SAYFALAR

20 Mayıs 2013 Pazartesi

EJDERHA KONUŞUR

Fındıklı merkezden bizim köye çıkarken geçmemiz gereken bir yer var. Bu yere Zeni nin yokuşu derler. Çok eskilerden beri patika ve araba yolu başka geçit olmadığından bu yerden geçer. Yol aşağıdan dere içinden gelir ve gittikçe yükselerek hafif virajlarla yukarı çıkar. Sulak Köyü oradan da bizim köye çıkılır. Sulak Köyü girişin de sağ tarafta, okulun yanında sahipsiz bir mezar vardır. Zeni nin yokuşu fazla tehlikeli bir yer idi. Eskiden bu yokuştan çıkarken, çok sayıda arabalar kayarak dereye düşerler ve ölümlü trafik kazaları olurdu. O zaman o eski arabalarda fren tutmaz kazalar kaçınılmaz olurdu. Bu nedenle de burası biraz uğursuz bir yer sayılırdı. Benim asıl anlatmak istediğim tam bu yerin aşağısın da ki 'Ejderha' rivayeti dir. Köyden Fındıklıya giderken Zeni nin yokuşunu inip dere içinde yol alırken, önünde tam karşıda, sol tarafından yol geçen çok büyük bir kaya kütlesi vardır. Bu kaya dere kenarından başlayarak sağ tarafa doğru bir kilometreden fazla kale duvarı gibi yükselerek uzar gider. Hatta bu taşın dere kenarı kırılarak geçit sağlanmıştır. Taşın yola yakın yerinde öyle uzunca, ayakları ve kafası belli olan, taa ilerden görülen büyük bir şekil vardır. Bu şekil ayaklı ejderhaya benzer. Ne zamandan beri orada bulunduğunu bilen yok. Belki kayanın oluşumundan beri veya belki sonradan yapılsa da yosun tuttuğundan tam olarak bilinemiyor. Yalnız bu resmin hakkında ki söylentiyi herkes bilir. Güya çok eski zamanlarda burada bir ejderha beklermiş. Bu yoldan gelip geçen insanlardan her gün bir kişiyi yakalar yermiş. Orada görülen şekil de o ejderhanın resmi imiş. O zaman ki şartlara göre bir çok silahşor bu ejderhayı öldürmek için dünyanın dört bir tarafından gelmişler. Hiç biri bu ejderhayı öldürememiş. Üstelik hepsini o ejderha öldürüp yutmuş.

Gelen silahşor kılıcını çıkarır ejderhaya vurur yaralar fakat ejderha dile gelir 'Bir kılıç daha vur' dermiş. Eğer ikinci kılıcı vurursa ejderha yedi başlı olur, silahşoru öldürürmüş. Eğer kılıç vurmaz konuşursa silahşor düşer ölürmüş. Yanı kurtuluş için; iki defa kılıç vurmayacak. Hem de hiç konuşmayacak mış. Bir gün Trabzon dan atının üstünde bir Bey gelmiş. Atı ile ejderhaya yaklaşmış bir kılıç darbesi ile ejderhayı ikiye bölmüş. Ejderha dile gelirdi ya bu beye seslenmiş "Bana bir kılıç daha vur" Daha kılıç vurmamış ve yılana "Beni anam bir defa doğurdu. Onun için tek kılıç vururum." demiş. Fakat konuştuğu için orada bu bey de düşmüş ölmüş. Ejderha da ölmüş. Bu kahramanın atı kişneye kişneye insanların yanına gelmiş ve ayaklarını yerlere vurarak onlardan yardım istemiş. Atı takip etmişler. Bu kahramanı ejderhanın yanında ölmüş olarak bulmuşlar. At ta hemen oracıkta düşmüş ölmüş. Ejderhayı öldüren adamın; cesedini, ölen atı ve bütün eşyaları ile hemen ilerde Sulak Köyüne girişte okulun yanına defnetmişler. Orada otların arasında sahipsiz diye bahsettiğim mezar bu zatı muhteremin mezarı imiş. Bu hikaye anlatıla anlatıla günümüze kadar gelmiş. 1966 yılında Trabzon dan 18 yaşlarında bir imam Sulak Köyü Camisine geldi. 4-5 sene burada lojmanda kalıp camide imamlık etti. Bu imamın ismi yanılmıyorsam Muhammet ti. Kendisi çok dini bilgiye sahipti. Cana yakın ve ilgi çekici vaızları olduğu için kısa sürede o muhit te çok sevilir bir kişi oldu. Zaten bu sahipsiz mezarda camiye yakındı. Bir Cuma da cemaate "Pu müpareği tün gece rüyamda kördüm. Üzerümi kapatun pen çok üşüirüm." dedi. Diyerek, köylüye bu sahipsiz mezarın çevresini tuğla ile duvar ettirdi. Bir gece bu duvarın içine girerek, ışık sızmaması için üstünü battaniye ile kapatıp, mezarı kazdılar. İçinde ne gömülü ise hepsini çıkarıp, alarak, ertesi günü bile beklemeden o gece kaçıp gittiler. Ondan sonra da tabi bu imamı gören daha hiç kimse yok. Kim di? Esas nereli idi? Bilende yok.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder