SAYFALAR

2 Mayıs 2012 Çarşamba

ESİR ALDILAR

1980 yılında Yurt dışından döndüğüm zaman tamamen hayal kırıklığına uğradım. Üç yıla yakın Ülkemden ayrı kalmama rağmen geri geldiğim zaman inanamadım. Daha İstanbul Hava Limanında terslikler başlamıştı. O zamanlar şimdi ki gibi X-RAY cihazları yok, polis kendi arardı. İstanbul Polisi de benim polis olduğumu bildiği halde bütün valizlerimi açtırdı ve çok sıkı bir arama yaptı. Aramadan sonra bir şey yakalayamayınca kendilerine hakaret ettim ve kavga orada başladı.

Türkiye bir değişmiş herkes birbirlerine düşman gözüyle bakıyorlardı. Emniyette insanlar da değişmiş, Emniyet Müdürlüğü yeri de değişmiş, Ceyhan yoluna taşınmıştı. Adana da bıraktığım arkadaşlarımın hiç biri yoktu. Bazıları öldürülmüşler, bazıları başka illere gönderilmişler, orada kalanların çokları da değişmişler. Herkes birbirinden korkar olmuş, kurtarılmış bölgeler kurulmuş, kimse ile doğru dürüst konuşulmuyordu. Üstelik polisleri bir müfreze inzibat askerleri koruduğu halde her gün en az 1-2 polis öldürülüyordu. Ben gelmeden bir de Emniyet Müdürü öldürül muştu Cevat Yurdakul. Kahveler, otobüsler silahla taranıyor, bir seferde dört veya beş kişi öldürülüyor, mahallelerde kimlik kontrolleri yapılıp ellerinde ki gazetelere bakılıyordu. O zaman ‘Tecüman’ gazetesi okuyan sağcı, ‘Cumhuriyet’ okuyan solcu, bu gazetelerden biri elinde karşı tarafa yakalanırsa yandı. Her akşam karşı tarafa göz dağı vermek için kurtarılmış bölgelerin tam hudutlarında dolu dolu silahlar sıkılırdı. Örgütler oldu ki o gece karşı taraftan bir adam öldüremediler, kendi arkadaşlarından öldürür karşı tarafın üzerlerine atarlardı. Tertemiz bıraktığım ülkemi döndüğüm zaman işte bu şekilde bulmuştum.
Emniyet Müdürü değişmiş, Asayiş Şube Müdürü de Salih Dost olmuştu. Beni yine Cinayet Masasına verdiler. Eski arkadaşlarımdan iki kişi kalmıştı ve memur sayısını çoğaltmışlardı. Kısım Amiri O. Behiç Soytürk olmuştu. Bir gün Dağlıoğlu Mahallesinde Ali isimli sakallı bir polis arkadaşımla birlikte takip ettiğimiz bir cinayet olayını araştırmak için pastane de otururken, birden bire yanımızda altı kişilik bir gurup oluştu. Bunlar pastanede kimlik kontrolü yapıyorlardı. Tiplerine baktık polis değillerdi. Zaten o zaman poliste Kaleşinkof makineli tüfek hiç yoktu. Bu şahısların hepsinin omzundan asılı bu tüfeklerden vardı. Karşı koymamız hiç mümkün değildi. Kaçabilmemiz de mümkün değildi. Ben üzerimdeki polis kimliğimi atacaktım, onu da beceremedim. Daha sonra çoğaldılar 10-12 kişi oldular.

Beni ve arkadaşım Ali'yi yakaladılar. Tabancalarımızı ve kimliklerimizi aldılar. Gözlerimizi çok pis kokan bir bezle bağladılar. Dört beş dakika yaya yürüttükten sonra bir arabaya bindirip bir yere götürdüler. Bu gittiğimiz yeri hala bilmiyorum. Bir evin içinde, bir odanın kapısında beklerken gözlerimizi açtılar. Demek ki kimliklerimizi içeri vermişler ki; bizi çağırdılar. Kısa boylu, esmer, pos ve gür bıyıklı, zayıf 45 yaşlarında keskin bakışlı bir adam masanın başında oturuyordu. Benimle yakaladıkları Ali isimli sakallı Polis Memuru arkadaşımın memleketi Tunceli imiş. Adamın elinde bizim kimliklerimiz vardı ve tabancalarımız da masasının üzerinde duruyordu. Konuşmasına göre Yabancı, Suriye veya Irak lı olabilirdi. Arkadaşım Ali ile biraz konuştuktan sonra, "Bu Rize li arkadaşında bizden mi? diye sordu. Ali de "Bizden, bizden hem de çok aşırı." dedi. "Yoldaş polislere selam söyleyin" dedi. Tunceli'li Ali isimli arkadaşıma bir can borum var. Zaten hayatımda tek borcum da odur. Gözlerimizi tekrar bağladılar. Yarım saat kadar araba ile götürdükten sonra bizi yere indirdiler. Gözlerimizi açtığımız zaman Yağcami yakınlarında olduğumuzu anladık.

Tabancalarımızın fişeklerini almışlardı. Topu topuna beş saat kadar esirleri olduk. Zaten bir ay filan sonra da 12 Eylül Darbesi oldu. Onun için her zaman söylerim; şu ülkemde Allahım bana düşman askeri ni göstermesin. Sade bana değil, hiç kimseye göstermesin. Bu ülkede yaşayan Rum'a, Ermeni'ye, bütün halka ve hatta düşman askeri gelmesini isteyenlere dahi göstermesin. Bir darbe oldu diye kendi askerimizden rahatsız oluyoruz da, düşman askeri ne demektir siz bilir misiniz?

30 Nisan 2012 Pazartesi

İNSANDA ŞANS

İngiliz Bilim adamına sormuşlar; “Dünyada en çok ne isterdiniz?” Adam cevap vermiş: “Şansım olsun yeter.”
Kime yetmez ki?

Fakat her isteyen şanslı olamaz. Allah insana şansını daha doğmadan verir. Daha iyi anlaşılması için bir hikaye anlatacağım.
Vaktiyle Anadolu da Köyün birinde yaşayan çok yoksul bir adam varmış. Yoksulluk iyice canına tak etmiş ki iş aramağa başlamış. Uzun süre iş bulamayınca daha da yoksullaşmış. Başka bir köyün ağası “Git koyunlarımı  otlat karnını doyururum.” Demiş.

Yoksul adam da sevinerek düz ovada ağanın koyunlarının yanına gelince gözlerine inanamamış. Koyunların başında çoban yok. Sağda solda kurtlar, çakallar dolaşıyor fakat koyunlara yaklaşamıyorlar. Koyunlar da bir birlerinden hiç ayrılmadan otlamağa devam ediyorlar. Yalnız koyun sürüsünün üstünde koyu bir bulut kümesi var.
Adam “Sürünün eski çobanı, sürünün eski çobanı!” diye çağırır. Gökten bir cevap gelir; “Bu sürünün çobanı filan yok.”

Adam tekrar sorar; “Peki siz kimsiniz?”
Tekrar cevap gelir; “Ben sürünün üstünde ki bulut kümesi Ağanın şansıyım. Koyunlarını koruyorum.” Der.

Allah Allah adam şaşırır ve “Peki benim şansım nerede?” diye sorar.
Bulut kümesi halinde görünen ağanın şansı adama şöyle söyler; “Senin şansın şu anda Kıbrıs Adasının kıyısında.”

Adam haklı olarak şansına çok kızar ve görmek için Kıbrıs ın yolunu tutar.
Yolda bir ayı rastlar. Adama nereye gittiğini sorar. Adam da şansını bulmağa gittiğini söyler. “Benim başım çok ağırıyor. Sebebini bir sorar mısın? Der.

Biraz daha gidince bir kral rastlar. O da “Tebaam beni dinlemiyor. Sebebini sorar mısın?” der.
Adaya yaklaşınca bir büyük balık rastlar ve benim karnım çok ağırıyor. Nedendir? Öğren.” Der.

Adam gider şansını Kıbrıs adasında söğüt ağacı gölgesinde uyurken bulur. Bağırır çağırır ve  “Ben neler çekiyorum sen buralar da uyuyorsun. Hadi  benimle geliyorsun” deyip alıp götürmek ister. Şansı gitmek istemez “Sen git, ben arkandan gelip seni bulacağım.” Der.

Yolda rastlayan ayı, kral ve balığın dertlerinin çözümlerini de öğrendikten sonra geri dönerek köyüne doğru yola koyulur.
Yol da karnı ağıran balığı görünce “Senin karnında mücevherler varmış. Onun için ağırıyormuş. Gel başına bir iki vurayım geçecek.” Demiş. Balığa dokandığı gibi karnından mücevherler dökülmüş. Her taraf altın ve pırlanta ile dolmuş. Balık “Beni bu dertten kurtardın al mücevherler senin olsun hayatın kurtulur.” Demiş.  

Adam senin mücevherlerine ihtiyacım yok. Benim şansım arkamdan gelecek." demiş.

Biraz daha gidince Kral a tekrar rastlamış "Tebaam beni niçin dinlemiyormuş, öğrenebildin mi" diye sormuş. Ona da sen bekar bir bayanmış sın, onun için seni dinlemiyorlar" diye anlatmış. “Doğrudur ben bayanım gel beraber evlenelim. Sen Kral ol, bende kraliçe olayım, beraber yaşayalım" demiş. Ona da yok. Benim şansım arkamdan gelecek" diyerek yoluna devam etmiş.

Biraz daha yürüdükten sonra ayının yanına gelmiş. Ayı ya bütün olanları anlattıktan sonra balıktan mücevherleri almadığını, kraliçe ile evlenmediğini,  şansının arkasından gelip kendisini kurtaracağını anlatmış.

Ayı kendi baş ağrısını sorunca; "Senin de başının ağrısı geçmesi için, aptal bir insanın kafasını yemen gerekiyormuş" diye söylemiş. Ayı "Sen bu kadar kısmeti tepmişsin. Sen den daha aptal insan hiç olmaz." demiş ve kaptığı gibi kafasını koparıp yemiş.

Şansı sonra gelip bulmuş mu? Yoksa hiç gelmemiş mi? Bilmiyorum. Ayı nın baş ağrısının geçip geçmediğini de bilmiyorum. Bazı insanlar kanaatkar olmağı bilmezler. Aza kanaat getirmezler. Anlayanlar bu hikayeden alsınlar derslerini, anlamayanlara yine sözüm yok. İstedikleri gibi yapsınlar. Onların şansları arkadan gelip bulacak. BEKLESİNLER….

29 Nisan 2012 Pazar

PİJAMALI HIRSIZ

1973 yılı Adana Gazipaşa Mahallesinde hırsızlık olayları sürerken bana da verilmiş bir görev vardı. Bunları yakalamadan uyuyamazdım. Hatta eski kurnaz polisler biz çaylaklara akıl veriyorlar. "Çok çalışanın işini, çalışmayanın maaşını artırırlar. Unutmayın" diyorlardı. Ben onur meselesi yapmış yırtık pırtık trenci elbisesi üzerimde, tebdili kıyafet sabaha kadar o sokaklarda yaya olarak dolaşıyordum. Birlikte çalışacağımız görev arkadaşım da kumarhanelerde kumar oynuyordu.

Yoruldum mu yanına gidip çay içtikten sonra tekrar sokaklara dönüyordum. Geçen anlattım işte o zamanlar beni hırsız diye mahaleli yakalamak istemişti. Aynı mahallede bir gece saat 03.00 sıralarında etrafı kolaçan ederek boş sokaklarda yürürken, köşeyi döndüğümde arkamdan gelen iki kişi hızlı adımlarla beni geçerek iler ki sokaktan sağ tarafa döndüklerini gördüm. Kendilerinden şüphelendiğim için bende arkalarından aynı yöne döndüm. Hayret önümde gidenler kayıp olmuştu. Artık o sokaklarda aceleyle dolaşarak bu iki kişiyi ararken, arada bahçe içlerine girip kapıları yokladığımda oluyordu. Allah tan bu durumu kimse görmüyordu. Görseler kesin hırsız diye geçen ki gibi beni yakalarlardı. Büyük cahillik her neyse, öylece deli dana gibi dolanırken, bir bahçede pijama giyinmiş bir adam gördüm. "Hemşerim az evvel iki adam geçtiler. Onlar hangi eve girdiler? Veya ne tarafa gittiler?" diye sordum. Sağ tarafı gösterdi "Eve girmediler, şu tarafa gittiler." dedi. Hayret ben oraya gelmeden gösterdiği taraflara bakmış, hiç giden gelen görmemiştim. "Sen bu saatte niçin dışardasın?" diye sordum. "Dişim ağırıyor ağabey yatamadım" dedi. Yanına gittim. Hakikaten yanağının sol tarafı şişmişti. Özür diledim ve "Ben polisim o iki kişiyi arıyorum" dedim ondan ayrılarak sokağa çıktım. Biraz sonra içime kurt düştü geri döndüm. Hayret O pijamalı adamda bıraktığım yerden yok olmuştu. Bahçe içinde telaşla ararken, merdiven altında pantolonunu giyerken gördüm.

Tabancamı üzerine tevcih ederek "Kaldır ellerini, teslim ol" dedim. "Tamam ağabey" dedi. Hala daha yanağının sol tarafı şişikti. Yanına gidince de bana vurup kaçmak istedi. Kısa bir boğuşmadan sonra kelepçe taktım. O boğuşma esnasında ağzından koskoca bir pamuk parçası düştü. Görenlere yanağını şiş göstermek, onları kandırmak için ağzına pamuk almış. Dişi filan ağırdığı yok. Hırsız arkadaşı evin içinde o da gözcülük ediyormuş.
İkisini de birbirlerine kelepçeledim ve bir taksi ile keyifli keyifli sabah karşı Karakola getirdim. Şahısları Hırsızlık Bürosuna teslim ettik. 70-80 civarın da ev hırsızlığı yapmışlar. İtiraf ettiler ve bir süre mahalle sakinleri huzura kavuştular.