SAYFALAR

2 Ağustos 2012 Perşembe

EFSANE ADAM

1958-59 Yıllarında Fındıklı Orta Okuluna kayıt olduğum ilk yıl bir Okul Müdürümüz vardı. İlk zil çaldığı zaman biz her bölgeden gelen öğrenciler okul bahçesinde toplanarak öğretmenlerin yardımı ile sınıf sınıf sıra olmuş, daha bir birlerimizi tanımadan orada merdivenlerin üzerinde yüksekte durmuş ve bir konuşma yapmıştı; “Çalışmayan, yaramaz çocuklar okulumuzdan mezun olmayacaklar.” Demişti. 
Şirin İlçemiz Fındıklı nın yetiştirdiği değerli bir insan. Eğer öldüyse rahmetlerimi sağ ise saygı ve hürmetlerimi yolluyorum. Fotoğrafı olmadığı için buraya basamıyorum. Onun için de ayrıca özür diliyorum. O benden habersiz, belki de benim yaşadığımı bile bilmiyor, kendisinden bahsedeceğimi hiç aklının ucundan geçirmediği halde, ne mutlu ki ben kendisinden bahsederek herkesin hatırlamasını ve tanımasını istiyorum. Fındıklı Orta Okul Müdürümüz Sayın İbrahim Pehlivanoğlu
İbrahim Pehlivanoğlu, hakikaten her haliyle ve tipik bir Karadeniz yapısıyla saygıya değer, fiziki yapısı ile de soyadı gibi pehlivanlara benzeyen bir insandı. Gerçi biz o zamanlar o çocuk aklımızla belki beğenemezdik veya korkardık fakat hakikaten vatan perver, ender bulunur insanlardan birisiydi. Ertesi yıl Askeri Liseye Müdür olarak gitti dediler, ne derece doğru bilmiyorum.
O yıllarda yerli ve gurbetçi öğrencilerini, yanı köyden inerek çarşıda ev tutup oturan veya devamlı çarşıda ailesiyle birlikte oturan öğrencilerini geceleri saat 12.00 lere, hatta 01.00 lere kadar evlerinde, Müdür Yardımcıları ile aşağı yukarı her gece bizzat kendisi kapı kapı dolaşarak denetleyen ve biz çocukların kötü yollara sapmalarını önlemek için elinden gelen her şeyi yapmaktan çekinmeyen eşine zor rastlanır güzide bir insandı. Öğrenciler terekli lacivert bir şapka takarak dolaşmak mecburiyetinde idiler. Kendisinin öğrencilere yakalarsam asarım, keserim, kovarım süsü verip çok sert görünmesi, ve bunun yanında öğrencilerin işledikleri bazı ağır suçları bile, bilmesine rağmen hiç bilmiyormuş gibi davranarak öğrenciye nasihatler edip yeni bazı şanslar tanıyan ayrı bir idarecilik anlayışı vardı.
Okul içinde ve gece ev kontrollerinde zaman zaman da çeşitli komik olaylar vuku bulurdu tabi. Mesela gece kontrollerinde bizim evimize geldiği zaman yanımıza misafir gelen Esat isimli arkadaşımızın otururken başında okul şapkası olduğunu pencereden görünce içeri girmiş ve “Geri zekalı, gece bu şapkayı neden takıyorsun?” deyip te elinin avuç içi ile şapkayı kaldırınca içinden bir paket köylü sigarasının yere düşmesi ve yakalanması gibi.
Hikayesi çok anlatılırdı, bir gece bahçelerden portakal çalan öğrencileri yakalamış ve onları da af etmiş, hatta öğrencilere “Bizim bahçeye gelip yarıya toplasanız daha iyi olmaz mıydı? Hem biz de faydalanırdık.” Demiş.
Çok iyi niyetli, her zaman öğrencilerin lehine kararlar alır, hiç dövmez, sadece o uzun boyu ve iri yapısıyla yaramazlık yapan veya derslerine çalışmayan öğrencinin önünde durur; sağ elini yumruk eder ve öğrenciye zarar vermeyecek şekilde sol omzuna yukarıdan aşağa yavaşça vurarak “Geri zekalı,Yobaz, Geri zekalı, Yobaz.” derdi. Bu kelimeler onun klişe laflarıydı.
Coğrafya derslerine girer, çok anlaşılır ve iyi bir şekilde ders anlatırdı. Başkalarını bilmem de ben kendisini çok zevk alarak dinlerdim. Zayıf alan öğrenciler için ayrı bir çaba sarf eder herkesin sınıfını geçmesini isterdi. Sınıfımız da iki veya üç de zayıf öğrenciler vardı. Bir derste bu zayıf öğrencilerden Dursunalı’yı tahtaya kaldırdı. “Bak oğlum seninle bir pazarlık yapalım. Sana on tane soru soracağım, bir tanesini bilirsen 10 vereceğim ve sınıfı geçireceğim. Bilmezsen sınıfta kalırsın. Var mısın?” dedi. Dursunalı biraz kısa boylu ve biraz da komik bir yapısı vardı. Tahta da bir ayağını öne doğru atıp gart alır gibi yaptı ve “Söz mü? Mudurum ben varım, evelallah. Sor bakalım.” Dedi ve sınıfta ki öğrenciler huzurunda anlaştılar. Hatta diğer kendisini tanıyan iki yıllık öğrenciler “Hocam Dursunalı bütün soruları bilecek.” Diyerek fikir beyan ettiler. Dursunalı da zaten geçen yıl sınıfta kalmış, iki yıllık öğrencilerden di.
Müdür Pehlivanoğlu başladı sorular sormağa; bir soru sordu, Dursunalı “Eh mudurum falan filan” diyor ama sorunun esas cevabı yok. İkinci soru, üçüncü soru derken dokuzuncu soruya da cevap yok. Sadece “Atatürk ülkeyi kurtardı.” Diyordu. Hiçbir soruyu bilemedi. Anlaşmaya göre geriye sorulacak bir tek soru kalmıştı. “Bak oğlum bu son soru, bunu da bilemezsen günah benden gider, sınıfta kalırsın. Bu son şansın.” Dedi ve son soruyu da sordu:
“Danimarka’nın başkenti neresi. İsmi nedir?” 
Dursunali bu soruyu da bilmiyor, anlaşıldı. Çünkü kem küm diye cevaplar veriyordu. Müdür bey de bir şeyler söylesin de dersini kurtarayım diye düşünüyor olacak ki, ön taraflarda oturan çocukların alçak sesle hatırlatmalarına göz yumuyor ve Dursunalı’ya; “He .. tamam söyle oğlum!” diyordu. Ön tarafta oturan bilhassa kız öğrenciler de “ Kopen, Kopen” deyip hatırlatmağa çalışıyorlardı. Dursunalı da onlardan duyduğu Kopen’i tam olarak anlayamıyor  o da “Kopel, Kopel” anlıyor ve öyle tekrarlayıp duruyordu. Müdür Bey de “Ha tamam oğlum, iyi gidiyorsun, söylüyorsun. Hadi tamamla. Devam et. Sonunu getir.”  diye Dursunali’ye cesaret veriyordu.
Bu şekilde herkes Dursunali'nin dersini kurtarması için yardımlarını devam ettirirken, yine kızlar da alçak sesleriyle Kopen, Kopen deyip hatırlatmalar yapıyordu. ‘KOPE’ den sonrasını ve gerisini bir türlü anlayamayan ve KOPENHAGEN’i hatırlamayan Dursunalı, herkesin zorlamasıyla birden cesaretlendi ve cevabı uydurarak yapıştırdı: “KOPELA MÜDÜRÜM!” dedi.
Müdür Bey hemen kürsüden kalktı ve geldi önünde durdu, sağ elini yumruk edip sol omzuna yukardan aşağı doğru yavaş yavaş vururken bir taraftan da; “Geri zekalı, yobaz! Bana mı diyorsun? Ben miyim Kopela? Ben Pic miyim?” Diye soruyordu.
Not vermedi ve “Geç yerine otur.” Dedi. Dursunalı da sol omuzu aşağıda, sağ omuzu yukarıda öyle yan yan yürürken Müdür Bey tekrar sordu; “Oğlum ne oldu neden öyle yan yürüyorsun?”
“E.. Mudurum hep bir tarafıma vurdunuz, bir omuzum çöktü. Onun için yan yürüyorum.” Dedi.
Müdür Bey güldü ve; “Geri zekalı. Sen merak etme. Öbür  sefer öbür omzuna vurur, seni dengeye getirir düzeltirim.” Dedi. Herkes yüksek sesle kahkaha ile gülmüşlerdi.
Var mı bu kahraman okul müdürünü hatırlayan? Var mı bu gün veya ondan sonra öğrencilerini evlerinde gece dahi kontrol edip, vatana ve millete hayırlı evlat olmalarını sağlamağa çalışan bir müdür veya yetkili, onların kötü yola düşmelerini önlemeye çalışan ve başkalarının yaşamlarını kendi yaşamından önde tutan vatan evladı? Saygı ve Hürmetlerimle.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

TERÖR

1980 yılı yer Adana, 12 Eylül darbesinden bir ay kadar önce; Haber Merkezi tarafından adres belirtilerek kuyumcu gasp edildiği iddiasıyla, olay yerine sevk edildik. Gece saat yirmi üç sıralarında kuyumcu açık olmazdı. Başka bir olay olabilirdi. Bu şekilde ihbar edip polisi oraya çeker ve bir saldırı yapabilirlerdi. Bu sebepten tedbirli bir şekilde Küçüksaat'ta Nardalı Kuyumcusuna gittik. Mehmet Nardalı enteresan bir şekilde ilk defa duyduğumuz bir metotla gasp edilmişti. 

Kuyumcu normal şekilde akşamdan dükkanını kapatır ve karanlıkta o an için yalnız kaldığı evine gider. Reşatbey de evinin girişinde bir otomobilin yolu kapattığını ve manevra yaptığını görür. Yolun açılmasını arabasının içinde beklerken yanına bir bayan yaklaşır. Uydurma bir adres sorar ve elindeki silahı kafasına dayayıp kuyumcuyu teslim alır. Yanlarına iki erkek daha gelir ve hepsi birlikte kuyumcunun evine giderler. Kuyumcunun silahını,  dükkanın ve kasanın anahtarlarını alırlar. Kız terörist kuyumcunun evinde kuyumcu ile bekler ve beklerken evde ki viskiden içer. Erkek teröristler dükkana giderler ve on altı kilogram altını aldıktan sonra tekrar eve gelip kız arkadaşlarını da alarak kayıplara karışırlar. 

Verilen binek oto plakası trafikte traktör olarak kayıtlı görünüyordu. Olayın oluş şekli ilk etapta bize 'senaryo' gibi geldi. Sigortadan para alabilmek için böyle düzmece senaryolara baş vuranlar oluyordu. 

Önce bu durumu incelerken, ertesi gün, gündüz Karşıyaka da sulama kanalının kıyısında bir ticari taksi şoförü öldürülerek, taksisi gasp edildiği, Haber Merkezi tarafından anons edildi. Buda herhalde bir senaryo olamazdı.

Şoförü öldürülen ve gasp edilen ticari taksinin plakası Haber Merkezi tarafından bütün ekiplere bildirildi. Ekipler her tarafta araştırırken, Asayiş Ekiplerinden biri aracı Karşıyaka da takip ettiklerini, içinde iki erkek bir bayan bulunduğunu bildirdi. Tüm ekipler o bölgelere doğru kayarlarken, bir ekip araçtan indiklerini ve Anadolu Mahallesine doğru rastgele ateş ederek kaçtıklarını bildirdi. Yaya ve motorize, resmi ve sivil polis ekipleri şahısları cadde aralarında yakalamak için koşuştururken şahıslardan biri sokak arasından Çevik Kuvvetin on kişilik Ekip otosunun önüne birden çıkarak, çift tabanca ile seri bir şekilde ateş etmek suretiyle ekibi taradı. Bir polis memuru şehit oldu, dört polis memuru yaralandı. 

Bütün ekipler bu kişileri ararlarken, tekrar Haber Merkezinden anons geldi. "Anadolu Mahallesinde belediye otobüsü yolcuları ile birlikte bir bayan tarafından rehin alınıp kaçırılıyor. Ve nihayet ilerde şoför ile bir vatandaş o bayan terörist tarafından yaralanmış olarak, otobüsü kaçıran bayan terörist te yaralı olarak yakalandı. 

Üzerinde çıkan kimlikte ismi Ayşe Gümüşhane nüfusuna kayıtlı. Kuyumcu Mehmet Nardalı'ya teşhis ettirdik, kendisini esir alıp gasp edenlerden biri de bu bayan olduğu teşhis edildi. Bayanı defalarca hastaneye getirip tedavi ettirdik. Bir türlü gerçek kimliğini söylemedi. MİT'in çalışmalarından kimliğinin sahte olduğu, Karataş'ın bir köyünden Hüsne Davran isminde bir bayan olduğu anlaşıldı. Çünkü Gümüşhane de onun belirttiği bir aile yoktu. 

Doğru ifade alabilmek ve arkadaşlarını söyletmek için ikna eder düşüncesiyle Karataş tan babasını getirdik. Yalan ifade verdiği gibi babasını da tanımadığını söyledi. Ve bayanın bize verdiği ifade; Belediye otobüsüne binmek için durakta beklediği sırada yanına iki kişi geldiğini, zorla eline iki silah verip kaçtıklarını, silahlar elimde otobüse binmek isterken şoförün korktuğunu ve arabayı hızlı kullandığını, silahın kazaen ateşlenip adamların yaralandığını söyledi. “Ben namuslu bir vatandaşım." dedi. 

Soygunda alınan on altı kilo altını bulamadığımız gibi, iki erkek arkadaşını da söyletemedik ve bu şahıslar hala daha bilinmiyorlar. Babası ise altı yıl önce evi terk ettiğini, hiç haber alamadıklarını, ilk defa burada gördüğünü söyledi.

Bayan mahkeme neticesinde tevkif oldu. Bir ay sonra bizlerden 'Dövdüler' diye şikayetçi oldu ve kendimizi savunmak için mahkeme kapılarına gittik. Böylece bir zamanlar ülkede terör olması için Meclisinden tutunda, Adliyesi, Milli eğitimi, Sağlık kuruluşları, Askeri, Polisi, bütün kurumlar yardımcı oldular. Ama yine de emellerine ulaşamadılar. O şikayet üzerine az kalsın bizler de 'Efrada Sui Muameleden' tevkif olacaktık.


ÇAY DEMLEME

Üç türlü çay demleme şekli vardır.
Birinci ve en bilinen, yaygın olanı;
1- Çaydanlık içine su konur,  porselen demlik boş olarak üzerine konur ve çaydanlıktaki su iyice kaynatılır.
2- Kuru çay miktarı kararlaştırılarak porselen demliğe konur, su çekilerek yıkandıktan sonra kaynayan su demlikte ki yıkanmış çayın üzerine konur. Çaydanlık altında ki ateş kısılarak on beş dakika bekletildikten sonra çay demlenmiş olur.
3-Porselen demlikteki çaydan dem ayarı yaparak bardağa az konur. Çaydanlıktaki kaynamış suyu ilave ederek çayınız içmeğe hazır olur, içebilirsiniz. Afiyet olsun.
4- Demlikte kalan demlenmiş sulu çay tozlarını dökmeden önce bir peçeteye sarınız, ılık ısıda iken gözlerinize sürünüz. Yanı iki üç dakika pansuman ediniz. On beş gün devam ederseniz faydalarını sizlerde hissedeceksiniz. Şifalar olsun

İkinci ve pek az kişinin bildiği çay demleme usulü:
1- Çaydanlığa soğuk su koyunuz.
2- Demlikte ki kuru çayı yıkadıktan sonra, demlemek için soğuk su koyunuz .
3- Demliği; çay ve  soğuk su ile dolu iken, çaydanlığın üzerine koyunuz ve ikisini birlikte kaynatınız.
4- Çaydanlıkta ki su kaynarken demlikte ki çay ve suyu da, su buharı ile ısınacak, biri kaynarken öbürü de demlenecektir.
5- Çaydanlıktaki çay suyu kaynadığı zaman kısık ateşe getiriniz ve on beş dakika bekletiniz.
6- Çayınız hazır, normal şekilde dem ve su ilave ederek çayınızı içebilirsiniz. Afiyet olsun.

Üçüncü ve son çay demleme şekli:
Eğer kullanacağınız kap noksan ise, çaydanlık veya demliğin bir tanesi yoksa yanı tek demlik veya çaydanlıkta çay demleyeceksek;
Bu şekil daha ziyade elimizdeki imkanlar elvermiyorsa, yayla ve merzeler de uygulanır.
1- Önce elimizde bulunan çaydanlık, demlik veya güğümün içine yeteri kadar su konur.
2- Ateş üzerinde iyice kaynatıldıktan sonra kısık ateşe alınır ve iki kaşık yıkanmış çay tozu kaynamış suya atılır.
3- Çok az sıcaklıkta (kısık ateş veya köz üzerinde) 15-20 dakika bekletilir.
4- Süzgeç yoksa bardağın üzerine temiz bir bez konarak, bardağa koyarken süzülmesi sağlanır ve artık çayınız içmeğe hazırdır. Afiyet olsun.
Rusya da bir inşaat işçisi imkansızlıktan bu şekil yapılan çayı, çorabından süzerek içmiş ve poşet çay  ilk defa bu şekilde icat olmuş.