SAYFALAR

13 Kasım 2023 Pazartesi

TİRELİ ÇALIK HÜSEYİN

İzmir, Tire’nin Kireli köyünden Çalık Hüseyin, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Vatanı kurtarmak için Çanakkale Cephesine sevk edilir. Bir çok kahramanlıklardan sonra bu yiğit kişi, Fransızlara esir düşer ve kendisi gibi esir düşen diğer Türk askerleri ile birlikte Marsilya’daki esir kampına götürülür. Artık Türkiye ile irtibatı kesilen Çalık Hüseyin şehit düştüğü zannedilir ve nüfus kayıtlarına öyle işlenir.

Halbuki Çalık Hüseyin şehit olmamış, esir düşmüştür. Uzun süre Marsilya Esir Kamplarında çeşitli işkenceler görür ve sonra soylu Fransızlar tarafından köle olarak kullanılır. Yedi yıl gibi uzun bir süre büyük zorluklar içinde yaşar.

Nihayet bir Fransızın evine bahçıvan olarak verilir. Evli ancak kocasından ayrı yaşayan evin hanımı Bernadette ile aralarında bir yakınlık olur ve bu yakınlık zamanla iyi bir ilişkiye dönüşür. Bu ilişkinin neticesinde bir erkek çocukları olur. Bu Fransız bayan, Çalık Hüseyin’le evli olmadığı için çocuğunu ayrıldığı eşinin nüfusuna Fransız ismi ile kaydeder. Ancak çocuğa ikinci isim olarak Hüseyin koyar. Zaman sonra Çalık Hüseyin Türkiye'ye gelmek arzusuyla bu kadından ayrılır. Ancak Çalık Hüseyin'i Fransız Hükümeti ülkelerinden ayırmaz, ayrılmasını sakıncalı bulur. Fransa da bir başına meydanda kalan Çalık Hüseyin seyyar satıcılık, demir yollarında ve tarlalarda işçilik gibi işler yaparak yaşamını bir müddet daha sürdürür.

Bir süre sonra tanıştığı Rachel Marcot adlı bir Fransız kadınla evlenir ve oturma izni alır. 1953 yılında, 28 yaşında ki eşiyle birlikte İzmir, Tire de ki Tireli Köyüne geri döner.

Döndüğünde ise bir sürpriz ile karşılaşır. Askerlik kayıtlarında "şehit", nüfus kayıtlarında ise "ölü" olarak işlendiği ortaya çıkar. O dönemin gazeteleri “Dirilen Şehit” ve “Şehit, Kontesle Döndü" manşetleriyle olayı magazinleştirir. Hatta Ayda bir dergisi, 17 Kasım 1953’de yayınlanan haberde, olayı okuyucularına “Dirilen Şehit, Kırk Sene Sonra Yirmi Sekiz Yaşında Bir Fransız Dilberiyle Köyüne Döndü” başlığı ile duyurur. Çalık Hüseyin Kireli köyünde eşiyle birkaç ay kaldıktan sonra Fransa’ya geri döner, iki yıl sonra da Fransa da ölür. İkinci eşinden çocuğu olmaz.

Tüm bunlar yaşanırken Çalık Hüseyin’in ilk eşi Bernadette, Çalık Hüseyin'den olan erkek çocuğuna taktığı Hüseyin ikinci adını, o çocuğun erkek çocuğuna, yanı torunlarına da ikinci isim olarak takarlar. Çalık Hüseyin’in oğlunun oğlu olan ve Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde yaşayan ikinci Hüseyin esas adı 
Vincent Hüseyin Pieterarens büyür, tarih öğretmeni olur ve ortalığı karıştırırken evinde bir aile fotoğrafı bulur. Bu fotoğraf Dedesi Çalık Hüseyin'in fotoğrafıdır ve izini sürdürmeğe başlar.

Vincent Hüseyin Pietererans, 1994 yılında Türkiyeye gelir ve büyük dedesi Çalık Hüseyin'in doğup büyüdüğü Tire'de akrabalarına ulaşmayı başarır ve bu olay belgesele konu olur. 

Kendisi büyük dedesi ile ilgili olarak, şunları söyler:
"Tire'den Çanakkale'ye savaşmaya gelmiş ve esir düşmüş. Devamlı nargile çekermiş ve bir de seccadesi varmış.”

FRANSA'DA TÜRK ŞEHİTLİĞİ

1915 yılı sonlarına doğru Çanakkale’de Fransızlar sayıları 50 den fazla esir aldıkları Türk askerlerini Fransa'ya götürürler. Bunlardan grip salgınında şehit olan 10 Türk askerinin mezarı Saint Michel Mezarlığı’nda bulunmaktadır.

Bir Cezayirli tarihçi tarafından yapılan araştırmalar sonucu tesadüfen 1992 yılında ortaya çıkarılan Marsilya’nın Carcassone şehrinde şehitlikte, yaşları 25-38 arasında değişen ve esir Türk Askerleri olduğu tespit edilmiştir.

Çanakkale'de esir olan askerlerin hikâyeleri, özellikle dış ülkelerde vefat edenlerinki pek gün ışığına çıkmadı. Ancak, Fransa'nın farklı şehirlerine götürülen Türk esirlerinin torunları veya onların çocukları, bugün o topraklarda varlıklarını sürdürüyor. 

Çanakkale Savaşına İzmir'in Tire ilçesinden katılan, Tireli Çalık Hüseyin'in ailesinin öyküsü bunlardan biri. Fransa'nın kuzeyindeki Lille şehrinde yaşayan tarih öğretmeni Vincent Hüseyin Pieterarens, çalışmaları sonucunda dedesi Tireli Çalık Hüseyin'in soy kütüğüne ulaştı. Buradan hareket ederek de Fransa'daki Türk esirlerini doktora tezi olarak hazırladı. Bu çalışma sırasında, Dışişleri Bakanlığı ile askerî arşivlerde iz süren Vincent Hüseyin, Fransa'nın değişik bölgelerine getirilen binlerce Türk askerinin isimlerini tespit etti. Bunlar arasında, Korsika da çalıştırılan bin kişilik Türk Askeri esirleri listesi de bulunuyor.

Türk tarihi böyle ilginç örneklerle doludur. Sevgili Türk Gençleri sizlere Türkleri kötülemek için her şey söylenecektir. Sizler duyduklarınıza inanmayınız. Araştırın ve mantığınızı kullanarak olayları değerlendiriniz. O zaman tüm gerçekleri öğreneceksiniz. Başkaları böyle istedi diye bu ulu ulusa, Mustafa Kemal Ata mıza asla ihanet etmeyiniz! Saygılarımla....



9 Kasım 2023 Perşembe

TEK DERTLERİ TÜRKLER

OLANLARA TEK SEBEP, DİN GÖMLEĞİ GİYDİRİLMİŞ İHANET!

Sevgili dostlar,

Ülkenin içinde bulunduğu içler acısı durum hepimizin malumudur.
Bugünlere gelinmesinin tek nedeni hiç tartışmasız komuta merkezi dışarıda olan taşeron siyaset ve yıllarca uyguladığı din ceketi giydirilmiş ihanettir.

Kurtuluş savaşının kuyruk acısını unutmayan emperyal güçler, cephe savaşıyla yok edemeyeceklerini anladıkları Türk vatanını 1923’ten itibaren, yalan ve dalap dolaplarla kendi insan gücüyle yok etmeye karar vermişlerdir.

Bunun böyle olduğu 1923-2000 yılları arasında, ısrarla telaffuz etmiş oldukları sözlerden bellidir.

İşte o sözler ve sahipleri:

"Türklerin din adamlarını ele geçirip, kullanabilirsek, onlara kendi devletlerini yıktırabiliriz." Winston Churchill

"Türkler bir devlet kurdu. Bir asker yeniden Türkleri diriltti. Ancak kutsal amacımızdan vazgeçmeyeceğiz. Türkleri İslamla yıkacağız. İngiliz istihbaratının birinci görevi budur.." Lloyd George

"Türklerin yolları İslam ile kesilebilir. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek, bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz.." Joseph Grew

"Yapılması gereken Atatürk ün hem din, hem de kürt düşmanı olduğu fikrinin yayılmasıdır.." Kurt Ziemke

"Türkiye Atatürk ün mirasını reddetmelidir.." Samuel Huntington

"AtaTürkçülük öldü, nurcular ileri.." Paul Henze

"Kemalizme son verin. Osmanlı ile övünün.." Graham Fuller

“Atatürk yüzünden, planlarımızı yarım yüzyıl ertelemek zorunda kaldık.." David Rockefeller

"Mustafa Kemal, bizim temsil ettiğimiz dünyanın en büyük düşmanıdır.." Guy Rothschild

"ABD kontrolunda bir halife ile İslam dünyasını yönetmek, bizim için en masrafsız yoldur." Bill Clinton

Ve nihayet hayalleri gerçekleşmeye başlamış ve kapanması gereken bir parantez olarak gördükleri Cumhuriyetin tam da arzu ettikleri gibi 100. yılına yetişmiştir.. Şimdi sıra bu hayali meşru hale getirecek altın vuruşu yapmaya yani köklü bir anayasa değişikliğine gelmiştir..

Bu günlerde gündeme getirilerek olumlu bir toplum algısı için “Sivil Anayasa” söylemiyle ortaya atılmıştır. İtirazların erken başlayıp tırmanmaması için de içeriği sır gibi saklanmaktadırlar. Anlaşılan odur ki önceden olduğu gibi yine bir oldu bittiyle meclisten geçirilmeye çalışılacaktır..

Ülkesini, milletini seven hiçbir vatan evladı buna izin vermemelidir..

Buna itiraz etmenin demokratik yolu ise ancak güçlü bir topyekün siyasi muhalefetle mümkündür.!

Gün; biran evvel siyasi ideolojik ayrımcılığı terk etme, milli bir siyasi ittifak çatısı altında toplanma ve ülkenin geleceğine sahip çıkma günüdür.! Alıntı Dr. Vecdet Öz


2 Kasım 2023 Perşembe

BİLİNMESİ GEREKEN GERÇEKLER

Osmalı' yı 1299 da, Oğuz Türklerinin Kayı Boyundan Osman Bey kurmuştur.

1299 da kurulmuş, 1579 kadar 3 asır YÜKSELMİŞ.

1579 dan 1699 kadar, 1 Asır DURAKLAMIŞ.

1699 dan 1919 kadar GERİLEMİŞ VE YIKILMIŞTIR.

Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı.

1- Halifeliğe kadar olan Osmanlı.1299-1517 namı diğer Türk İmparatorluğu

2- Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz.

Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz.

Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu.

Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar. O günkü şartlarda Halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri

Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler. Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerin elindedir. 1517

Ama çok büyük bir sorun vardır, Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler.

İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulurlar. Mısır’dan ve Arap diyarlarında seçilen iki bin civarında ulema, Mollanın, Ebu Suud Efendilerin İstanbul’a getirilerek, para, mal, mülk, arazi de verilip kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır.

İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir değişle, Türk İslam’ı terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini, dönüştürülmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.

Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta 'bugün de kısmen olduğu gibi' Türk kelimesi yasaklanır.

'Türk’üm -Türkmen'im!' diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır ve kafası kesilir. Bu dönem de sadece Kuyucu Murat Paşanın 'Türk’üm - Türkmen’im!' dedikleri için kafalarını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.

Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine Türklere zulüm etmekle geçer, sıkı bir Arap taraftarı mezhepçilik kurulur. 1603 yılına gelindiğinde artık Ehli Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır kapatılır, yerine Halid-i Nakşi Kürt-i Tekkeleri kurulur.

Yine bu dönem Arap ve Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir, 1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir. Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilir.

Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece öldürtülür, ganimet bile vermezler Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar.

Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak içinde Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler. Bu aşiretler ve boyların en büyükleri; Avşarlar, Halaçlar, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya ve Yıva lardır.

Buna tarihimizde 'Ekrad Türkmanlar' denir.

Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a kaçarlar. Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır

Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile Osmanlı nın matbaaya kavuşmasını engeller. Ta ki Batı Rönesans’ının aydınlığından 240 yıl sonra 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz.

11 Eylül 1683

Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır;

1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir 'Türk imparatorluğu' Osmanlı varken; Neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?

Osmanlı bu dönem; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.

Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi Koca bir imparatorluk batar mıydı?

Ve yine; Yunus Emrelerin, Hacı Bektaşilerin, Seyit Gazilerin, Ahmet Yesevilerin. İslam’ı, İslam değil miydi?

Osmanlıyı kuran Şeyh Edebalilerin İslam’ı, Akşemseddinlerin İslam’ı İslam değil miydi de Ebu Suudlara teslim edip batırdık koca İmparatorluğu.

Bugün de aynı sürecin devam etmesi, Tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.

Pir-i Türkistanlı Ahmet Yesevi der ki: "Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”

İşte bu yüzden Arap sevici mezhepçi değil, Cumhuriyet çiyiz, Türk'üz, Atatürkçüyüz .

Ne Mutlu Türküm diyene.

Ve istedim ki bütün bunları Türk gençleri öğrensin ve ona göre, adımlarını denk atsın! Alıntı