SAYFALAR

5 Haziran 2020 Cuma

AKIL VE DİL

Eskiden Yunan şehirlerinden biri Teb şehrinde bir sabah insanları isyan ettiren bir cinayet işlenmiş. Şehrin soylu ailelerinden birinin yakışıklı, iyi eğitim görmüş genç oğlu; çirkin, yaşlı, bir gözü kör, kambur bir kişi tarafından, şehir meydanında sebepsiz yere, vahşice herkesin gözleri önünde kafasına çekiçle vurularak öldürülmüş.

Ölen genç, şehirde çok sevilen, geleceği parlak, yakışıklı kısacası tanınan bir delikanlıymış. Belki de bu yüzden insanlar öldüren adama çok öfkelenmiş, isyan etmişler. Kadınlar ve genç kızlar ölünün arkasından oluk oluk gözyaşı dökmüşler. Gencin arkadaşları katili linç etmek istemişler ama o şehrin yargıçları ve yöneticileri gelenekleri hatırlatarak adil bir yargılama gerektiğini savunmuşlar ve bu cinayeti işleyen adamı linç edilmekten kurtarmışlar. Katil o şehirde o güne kadar hiç tanınmamış, kenar bir mahallede kundura tamirciliği ve çarık yaparak kıt kanaat geçinen bir adammış. Daha önce hiç bir suça karışmamış, sabıkasız altmış yaşlarında bir adam. 

İşte bu adamı şehrin gelenekleri ve gençlere örnek olmak uğruna yargılamaya karar vermişler fakat bu şehirden hiçbir avukat mahkemede çarıkçıyı savunmak istememişler. Avukatsız da savunma olmayacağına göre mecburen Atina'dan bir avukat çağırtmışlar. Çünkü çarıkçıyı asmadan önce usulen bile olsa yargılamak gerekiyormuş.

Atina'dan gelen genç avukat önce olayı, olayın olduğu civardan sormuş, soruşturmuş. Sonra da çarıkçı ile hücresinde görüştükten sonra dava gününü beklemeye başlamış. Duruşma şehrin meydanında kurulan mahkeme salonunda, bütün halkın huzurunda yapılacakmış ve duruşma günü gelmiş çatmış, duruşma başlamış. Önce savcı kısa bir suçlama konuşması yapmış. Bu konuşma halkı o denli galeyana getirmiş ki yargıç ve kolluk güçleri halkı zapt etmek ile bir hayli uğraşmışlar. Her şey çarıkçının aleyhine devam ederken söz savunmaya gelmiş. Herkes dikkat kesilmiş savunma avukatını dinliyorlarmış.

Atina'dan gelen genç avukat kürsüye çıkmış ve yüksek sesle konuşmağa başlamış; "Ey bu şehrin soylu ve bilge sayın yargıçları, önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin yargıçlarının selamlarını getirdim." Bu güzel sözler, doğrusu herkesi etkilemiş ve mahkeme yargıcı Atina şehrinin yargıçlarına hitaben kısa bir teşekkür konuşması yapmış. 

Sonra avukat savunmasına devam etmiş:
"Teb şehrinin sayın adil savcıları önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin savcılarının selamlarını getirdim." Savcılar başlarını eğip selam almışlar.
Avukat devam etmiş: "Teb şehrinin aziz mahkeme görevlileri önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin mahkeme görevlilerinin selamlarını getirdim."

İnsanlar bu garip savunma karşısında mırıldanmaya başlamışlar ama avukat çarıkçının iki yanındaki askerlere dönüp devam etmiş; "Teb şehrinin aziz askerleri, polisler, güvenlik güçleri, önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin askerlerinin, polislerinin, güvenlik güçlerinin selamlarını getirdim"
Mırıldanmalar homurdanmalara dönüşmüş ama avukat izleyicilere dönerek konuşmasına devam etmiş; "Teb şehrinin aziz yurttaşları önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin yurttaşlarının sıcak selamlarını getirdim." demiş. 'Eh artık selam söyleyecek kimse kalmadı.' diye düşünmüş orada olanlar ve dikkatle arkadan söyleyeceklerini dinlemeye başlamışlar.

Avukat devam etmiş;
"Teb şehrinin sevgili çocukları, önünüzde saygı ile eğilirim. Sizlere Atina şehrinin çocuklarının kucak dolusu selamlarını getirdim." demiş. İşte bu son söyledikleri bardağı taşıran son damla olmuş. Herkes isyan etmiş. Bağırmış çağırmışlar ve bazıları avukata doğru bir şeyler atmağa başlamışlar. Yargıç dahi çok kızdığı halde halkın öfkesinin dinmesini beklemiş ve bir süre sonra avukatı uyarmış; “Genç dostum lütfen artık savunmanıza başlayın, selam faslını keselim." demiş.

Avukat bu uyarı üstüne bir süre seslerin kesilmesini beklemiş ve sonra da kendinden emin savunmasına devam etmiş; "Ben zaten savunmamı yapıyorum sayın yargıç. Biraz evvel sizin de hoşunuza gittiği gibi soylu ve güzel sözler, selamlar ve sevgiler iletiyorum." demiş. "Evet ama sıktınız artık" diye cevap vermiş yargıç ve ilave etmiş; "Görmüyor musunuz? Dinleyenlerin sabrı taştı. Halk isyan ediyor." Genç avukat "Sizlere anlatmak istediğim de bu sayın yargıç" demiş. "İşte güzel ve soylu sözler bile yeterinden fazla tekrarlanınca sizleri sıktı ve isyana sevk etti. Şu anda izleyenlerin bazıları ellerine fırsat geçse beni dövebilirler bile.” Genç avukat biraz durmuş. Sonra herkesin dikkatlice dinlediklerini görünce sürdürmüş konuşmasını "Ölen genç yanımda oturan ve kendisini savunduğum çarıkçının tezgahının önünden her gün en az iki defa geçerdi ve bu zavallı adamı görünce onu nasıl selamlardı bilir misiniz?" 

İşte bu noktada avukat sesini alaycı bir tona soktu ve çarıkçıya dönerek;
"Hey kambur nasılsın?" Bir an sustu ve sonra yine alaycı bir sesle sürdürdü; "Hey kambur tek gözüne iyi bak ha. Sonra o da kör olmasın." gibi aşağılayıcı laflar ederek gider gelirdi.

Orada bulunan öfkeli kalabalık, başını önüne eğmiş için için ağlayan çarıkçıya bakmaya başlamıştı. "Ve ölen genç sonra başkalarının yanında şunu da derdi." diyor ve yine kışkırtıcı bir sesle kambur çarıkçıya dönerek; "Hey kambur sen bu boyla çarıkçı olacağına baca temizleyici olmalıymışsın. Hiç olmazsa çirkin yüzünü isten göremezdik. Ha ama unuttum bu kamburla bacaya sığmazsın sen değil mi? Ve daha neler neler söylerdi tekrarlamaya dilim varmıyor." Meydanda çıt çıkmıyordu artık. 

Avukat devam etti;
"Sayın Yargıç işte böyle aşağılayıcı sözcüklerle her gün selamlanmak ne demektir bilir misiniz? Çarıkçının yerinde sizler olsanız dayanabilir misiniz?" Bir an sessizlikten sonra seyircilere doğru yürüdü ve konuşmasını sürdürdü; "Kaderinize küsmüş, yalnız ve yoksul olduğunuzu düşünün. Kimsenin bakmak istemediği kadar çirkin ve ümitsizsiniz ve sizinle her gün tek konuşan, tek selam veren kişi bu zavallılığınızı sürekli yüzünüze vuruyor. Bir düşünün ne hissederdiniz?" 

Avukat başarmıştı, yarattığı tesirden artık emindi. Meydanda tek duyulan ses çarıkçının gizlemeye çalıştığı hıçkırıklarının sesiydi. Genç Avukat küskün bir sesle devam etti; "Ben ise sizleri sadece güzel sözlerle selamlamak istemiştim. Ama sizler buna bile sıkıldınız." Durdu, arkasını döndü ve yargıca dönüp; "Her neyse savunmam bu kadar sayın yargıç." dedi ve bu savunmayla adamı idam olmaktan kurtardı. 

Ne yumruk, ne tekme, ne de silah! İnsanın en büyük silahı aklı ve dilidir. Etkisi yakıcı, yaralayıcı, bulaşıcı. Menzili sonsuz ve zamansız, korkunç bir silah. Gelin bugün dilimizin bizlere yüklediği günahlardan kurtulmak için dua edelim ve ona sahip olalım. "Tanrım beni dilime sahip kıl ve işlediğim suçlardan dolayı beni affet." Dilimizle birbirimize kötü değil, iyi mesajlar yollayalım.
Tekrarlıyorum dilimiz en güçlü silahımızdır. Sarar da, yaralar da, yapar da yıkar da. Eskilerden duymuştum; "Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır." diye. İnsan diline hakim olduğu müddetçe bir çok belalardan kurtulur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder