve bu ilanı verdik. Şimdi biz ve mallarımız gerçekten iyi insanların ellerinde olacağı için mutluyuz." dedi. 

"Sevgi ve nezaket asla karşılıksız değildir. İnsan nasıl düşünürse ve iyi niyetle hareket ederse, mutlaka karşılığını görür. Alıntı

28 Haziran 2022 Salı

İNSAN DÜŞÜNMELİ

Türk Milleti çok enteresan, çözülmesi zor kafa yapısına sahip bir toplumdur. İnsanların vatanı var, ataları almış kendilerine emanet edip gitmişler. İşleri güçleri var, çalışıyorlar. Devlet içerisinde her türlü bürokrat olup, her kademede görev alabiliyorlar. Her istedikleri yerden istedikleri kadar arazi mal mülk sahibi olabiliyorlar. Suç işlemedikten sonra hiçbir karışanları da yok. Ey yavrum bu güzel memlekette istediğin gibi kazanıp yaşa.

Fakat öyle olmuyor. Bizde 'HÜRRİYET ve DEMOKRASİ' insanların huzur içinde, rahat yaşamaları için değil, vatanı ve İslam dinini yıkmak için, bölmek parçalamak için kullanılıyor.

Bir zamanlar adam geliyor, 'Lenin iyidir hadi onu savunup onun yolundan gidelim' veya 'Mao iyidir' diyor. Herkes hurra peşinden koşup gidiyor, Karl Marx çi oluyorlar. Bu adam kimdir? Önerdiği adamlar kimlerdir? Düşünen yok. Cahili de kültürlüsü de hemen kanıyor o söyleneni kabul ediyorlar. Bir zamanlar bu sebeplerden ne cinayetler işlendi, ne devlet adamları katledildi? Ne koç yiğitler yok olup gittiler. Hala daha acıları içimizde duruyor. Ama zaman her şeyi siler ya hemen unutuldular. Senin dünyanın taktir ettiği Mustafa Kemal Atatürk'ün var, niçin onu örnek almıyorsun? Niçin onun açtığı ışıklı yolda gitmiyorsun?

Şimdi de bir adam cami de kürsüye çıkıyor, Hiç olmayacak şekilde olur olmaz fetvalar veriyor, cahili de kültürlüsü de hiç düşünmeden ona inanıyorlar. Daha sonra bir yerde toplanıp 'HUY' çekiyorlar. Bu esnada kafalarını salladıkça 'Aha Cennetlik olduk uçacağız.' diye düşünüyorlar. Ondan sonra ŞİH ne derse o olacak! Bu dünyayı unutup hemen öteki dünyanın derdine düşüyorlar. Hele sen bu dünyayı bir yaşa hayırlısı ile bitir, öteki dünyayı ondan sonra düşünürsün. Yok onlar daha bu dünyayı bitirmeden öbür dünyayı fet edecekler.

Bu insanlar savaş görmemiş, işgal artında kalmamış dünyadan habersiz insanlar. Onlar dünyayı hep böyle yaşadıkları gibi bir karar biliyorlar. Halbuki bu dünyanın bin bir çeşit halı var. Sen ülke işgal edildiğini hiç gördün mü? Irakta ki gibi ülkende insanların köpeklere boğdurulduğuna şahit oldun mu? Eeh.. niye o zaman ‘Keşke Yunan galip gelseydi’ diyorsun. Sen İstanbul işgal edildiği zaman o halkın orada Yunan, Fransız ve İngilizlerin elinden neler çektiklerini biliyor musun? Sen işgal sırasında İstanbul’un göbeğinde at arabasıyla giden çarşaflı kadına, beş Fransız askeri tarafından sokak ortasında tecavüz edildiğini ve o askerleri, olay anında tesadüfen rastlayıp ta kurşun yağmuruna tutan Polis Memuru Mehmet Cemil Efendi nin yeryüzü Cehennemi Guyana Hapishanesine gönderildiğini ve belgesellere konu olduğunu biliyor musun?

Sanki çok biliyorlarmış gibi kafalarına göre bir idare şekli istiyor ya, Cumhuriyeti beğenmiyorlar. Ben de fikrimi söylüyorum: Vatana ihanet edenin kellesi gidecek. Karl Marx, Lenin ve bir çoklarının teorileri ile kendi uydurma teorilerinizi kabul ettiniz de benim teorimi neden kabul etmediniz? Orhun Anıtlarına bakın bütün Türk törelerinde bu böyledir. Hatta Osmanlı da devletin beka sı için padişahlar evlatlarını bile feda ediyorlardı.

Gözlerinizi açın ve etrafa bir bakın, dünyada kaç ülke var? Ben söyleyim. Kayıtlara göre tam 206 ülke var. Otonom kendi kendini idare eden ve bilinen tam 206 ülke. Belki de kendi halinde kendilerini idare eden ve kimsenin bilmediği ülkeler de var ve 8 milyara yakın insan yaşamaktadır, bu ülkelerde.

Bu ülkelere yayılmış resmi olarak kayıtlara geçmiş tam dört adet te bu insanların kabul ettiği ve inandığı dinler vardır. Bu dinler; İslamiyet, Hristiyanlık, Yahudilik ve Budizm dir. İrili ufaklı bazı kesimlerin taptığı, belki de hiç duyulmamış, bilinmeyen dinlerde vardır. Bu insanların içinde bu dünyada hiç dinsiz, inançsız yaşayanlar da vardır. Bu insanların hepsi de bir şekilde yaşayıp ömür geçiriyorlar. Bütün bu ülkelerin hiç birinde böyle bir şey olamaz. Ne olmaz? Yanı halk başkası tarafından söylenene körü körüne inanmaz. Neden inanmaz? Çünkü insanlara bir fikir söylendiği veya akıl verildiği zaman, insanlar onu düşünür, muhakeme eder, doğruysa inanır, yoksa inanmazlar. Türkiye de bu böyle değildir. İmam ne derse hiç düşünmeden herkes inanır canı pahasına peşinden giderler. 'Yok imam eleştirilmez, sonra Cehenneme giderim' diye düşünürler. E sen zaten bu dünyada Cehennemi yaşıyorsun, öteki dünyada da gitsen ne olur?

Dünyada var olan devletler arasında da mutlaka geçimsizlikler olur. Dinler arasında da geçimsizlik olur. Sadece İslamiyet diğer dinleri de kabul eder, ancak insanlar tarafından değiştirildikleri için son olarak İslam dini geldiğini ve hak olduğunu kabul ederler. Diğer dinler İslamiyeti kabul etmez.

İslam dini gerçekten en adaletli ve mantığa uygun bir dindir ve zorlama katiyetle yoktur. Kimse kimseyi zorla Müslüman edemez veya Müslüman olmadığı için hor karşılayamaz. Kötülüklerden tamamıyla arındırılmış dünya düzeni için en harika uygun bir dindir. Müslüman kişinin doğruluğunu dürüstlüğünü, gayrimüslimler örnek alarak Müslümanlığı kabul ederler. Kişi tamamen karşısında ki Müslümanı imrendiği için kendiliğinden Müslüman olur. Türkler savaş açacağı ülkelere önce bir gurup Müslüman yollar o ülkeye yerleştirir, o gurup o ülkede örnek olarak gösterilir, onlar yerli halka güven sağlar ve daha sonra o ülke kolaydan elde edilirdi. Bu tarihler boyunca hep böyle olmuştur fakat şimdi insanlar bu dinden tiksinir hale geldiler. Neden? Dini uygulayanlar veya kendilerini cemaat olarak tanıtanlar tarafından din devamlı sabote edildi.

İnsanları bu dinden soğutmak için, Müslüman olmadıkları halde Müslüman görünüp dinde görev alan kişiler, akla hayale gelmeyen metotlar sergileyerek, üstü kapalı dine her türlü zararı vermektedirler. Kurs hocası, Kur’an Kursunda ki öğrenciye tecavüz ediyor. Hani ‘Zina' suçunun İslamiyet te cezası ölümdü. Demek ki başta o hoca orada dini ders veriyor fakat kendisi Allah'a ve İslamiyete inanmıyor. Yanı açıkçası Müslüman değil. Peki bu nasıl olur? Evet olur, dış güçler bir çok ajanları, halkı kandırmak için imam olarak oraya yerleştiriyor ve işte o ajanlar dini kötülemek için her şey yapıyorlar ve üç şeyi birden başarıyorlar. 
1) İslam dinini yıkıyorlar. 
2) Vatanımızı yıkmağa çalışıyorlar. 
3) Kendilerine hiç bir yerde kazanamayacakları kadar maddi menfaat sağlıyorlar. Bunun örnekleri çok eskilere dayanır. Bizler hala uyanmıyor, hala daha uyuyoruz.

İslamiyeti veya çoğunluğu Müslüman olan bu Ülkeyi yıkmak için bu yollara baş vurdukları kesin olarak o kişilerin itiraflarından ve yazdıkları kitaplardan anlaşılmaktadır. Amenna, bu tamam bunu kabul ettik fakat bir de yakından tanıdığımız Türk veya Müslüman olduklarını bildiğimiz insanlarda aynı suçları işliyorlar. Bunu nasıl açıklayacağız bilemiyorum.

Dünyada ki tüm ülkelere bakın, halkı refah içinde yaşayan bir Müslüman ülke var mı? Fitne, fesat, yolsuzluk ve adaletsizlik hepsinde mevcut. Müslüman kesim her zaman imtiyazlı durumda. Haksızlıklar olunca bu ülkeleri dış güçler de devamlı karıştırıyorlar. Halbuki Avrupa ülkelerinde herkese eşit uygulanan bir adalet sistemi ve geçim standartları var. Gerçek adalet içinde, herkese aynı şartlarda kanunlar uygulanıyor ve bunu inanarak yapıyorlar. ‘Adalet Mülkün Temelidir’ buna tam olarak inanmışlar, uyguluyorlar ve bağlı kalıyorlar. Müslüman olmayan ülkelere öyle üstünkörü bir göz gezdirelim. Hiçbir ülke din ile yanı Hristiyanlıkla idare edilmiyor. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İsviçre ve bir çok Avrupa Ülkeleri; çoğunluğu Hristiyan olmalarına rağmen, bir çok Müslüman din adamları da dahil, çocuklarını bu ülkelere gönderip oralarda tahsil yaptırıyorlar ve gerekirse o ülkelere yerleşmelerini sağlıyorlar. Neden?

Demek ki kendileri de gittikleri yolu beğenmiyorlar. Halbuki nasıl olur? Allah'ın yolu en doğru yol değil midir? Evet şüphesiz en doğru yoldur fakat başta kendileri inanmıyor veyahut ta dış güçlere taşeronluk yapıyorlar. ‘Haram yemek günahtır’ deyip kendisi haram yerse ne olur? Şu durumda kendi çıkarları için her türlü yalan mubahtır. Din böyle lastikli bir biçimde uygulanmaz. Uyanıklık yapıp büyük toplulukları kandırarak onların sırtından zengin olup, dünyada refah içinde yaşadıkları anlaşılıyor. Şimdi böyle bir ülkede refah ve kurtuluş olur mu? Allah böyle bir toplumu sever mi? O toplumda yaşayan insanların isteğini yapar mı? İşte onun için dünyada ki bütün Müslüman ülkeleri yaşanmaz bir durumda. Hindistan eski Devlet başkanı Mahatma Gandhi ‘nin bir sözü var: ‘Mustafa Kemal Atatürk İngilizleri yeninceye kadar, Tanrıyı da İngiliz bilirdim.’ Diyor. İnsanın aklına hemen şu soru geliyor. Acaba Gandhi haklı mıdır? Allah gavurlara yardım mı ediyor?

Dolayısıyla dünyada ezilmemek, yok olmamak, var olmak için çok çalışıp her söylenen şeyi beynimizde sorgulayıp ondan sonra inanmamız ve uygulamamız gerekiyor. Atatürk'ün ışığında, Türklüğün etrafında toplanmak, milliyetçi olmak gerekiyor. Yanı Türkiye de yaşayan bütün insanlar vatanını sevmeli ve hep birlikte yaşamalı. İnsan düşünmeli. Hayvan ile insan arasında ki fark, hayvan düşünmez insan düşünür. Hacı hoca dedi diye bir takım hurafeleri yapmamak, söküp atmak lazım.

Kul, Allah ile kendi arasına asla kimseyi almamalı. Şimdi gelelim ‘Allah gavurlara yardım mı ediyor?’ Sorusunun cevabına; Allah hiç kimseye yardım etmiyor. O kimsenin işine de karışmıyor. Sadece çalışana ve kafasını çalıştırana yardım ediyor. Senin yaptıklarına iyiyse ödül, kötüyse ceza veriyor. Saygılarımla.

23 Haziran 2022 Perşembe

TARIKAT İMAMI ANLATIYOR

Tarikatlar ve Cemaatler tamamen sahte, eskiden Osmanlı döneminde olduğu gibi İslam dini ve Türkiye Cumhuriyetini yıkmak için düşmanlar tarafından organize edilmiş, ileri karakollardır. 

10 yıl boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yaşayıp 29 yıl imamlık yapan, şeyh yardımcılığına kadar yükselen Mehmet Tekeci, “Bütün şeyhler, tarikatlar, cemaatler sahtedir. Buralarda tecavüz ve taciz vardır. Tacizin ana kaynağı sadece tarikatlar değil, kuran kursları, yurtlar ve cemaatlerdir. Bunlar din pazarlayan, namussuz, ahlaksız insanlardır. Ben bunların hepsini gördüm ve yaşadım” diyor. Tekeci, ayrıca mahallelerde açılan 'sübyan mektepleri'nin ne kadar tehlikeli olduğunu, devlet kurumlarının hangi cemaat ve tarikatlara paylaştırıldığını detaylarıyla anlatıyor.

İNTİHARI DENEDİM

Meslek hayatı boyunca tarikat ve cemaatler içerisinde yer alan Mehmet Tekeci, gerici yapıların iç yüzünü “Enes ile aynı kaderi öğrencilik yıllarında paylaşan birisiyim. Enes’in acısını en çok hissedenlerden biriyim. Ben onun gibi intiharı denemiş, başarılı olmuş ve hastanede kurtarılmış insanım” sözleriyle anlattı. Tarikat ve cemaat yurtlarında yaşananları özetleyen Tekeci şunları söyledi: “Oralarda, ruhları örselenmiş, ezilmiş, kişilikleri yok edilmiş insanlar yetiştiriliyor. Buralarda özgürce dersinizi çalışamazsınız. Önce o tarikatın dersini yapmak, kasetini izlemek zorundasınız. Bu beyin yıkama olaylarından sonra ancak okulun derslerini çalışabilirsiniz. Özgürce yaşama imkânı asla yoktur.

BİNLERCE ENES VAR

Kurumların denetlenmediğini ifade eden Tekeci, “20 yaşındaki genç ölüyor ve devlet seyirci kalıyor. Her seferinde bir yurtta yangın olup kızların yanması, intihar, dayak, taciz mi olması gerekiyor. Türkiye gelecek nesillerini tarikat ve cemaate teslim ederek kaybediyor. Devlet denetlemiyor. Çünkü denetleyen kişiler de kendi adamları. Oraları çok iyi bilen biri olarak diyorum, şu an Enes gibi o yurtlarda bu travmayı yaşayan binlerce gencimiz var.  Aileler çocuklarını acilen oradan almalı” dedi.

– Sizi tanıyabilir miyim? En son hangi görevdeyken ayrıldınız?
-1965 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde doğdum. İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi Kastamonu İmam Hatip Lisesi’nde okudum. 6 yaşında köy imamında Kuran okumaya başladım. İlkokul bittikten sonra ailem beni ‘gavur’ okulu diye ortaokula göndermedi. Bir Kuran kursuna gönderdiler. Hayatımın en karanlık ve acı dolu günleridir. Ailemden habersiz parasız yatılı sınavlarına girerek ve din eğitimi de veriliyor diye ailemi imam hatibe gitmeye ikna ederek okumaya başladım. İmam hatip benim için bir kurtuluştu. 29 yıl çeşitli yerlerde din görevlisi olarak görev yaptım ve 2013 yılında siyasi iktidarın dini kullanması ve camilere siyasetin girmesinden rahatsız olarak emekli oldum. Allah’ı Arayan İmam ve Labirentten Çıkış isimli iki kitabın yazarıyım.

– Hangi yıllarda tarikat ve cemaatin içinde yer aldınız? Nerede ve kaç yıl onlarla kaldınız?
-Göreve ilk başladığım 1985 yılında bize tavsiye edilen tek kaynak Ömer Nasuhi Bilmen’in İlmihal kitabı idi. Diyanet, imam atamalarını ve bütün din işlerini bu kitaba bakarak yapardı. 1995’li yıllara geldiğimizde kafamda ciddi sorular oluşmaya ve cevaplarını bulamamaya başladım. O yüzden bu sorulara cevap bulabilirim düşüncesi ile tarikata girdim. 10 yıl tarikatın içinde kaldım. Mensup olduğum tarikatın şeyhinin ildeki görevlisiydim.
Ancak aradığım hiçbir şeyin cevabını bulamadım. Tamamen rüyalara dayalı ve adına maneviyat denilen hurafelerden başka bir şey yoktu. Mensup olduğumuz tarikatın şeyhi Kuran ayetlerini bile yanlış okurdu ancak bir hikmeti vardır diye bir şey söyleyemezdik. Daha fazla orada durmamın bir anlamı kalmadığına 2005 yılında karar verdim ve ayrıldım.

– Neden tarikat ve cemaatlerden ayrıldınız?
-Dine ait hiçbir şey yok aslında buralarda. Her tarikatın derneği ya da vakfı var. Onlara bağlı olanlar ciddi bir para kaynağı. Sorgulamadan gidilen bu sadakat anlayışı içinde “Allah rızası için” denilerek sizden ciddi bir kaynak sağlanmakta. Orada özellikle zikir ortamında oluşturulan yapmacık illüzyon daha sonra cazibesini yitiriyor etrafınıza bakmaya başlıyorsunuz. Oradaki ruhsal olarak sömürülüyor, maddi olarak sömürülüyor. Bugün fakir olan, dünyalığı olmayan tek bir tarikat ve cemaat şeyhi yoktur. Tamamı saltanat içinde Karun gibi hayat sürmektedir.

– Yurtlar tehlikeli mi? Kapatılmalı mı?
-Yurtlar ve kurslar çok tehlikelidir ve istisnasız ilk ve ortaöğrenim öğrencileri için açılan bütün kurs ve yurtlar kapatılmalıdır. Adana’da yurtta yanarak ölen kız çocuklarımız, Ensar Vakfı’nda tecavüze uğrayan erkek öğrencilerimiz, Fıkıh-Der’de tecavüze uğrayan öğrencilerimiz, tarikat şeyhleri tarafından taciz ve tecavüz edilen çocuklarımız ve kadınlarımız sadece fosseptikten sokağa taşan damlacıklardır.

Duyduğumuz koku budur. Bu vesile ile anaokulu adı altında her mahallede açılan “sübyan mekteplerine” de dikkatinizi çekmek isterim. Buralarda barındırılan küçük çocuklarımız çok büyük tehlike altındadır. Bu çocuklarımız geleceğin cemaat ve tarikatlarına altyapı olarak hazırlanmaktadır. Buralardan mezun olan kız çocuklarımızın mezuniyet törenlerinde genellikle gelinlik giydirilerek beyinlerine gönderilen mesaj çok önemlidir. Ülkemizde durmadan yükselişte olan “çocuk gelinler” olayının temelleri yıllarca ekilen bu tohumların bir izdüşümüdür.

– En son yaşanan olay gibi taciz ve tecavüz olayları yaşanıyor mu?
-Buralarda verilen eğitimlerde öğrenci ile öğretici baş başa kalabilmektedir. Özellikle ezber derslerinde bu daha çok yapılmaktadır. İşte o odada neler olduğunu ve ne yaşandığını çocuk cesaretini toplayıp ya da dayanılmaz noktaya gelip anlattığında öğrenebiliyoruz. Bu zamana kadar tarikat ve cemaatlerde ortaya çıkan olaylar, kurs ve yurtlarda taciz ve tecavüze uğrayan çocukların haberleri aslında buralarda ne kadar karanlık ve ahlaksız işlerin döndüğünü net bir şekilde ortaya koymaktadır.

– Tarikatları nasıl yorumluyorsunuz? Onlar dini kullanıyor mu? Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı mı?
-Tarikatlar Kuran ayetlerine takla atlattıran, onlara akla ve hayale gelmeyen anlamlar katarak metafizik kavramlar ve soyut anlatımlarla ispatlanması mümkün olmayan rüyalara dayalı bir din oluşturmuşlardır. Tarikatların iki sermayesi vardır: Sadakat ve cehalettir. Tarikatların yüzde 90’ı Türkiye’yi “dar-ül harp” olarak görmektedir. Yani yarın ellerine fırsat geçtiğinde “savaşılacak devlet” demektir bu. Kısaca cemaat ve tarikatlara göre Türkiye’de mevcut ne varsa ganimettir ve hangi yolla olursa olsun onlara helaldir. Asıl vahim olan budur. Siyasal İslamın Atatürk’ün kurup yoktan var ettiği bu ülkenin ne kadar kazanımları varsa teker teker yok etmek, ellerine geçirmek için her hileye başvurmaları bundandır.

– Devlet tarikatlara mı emanet ediliyor?
-Türkiye Cumhuriyeti sıradan bir Ortadoğu ülkesi değildir. 29 Ekim 1923 yılında atılan bu ülkenin temellerini Mustafa Kemal Atatürk sağlam atmıştır. Bu ülke hiçbir zaman bir din devleti olmayacaktır. Bu ülke hiçbir zaman şeyhlerin ve dervişlerin yönettiği bir ülke olmayacaktır. Zira bu ülkenin bütün ayarları Atatürk tarafından 'muasır medeniyet'e göre ayarlanmıştır.

Tarikatlar arasında görev taksimi 1970’li yıllarda yapılmıştır. Dershane ve özel okullar Fethullahçılara, Kuran kursları ve yatılı yurtlar Süleymancılara, Arapça ve medreseler İsmailağa cemaatine, hastane ve sağlık sektörü ise Adıyaman cemaatine pay edilmiştir. Alıntı