SAYFALAR

30 Nisan 2012 Pazartesi

İNSANDA ŞANS

İngiliz Bilim adamına sormuşlar; “Dünyada en çok ne isterdiniz?” Adam cevap vermiş: “Şansım olsun yeter.”
Kime yetmez ki?

Fakat her isteyen şanslı olamaz. Allah insana şansını daha doğmadan verir. Daha iyi anlaşılması için bir hikaye anlatacağım.
Vaktiyle Anadolu da Köyün birinde yaşayan çok yoksul bir adam varmış. Yoksulluk iyice canına tak etmiş ki iş aramağa başlamış. Uzun süre iş bulamayınca daha da yoksullaşmış. Başka bir köyün ağası “Git koyunlarımı  otlat karnını doyururum.” Demiş.

Yoksul adam da sevinerek düz ovada ağanın koyunlarının yanına gelince gözlerine inanamamış. Koyunların başında çoban yok. Sağda solda kurtlar, çakallar dolaşıyor fakat koyunlara yaklaşamıyorlar. Koyunlar da bir birlerinden hiç ayrılmadan otlamağa devam ediyorlar. Yalnız koyun sürüsünün üstünde koyu bir bulut kümesi var.
Adam “Sürünün eski çobanı, sürünün eski çobanı!” diye çağırır. Gökten bir cevap gelir; “Bu sürünün çobanı filan yok.”

Adam tekrar sorar; “Peki siz kimsiniz?”
Tekrar cevap gelir; “Ben sürünün üstünde ki bulut kümesi Ağanın şansıyım. Koyunlarını koruyorum.” Der.

Allah Allah adam şaşırır ve “Peki benim şansım nerede?” diye sorar.
Bulut kümesi halinde görünen ağanın şansı adama şöyle söyler; “Senin şansın şu anda Kıbrıs Adasının kıyısında.”

Adam haklı olarak şansına çok kızar ve görmek için Kıbrıs ın yolunu tutar.
Yolda bir ayı rastlar. Adama nereye gittiğini sorar. Adam da şansını bulmağa gittiğini söyler. “Benim başım çok ağırıyor. Sebebini bir sorar mısın? Der.

Biraz daha gidince bir kral rastlar. O da “Tebaam beni dinlemiyor. Sebebini sorar mısın?” der.
Adaya yaklaşınca bir büyük balık rastlar ve benim karnım çok ağırıyor. Nedendir? Öğren.” Der.

Adam gider şansını Kıbrıs adasında söğüt ağacı gölgesinde uyurken bulur. Bağırır çağırır ve  “Ben neler çekiyorum sen buralar da uyuyorsun. Hadi  benimle geliyorsun” deyip alıp götürmek ister. Şansı gitmek istemez “Sen git, ben arkandan gelip seni bulacağım.” Der.

Yolda rastlayan ayı, kral ve balığın dertlerinin çözümlerini de öğrendikten sonra geri dönerek köyüne doğru yola koyulur.
Yol da karnı ağıran balığı görünce “Senin karnında mücevherler varmış. Onun için ağırıyormuş. Gel başına bir iki vurayım geçecek.” Demiş. Balığa dokandığı gibi karnından mücevherler dökülmüş. Her taraf altın ve pırlanta ile dolmuş. Balık “Beni bu dertten kurtardın al mücevherler senin olsun hayatın kurtulur.” Demiş.  

Adam senin mücevherlerine ihtiyacım yok. Benim şansım arkamdan gelecek." demiş.

Biraz daha gidince Kral a tekrar rastlamış "Tebaam beni niçin dinlemiyormuş, öğrenebildin mi" diye sormuş. Ona da sen bekar bir bayanmış sın, onun için seni dinlemiyorlar" diye anlatmış. “Doğrudur ben bayanım gel beraber evlenelim. Sen Kral ol, bende kraliçe olayım, beraber yaşayalım" demiş. Ona da yok. Benim şansım arkamdan gelecek" diyerek yoluna devam etmiş.

Biraz daha yürüdükten sonra ayının yanına gelmiş. Ayı ya bütün olanları anlattıktan sonra balıktan mücevherleri almadığını, kraliçe ile evlenmediğini,  şansının arkasından gelip kendisini kurtaracağını anlatmış.

Ayı kendi baş ağrısını sorunca; "Senin de başının ağrısı geçmesi için, aptal bir insanın kafasını yemen gerekiyormuş" diye söylemiş. Ayı "Sen bu kadar kısmeti tepmişsin. Sen den daha aptal insan hiç olmaz." demiş ve kaptığı gibi kafasını koparıp yemiş.

Şansı sonra gelip bulmuş mu? Yoksa hiç gelmemiş mi? Bilmiyorum. Ayı nın baş ağrısının geçip geçmediğini de bilmiyorum. Bazı insanlar kanaatkar olmağı bilmezler. Aza kanaat getirmezler. Anlayanlar bu hikayeden alsınlar derslerini, anlamayanlara yine sözüm yok. İstedikleri gibi yapsınlar. Onların şansları arkadan gelip bulacak. BEKLESİNLER….

29 Nisan 2012 Pazar

PİJAMALI HIRSIZ

1973 yılı Adana Gazipaşa Mahallesinde hırsızlık olayları sürerken bana da verilmiş bir görev vardı. Bunları yakalamadan uyuyamazdım. Hatta eski kurnaz polisler biz çaylaklara akıl veriyorlar. "Çok çalışanın işini, çalışmayanın maaşını artırırlar. Unutmayın" diyorlardı. Ben onur meselesi yapmış yırtık pırtık trenci elbisesi üzerimde, tebdili kıyafet sabaha kadar o sokaklarda yaya olarak dolaşıyordum. Birlikte çalışacağımız görev arkadaşım da kumarhanelerde kumar oynuyordu.

Yoruldum mu yanına gidip çay içtikten sonra tekrar sokaklara dönüyordum. Geçen anlattım işte o zamanlar beni hırsız diye mahaleli yakalamak istemişti. Aynı mahallede bir gece saat 03.00 sıralarında etrafı kolaçan ederek boş sokaklarda yürürken, köşeyi döndüğümde arkamdan gelen iki kişi hızlı adımlarla beni geçerek iler ki sokaktan sağ tarafa döndüklerini gördüm. Kendilerinden şüphelendiğim için bende arkalarından aynı yöne döndüm. Hayret önümde gidenler kayıp olmuştu. Artık o sokaklarda aceleyle dolaşarak bu iki kişiyi ararken, arada bahçe içlerine girip kapıları yokladığımda oluyordu. Allah tan bu durumu kimse görmüyordu. Görseler kesin hırsız diye geçen ki gibi beni yakalarlardı. Büyük cahillik her neyse, öylece deli dana gibi dolanırken, bir bahçede pijama giyinmiş bir adam gördüm. "Hemşerim az evvel iki adam geçtiler. Onlar hangi eve girdiler? Veya ne tarafa gittiler?" diye sordum. Sağ tarafı gösterdi "Eve girmediler, şu tarafa gittiler." dedi. Hayret ben oraya gelmeden gösterdiği taraflara bakmış, hiç giden gelen görmemiştim. "Sen bu saatte niçin dışardasın?" diye sordum. "Dişim ağırıyor ağabey yatamadım" dedi. Yanına gittim. Hakikaten yanağının sol tarafı şişmişti. Özür diledim ve "Ben polisim o iki kişiyi arıyorum" dedim ondan ayrılarak sokağa çıktım. Biraz sonra içime kurt düştü geri döndüm. Hayret O pijamalı adamda bıraktığım yerden yok olmuştu. Bahçe içinde telaşla ararken, merdiven altında pantolonunu giyerken gördüm.

Tabancamı üzerine tevcih ederek "Kaldır ellerini, teslim ol" dedim. "Tamam ağabey" dedi. Hala daha yanağının sol tarafı şişikti. Yanına gidince de bana vurup kaçmak istedi. Kısa bir boğuşmadan sonra kelepçe taktım. O boğuşma esnasında ağzından koskoca bir pamuk parçası düştü. Görenlere yanağını şiş göstermek, onları kandırmak için ağzına pamuk almış. Dişi filan ağırdığı yok. Hırsız arkadaşı evin içinde o da gözcülük ediyormuş.
İkisini de birbirlerine kelepçeledim ve bir taksi ile keyifli keyifli sabah karşı Karakola getirdim. Şahısları Hırsızlık Bürosuna teslim ettik. 70-80 civarın da ev hırsızlığı yapmışlar. İtiraf ettiler ve bir süre mahalle sakinleri huzura kavuştular.

28 Nisan 2012 Cumartesi

BENİ YAKALADILAR

1973 yılı yer Adana. Genç ve tecrübesiz tam anlamıyla çaylak bir polis memuruyum. Adana Bağlar Karakolunda görev yapıyorum. Kendi bölgemiz Gazi Paşa Mahallesindeki müstakil bahçeli bu şirin evlerde her gece hırsızlıklar oluyor. Halı kilim ne varsa hırsızlar alır götürürlerdi. Vatandaş ile birlikte biz polisler de bu duruma illellah demiştik. Baş edemez olmuştuk. Karakol Amirimiz İbrahim Uzun beni ve Polis Memuru Hasan Hüseyin'i çağırdı. "Sizlere görev veriyorum. Hiç kimse görevinizi bilmeyecek. Karakola gelmeyin. Ne yaparsanız yapın bu hırsızları yakalayın." dedi.

Zaten dört-beş aylık karakol görevim esnasında bu görev çok hoşuma gitmişti hırsızları yakalamak için çırpınıyordum. Arkadaşımla bir kaç akşam kendimize göre bazı acemi uygulamalar yaptık. İnşaatçı elbiseleri giyerek o sokaklarda voltalar attık fakat buralar mahalle olduğu için gece pek öyle boş gezenler bulunmuyor, bizlerde ortada kalıyor, herkesin dikkatini çekiyoeduk. Sabahlara kadar o sokaklarda dolandık. Bir netice alamadık. Beş altı gün sonra arkadaşım "Hırsızlar kumarhanelere giderler biz de oralara takılalım" dedi. O benden kıdemli ve çok kurnaz bir polisti. Beş on gün kulüp ve kumarhanelere  takıldık. Fakat baktım ki arkadaşım biraz kumar meraklısı. O oyun oynarken ben sandalyelerin üzerinde uyukluyorum. Bir kaç gün sonra O kumar oynayıp kumarhanelere takılırken ben yalnız başıma gider, o sokaklarda dolanır, hırsız yakalamak için çareler arardım.

Bir gece saat 04.00 sıralarında, hırsızlığın yoğun olduğu caddelerden birinde yürürken, çevremde hiç kimse yoktu. Birden önümde bir genç adam peydah oldu. Nereden çıktığını anlayamadan önümde yürürken görmüştüm. Tam sokakların kesiştiği yerde adamı kayıp ettim. Az ilerde bir bahçe duvarının içinde kapı girişinde 45 yaşlarında bir adam duruyordu. Yanından geçerken adamla konuştum. Hangi evde oturduğunu, ne iş yaptığını sordum. Polis memuru olduğumu, önümde bir adam gittiğini görüp görmediğini, şüphelendiği kimselerin olup olmadığını sordum. Hiç kimseden şüphelenmediğini ve az evvel de kimse geçmediğini, görmediğini söyledi ve adam usulca yanıma doğru yaklaştı. Kimliğimi sordu. Ben de kimliğimi çıkarıp gösterirken birden bire kimliğimi elimden kapıp almak istedi. Kimliğimi kurtarıp cebime koydum. Adam bu sefer bana saldırdı. Kelepçenin bir tarafını şahsa takmıştım ki, bir anda nerden geldiklerini göremediğim bir alay insan çevremi sardılar. Bana ilk saldıran adamın biraz sarhoş olduğunu fark etmiştim. Kelepçenin diğer ucunu da öbür eline güç bela taktım. İki tabancamı da çıkarıp öbür adamların bana yaklaşmalarını önlemek için onlara doğrulttum ve "Yaklaşanı öldürürm." diye bağırdım. Onlar hala beni yakalamak için üstüme üstüme geliyorlardı.

Ey Allahım, ben bu insanların canını malını korumağa çalışırken, bu başıma gelen ne idi? Hemen kelepçe taktığım adamın kolunu kıvırdım. Kendime çektim ve havaya iki el ateş ettim. Baktım polisten filan anlamıyorlar. Silahımı üstlerine çevirdim ve "Ben hırsızım, hepinizi öldürürüm" diye bağırdım. O zaman korktular ve biraz gerilediler. Ben adamı sürükleyerek, orada olan insanlarda beni takip ederek, sokak başına kadar gittik. Bir ticari taksi tesadüfen oraya geldi. İçinden bayan iner inmez hemen suçluyu bindirdim. Taksici bizi almak istemedi. Zorla arabaya bindik. Karakola götürdüm. Biz Karakola gidince o mahallede ki adamlar çoktan karakola gitmiş dolmuşlardı.

Hırsız olmayıp görevli olduğumu o sarhoşa zor anlattık. Adamlar benden özür dilediler ve evlerine döndüler. Bende kumarhaneye arkadaşımın yanına gittim. Ertesi akşamlarda yine gider hırsızları takip eder ve yakalamağa çalışırdım. Bu şekilde çok hırsız yakaladım o bölgede. İşte meslek hayatımda en korktuğum  olaylardan biri bu olay olmuştu.
.