SAYFALAR

21 Haziran 2012 Perşembe

BABALAR GÜNÜ

17 Haziran 'Babalar Günü' imiş. Ben unuturum zaten ve öyle şeyleri hiç takip etmem. Hepsi sağ olsunlar herkes kutladılar. Gönlümüzü yaptılar hepsine çok çok teşekkürler ederim. Fakat kelimelerle anlatamayacağım çok önemli bir olay oldu. 17.06.2012 tarihinde kurs öğretmenim "Yarın(Pazartesi günü) saat 10.00da kurs yerine gitmemi ve orada bilgisayarla ilgili çok önemli bir detay öğreneceğimi" söyledi. Saat tam 09.45 te gittim. Daha sonra diğer kurs arkadaşlarım; Erol Bey ve Mehmet Bey'de geldiler, üç kişi olduk, konuyu onlarda bilmiyorlardı. Hatta Mehmet Bey çok çalışkan öğrenci ya leptap ı ile birlikte gelmişti. Öğretmenimiz Ofisinde yoktu. Ben Allah var kimseye bir şey söylemedim fakat 'Öğretmenimle konuştum da babalar günümü kutlamadı' diye düşünüyordum. Birden kapı açıldı. İçeri Kurs öğretmenimiz Nalan Arslan önde, arkada kanun elinde Başar Bilge isminde bir müzisyen ve Gençlik Merkezinin Halkla İlişkiler Danışmanı Selvihan Tekin içeri girdiler. Arkadan yaş pasta gazoz getirdiler. Kanun çalıp, yaş pasta kesildi ve orada bizim BABALAR GÜNÜMÜZ kutlandı. Birer de hediye verdiler. Ben kendilerine teşekkür edemiyorum. Çünkü o yaptıkları ince düşünce ve hareket hiç bir teşekkür ile karşılanmaz. Teşekkür bazen böyle konularda çok aciz kalıyor. Keşke daha başka bir kelime olsa da kendilerine söyleyebilsem. Arkadaşın biri içerde kendimi zor tuttum dedi ve gözleri yaşardı. Her ne diliyorsa Yüce Rabbim kendilerine versin, o saf temiz yüreklerini kötülerle karşılaştırmasın.

20 Haziran 2012 Çarşamba

KOVDULAR

1972 yılında er öğretmen olarak köyde askerliğimi bitirdim. Üniversite tahsili için tayınımı Ankara ya istedim. Fakat beni kervan geçmez kuş uçmaz bir köye verdiler. Nallıhan İlçesi Yukarıtepe Köyü. Göreve başlamak için gittiysem de durum iç açıcı olmayınca geri Rize’ye geldim. Torpil nasıl olur bilmediğimden başka çareler aramağa başlamıştım.

Bir gün Rize de Mustafa isimli öğretmen arkadaşımla dolaşıyorduk. Rize Emniyet Müdürlüğü önünden geçerken, Mustafa bana "Recep sen çok iyi polis olurdun" dedi. Hiç aklımda olmadığı halde polisliği aklıma düşürdü. O gece sabaha kadar düşündüm. Hem polislik yapar hem de yarım kalmış üniversite tahsilimi bitiririm düşüncesiyle ertesi gün bilgi almak için saat 16.30-17.00 sıralarında Rize Emniyet Müdürlüğüne gittim. 

Alt kat koridorda yürürken sağ tarafta ‘Müdür’ diye yazan bir oda vardı. Nasıl olacağını bilmediğim için ulu orta hemen kapıyı iki tıklattım ve içeri girdim. İçerde sivil bir şahıs oturmuş önünde ki evraklarla ilgileniyordu. "Efendim polis olmak için bilgi alacaktım." dedim. Adam bana tahsilimi ve ne iş yaptığım gibi birkaç şeyler sorarak biraz konuşturdu ve "Çık yukarı Başkomiser Ahmet Bey var, O na söyle hemen işlemlerini yapıp dosyanı tamamlasınlar ve bugün imtihana girenlere yetiştirsinler" dedi.

Yukarı çıktım. Üst katta geniş bir salon ve bu salonda daktiloların başında oturup yazı yazan ve sohbet eden 10-15 tane resmi ve sivil elbiseli polisler vardı. İçlerinde belki amirlerde vardı fakat ben bu mesleğe yabancı olduğum için kim amir, kim memur bilmiyordum. Şimdiye kadar hiç ilgi de duymuyordum.

Orada oturan resmi giysili bir memura başımı uzatarak gizlice Ahmet Bey’i sordum. Yan tarafta oturan ve benim kimi sorduğumu duyan sivil elbiseli, şişkomu şişko, oturduğu koltuğa sığmayan, dişleri som altın bir adam sorduğum adamın cevabını beklemeden bana; "Ne var ne yapacaksın, Ahmet Beyi? Ahmet Bey benim” dedi, sert bir şekilde. “Ağabey polisliğe müracaat” dedim ve daha sonunu getiremeden bana “Senden polis molis olmaz defol git. Beni ayağa kaldırma ha" diye bağırdı. O sorduğum poliste öyle durgun durgun yüzüme bakarak sanki çaresiz olduğunu anlatır gibi bir tavır takındı. Eyvah öyle korktum ki. Ben nereye gelmiştim? Daha kimseye bir şey sormadım. Geri döndüğüm gibi o merdivenlerden aşağı koşarak indim. En kısa yoldan kapıyı bulup kendimi nasıl dışarı atarım onu düşünüyordum.

Tam koridor da hızlı adımlarla biraz gitmiştim ki, beni Ahmet Bey'e yollayan o ilk yanına girdiğim adamı gördüm. Omuzunda bir havlu ile gömleğinin kollarını kıvırmış olarak bana doğru geliyordu. Galiba sağ tarafımda ve arkamda bulunan lavaboya gidecekti. Ben yukarıdan kaçıyorum ya, az kalsın kendisine çarpacaktım. Ona çarpmadan biraz geçmiştim ki o beni tanıdı ve biraz şaşkınca; "Dur bakalım, Ne var? Ne oldu? Neden kaçıyorsun delikanlı?" diye sordu. 

Ben korku ile arkama baka baka "Efendim benden polis olmazmış. O Ahmet Bey öyle dedi. Elinden zor kurtuldum, kaçıyorum" dedim. "Gel bakıyım benimle" dedi ve daha lavaboya gitmekten vaz geçti. Geri döndü, öyle boynunda ki havlu ile merdivenlerden yukarı yürümeğe başladı. Aha da sana iş şimdi. "Çıkmayın efendim, O çok sinirli. Üstüne gitmeyin. Ben sebep olmayım, polis olmazsam da olur, siz benden sebep kötü olmayın." filan dedim. 

Adam hafif gülümser gibi yaptı ve "Gel bakalım kardeşim, gel, biz bu polislerin kültür seviyesini işte onun için yükseltmek istiyoruz." dedi. Beni zorla geri çevirdi ve O önde ben arkada yukarı çıktık. Ben sağa sola bakıyor, acaba ne olacak, ben ne yapacağım diye düşünüyordum. Çünkü görmüştüm Ahmet Bey’in masasının üzerinde bir tabanca duruyordu. Yanımda ki adam gömlekçe ve üzerinde hiç tabanca filan yoktu.

Düşündüğüm gibi olmadı. Bu adamı gören herkes ayağa fırlıyor. Esas duruşa geçiyorlardı. Benim kalbim küt küt diye atıyordu. Adam önümde ben arkasında, bankonun önüne kadar gittik. İçerden bir memur koşarak kapıyı açtı. Oturdukları yere içeri tarafa girdik ve Ahmet Beyin oturduğu yere doğru gittik. Ahmet Bey bu adamı daha kapıdan görür görmez çabalıyor fakat şişmanlıktan bir türlü ayağa da kalkamıyordu. Kalkarken tökezledi ve zor bela ayağa kalktı, esas duruşa geçti. “Buyurun Müdürüm. Emirleriniiiz!” diye bağırdı. Bir taraftan da beni süzüyordu. 

Beni getiren adam önce Ahmet Bey’e bir şey demedi. Orada ki diğer memurlara beni göstererek; "Bu çocuğun işlemlerini hemen bitirin. Bugün imtihana giren adaylara yetiştirin. Yarın rapor için hastaneye yollayın." dedi. Ve döndü Ahmet beye; "Emekli ol defol git. Ben seni koparacağım fakat çocuklarına acıyorum." dedi. Allah Allah o sinirli canavar gibi adam Ahmet Bey ve diğerleri bu adamın karşısında sadece "Baş üstüne. Emredersiniz." diyorlardı. Bu adam acaba kimdi? Yoksa adam filan değil, başka bir alemin korkulacak bir yaratığı mıydı? Hiç öyle korkulacak bir adama da benzemiyordu. Bu adamdan niçin böyle korkmuşlardı? O gün hiçbir şey anlamadım.

O akşam bütün işlemlerim bitti. Hatta Trafik Şube Müdürü yoktu. Evrakları ve tuttukları raporları gece onun evine götürüp imzalattılar. Ertesi gün Sağlık Raporu için Erzurum'a Askeri Hastaneye heyete yolladılar.

Meğer o adamla gittiğimiz yer Üçüncü Şube imiş. Ahmet Bey de orada Başkomiser ve Üçüncü Şube Müdürlüğüne bakıyormuş. Polis Aday Bürosu Üçüncü Şubeye bağlı olduğundan orasının da Amiri imiş. Sonradan kendisi ve oradaki memurlar beni karşılarına oturttular. Üst üste çay içiriyorlar, sigara kahve ikram ediyorlar, o kadar sevdiler ki gitmemi hiç istemiyorlardı. Doğru olayı ne kadar anlattıysam da hiç kimseyi inandıramadım. "Madem o kadar torpilli idin, niçin baştan bize söylemedin, kardeşim? Diye bana sitem ediyorlardı. Bana zorla sicil numaralarını veriyorlar, torpil yapmamı istiyorlardı.

Sonra öğrendim ki kaçarken rastladığım, benim elimden tutup ta yanın da yukarı getiren ve polis olmamı sağlayan O adam; Rize İl Emniyet Müdürü Yusuf Aksu imiş. İlk defa bilmeden yanına girmişim. Kendilerine buradan bir kez daha hürmet ve saygılarımı iletiyorum. Ölmüşse rahmetler diliyorum. Ömrümde nasıl olduysa bilerek veya bilmeyerek yaptığım tek torpil budur. İşlerimin yürümesi için sahtelik yaptım fakat hiç torpil yapamadım. Çünkü benimle ilk karşılaşan adam, beni hiç sevmez, nedense gıcık kapar. Belki de Ahmet Bey de benden gıcık kaptığı için kovmuştu. Ona da sağ ise saygı, ölü ise rahmetlerimi yolluyorum.





18 Haziran 2012 Pazartesi

SUÇLULAR NEZARETTE

1974 yılı Ağustos Ayları. Adana Cinayet Masası. Tek arabamız olduğu için sabahları araba Kısım Amirini almağa Denizli Mahallesine gider ve o güzergahta oturan arkadaşlar ile Kısım Amirini alır, Kısma getirirdi. Diğer arkadaşlar  kendi imkanları ile Büroya gelirlerdi. Bir sabah göreve gitmek için Topel dolmuşları son durağa geçtim. Durak Göğüs Hastanesinin hemen altında evime de çok yakındı. Dolmuşla Emniyet Müdürlüğüne giderken Küçük saatın ilerisinde büyük bir kavga gördüm. Hemen dolmuştan indim.

Kavga da değil bir kaç kişi bir adamı öldüresiye dövüyorlardı. Adamların hiç birini tanımıyordum. Biraz seyrettikten sonra dayanamadım, ayırmak istedim. "Sana ne lan" deyip bana da saldırdılar. Polis filan dediysem de "Polis sen Allah mı oldun lan!" dediler ve bana da vurmağa başladılar. Ben de onlara vurmağa başladım. Orada bulunan herkes seyrediyorlar hiç kimse bizlere yardım etmiyorlardı. Meğer bunların belalı adamlar olduğunu o civarda bilmeyen yokmuş.

Ne ise bende kavgaya ister istemez girmiş oldum. Orası Kış taksi durağının önü ve kalabalıktılar. Beni ve tanımadığım o adamı iyice benzettiler. Bizler de dövdük fakat onlar kalabalık ağız burunlarımızı kırdılar. Bir baktım resmi bir polis jipi geldi. O mıntıkanın Karakol amiriymiş. Dört tane polis memuru ile birlikte geldiler. Tam kurtulduk diye sevinirken Karakol Amiri Başkomiser o adamlardan birisine "Necmi Ağabey bu şerefsizler kim, size mi saldırdılar?" dedi. O Necmi dediği adam da "Evet Amirim." dedi. Baktım Kış Taksi durağı çalışanları, yanı kavga ettiğimiz adamların hepsi Adnan Başkomiserin adamları. İçlerinden bir polise gizlice sordum; "Neler oluyor kardeşim?" diye. "Sen polis misin? Polis isen sakın söyleme. Karakolda barıştırıp hepinizi bırakır. Eğer söylersen, bu Başkomiser seni yakar kardeşim." dedi.

O benden önce dövdükleri adam Erzurumlu imiş. Ben de olaya karışınca ben de dayaktan nasibimi almışım tabi. Başkomiser o Erzurumluyu ve beni polis arabasına aldı. Durak sahibi Necmi'ye "Sonra karakola gelin." dedi ve oradan ayrıldı. Karakol da bizleri öyle kanlı filan nezarete attılar. Ben nezaretten seslerini duyuyordum. Duraktan bir kaç adam geldiler. Bizden davacı oldular. Çay bardakları, ifade, daktilo ve gülüşme sesleri nezaretten duyuluyordu. Baktım pabuç pahalı. Yaptığı fezlekeye göre belki de meslek hayatım sönecek.

Nezaretin küçük penceresinden koridora bakarken sivil bir adamın süpürge ile yerleri yavaş yavaş süpürdüğünü gördüm. Alçak sesle çağırdım. Bir sert yaptı bana, bağırdı ve pencereye de usulca yaklaştı. Sonraları kendisini tanıdım. Antepli Şahin isimli gece bekçisi imiş. Her gün Karakolda bulunup, temizlik ve getir götür işleri yaparmış. Avucumun içinde elli lira para uzattım ve "Bu senin hakkın, kimseye söyleme. Koy cebine. Şu on lirayı da al, yol parası yap. Bir taksiye bin. Bu notu götür Asayiş Şube Müdürü nün kendisine veya kapısında bekleyene ver" dedim. O zaman Murat 124 lerle şehir içi beş lira idi. Zaten Emniyet Müdürlüğü de oraya yakındı. Yürüyerek on dakikaya gidebilirdi. Paraları aldı. "Dakikada bir tuvalete çıkılmaz lan. Daha yeni girdiniz buraya." diye bana bir daha  bağırdı ve kayıp oldu, gitti. Ben kendisine yine dikkat ederken daha hiç göremedim.

Ben ve şoförlerin dövdükleri O Erzurum lu adam nezarette endişeli beklerken, sanıklarla muhabbet ve çay bardak sesleri hala nezaretten duyuluyordu. Bir saat kadar sonra Asayiş Şube Müdürü nün sesini nezaretten duydum. Yardımcısı Emniyet Amiri Sami Bey ile Karakola gelmişlerdi. Beni belki de tanımaz fakat ilk etapta olayı benden duyması iyi olurdu. O bekçi notumu kendisine iletmiş anladım. Yoksa gelmezdi sabah o saatlerde Karakola. Notta aynen şöyle yazmıştım; "Sayın Müdürüm, şu anda haksız bir nedenle Hürriyet Karakolunda nezaretteyim. Gerçeği anlamanız için bizzat kendinizin gelmenizi ve durumu incelemenizi bilgilerinize arz ediyorum. Cinayet Bürosu Polis Memuru Recep"  Saygı değer Asayiş Şube Müdürü Adil Bey Karakol Amirine sordu. "Herhangi bir olay var mı?" "Yok Müdürüm basit bir darp olayı var. Durakta şoförleri dövmüşler. Sanık iki kişiyi yakaladım, nezarettedirler." dedi.

Asayiş Şube Müdürü Nezaretin kapısına kadar geldi ve; "Açın bakıyım nezareti." dedi. Açtılar. Hep birlikte içeri geldiler. Diğer o duraktan gelenlerin sesleri kesilmiş, ayağa kalkmış öyle bekliyorlardı. Yanımda ki dayak yiyen Erzurum lu da hayretler içerisinde olup bitenleri seyrediyor bir taraftan da titriyordu. Müdür Karakol Amirine tekrar sordu "Suçlular bunlar mı?" "Evet Müdürüm" dedi. "Üstlerini aradın mı?" "Aradık suç unsuru yok Müdürüm" dedi. Müdür Bey bana döndü ve elini uzatarak; "Recep tabancanı ver." dedi. Hemen 38 kalibre, iki inçlik Simit Wesson marka tabancamı çıkardım ve avucumun içinde tutarak kendisine uzattım. Karakol Amirine "Bu ne Adnan Bey? Bu adamı nezarete silahı ile birlikte niçin koydun?" dedi. Adnan Bey kem küm ederken Müdür Bey geri bana döndü ve "Silahını beline koy Recep." dedi. Konuyu dinleyip iyice anladıktan sonra bir ekibe anons ederek Karakola çağırdı. O ilk dayak yiyen Erzurum lu garibanı onlara teslim etti. Hastanede sağlık kontrolunden geçirilip haklarında yasal işlem başlatıldı. O kendisini dövenleri teşhis etti ve olaya karışan kendisini döven şoförleri hepsini yakaladılar. 

Başkomiserin de ortak olduğu önemli bir suç tespit edildi. Karakol Amirini açığa aldılar ve hakkında soruşturma başlattılar. Yaşı dolmuştu emekli oldu. Sonra hapislik cezası aldı. Benim notumu Müdüre götüren o gece bekçisi Antepli Şahin " Yolladığın notta okudum,  sen madem polismiş sın verdiğin şu elli lirayı geri al. Ne olursun rahat edemiyorum, ağabey" dedi. Kendisine elli lira daha verdim, "Helal olsun. Korkma sana bir şey olmaz." Dedim.