SAYFALAR

28 Eylül 2023 Perşembe

İNANILACAK GİBİ DEĞİL

Gaziantep’e bir Fransız gelir.
Tekstilcilere akıl verir: “Makineleriniz çok eski ve yetersiz. Yenileyin, dünya pazarı sizin olsun!” der.

Ayrıca en iyi makinelerin Fransa’da olduğunu söyler ve kendi mallarını pazarlar.

Dinleyenler arasında bir usta var. İlkokulu bile fakirlikten okuyamamış Mennan Usta kendine özgü Gaziantep lehçesiyle; “Bu adam ne diy?” der.

O Fransız’ın satmak istediği makinenin resmine bakar, resimden inceler. Demiri eritir, çeliği büker, kaynağını yapar, vidasını, motorunu takar. Fransızların 3 milyon Euro’ya satacağı makineyi, 50 bin Türk Lirasına mal eder, üretir.

Yerli piyasaya sunduğu yetmez. Brezilya’ya kadar çeşitli ülkelere yaptığı makineleri gönderir. Neyse ki Mennan Ustayı hapse atmazlar.

Bu usta, Mennan Ustadır, Mennan Aksoy, diplomasız dahi!

Yoksulluktan okuyamamış, ilkokulu 9 yılda bitirmiş, Antepli fakir bir ailenin çocuğudur Mennan Usta.

Allah vergisi öyle bir akıl ve beceriye sahiptir ki, makineyi bir görürse, ertesi gün atölyesinde yapımına başlar.

Bu nedenle, dünya tez farkına varmış ve Uluslararası makine, teçhizat fuarlarına girişini yasaklamışlar Mennan Ustanın.

Mühendislerin, aylarca çalışarak tasarladığı makineleri, o tek başına atölyesinde yapmaktadır. El emeği ve tamamı yerli malzemeyle.

O ister ki yerli sermaye gelişsin, boşa döviz ödemeyelim.

Ürettiği malzemelerin dünya peşinden koşmuş kapış kapış satılmış.

TÜBİTAK ödüller verir, ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerde hocalığı düşünülür Mennan Ustanın. Diploması yok diye kabul olmaz. Bir makine tasarladığı zaman cebinde taşıdığı tebeşirle, yere çizerek anlatırdı başkalarına.

Gaziantep’te kanalizasyon atıkları büyük sorun olur. Çamuru, kokusu şehri bezdirir. Belediye yönetimi, dünyayı dolaşır, çareler arar fakat bulamaz.

Mennan Usta, “ Memlekette ustalar öldü mü?” diye çıkışır. Kafasına göre bir sistem kurar. Bu sisteme göre; kanalizasyon çamuru alınır, kurutulurken, enerji üretilir, çıkan küller de asfalta, çimentoya katkı maddesi olarak kullanılır.

Artık Gaziantep’te her gün çıkan 160 ton çamurun faydalı bir şekilde kullanılması Mennan Usta’nın o essiz eseridir.

Mennan Usta vasiyet eder; Gençler bilim ışığında yetiştirilsin.

İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin.

Ayrıca Mennan Ustanın kendi Antep şivesiyle söylediği bazı sözler var:

- Her şeyi çözerim de... Devletin işleyişine aklım ermiy!

- Devlet, at önüne et, it önüne ot atiy. Burunsuza hızma kulaksıza küpe veriy!

- Çeliğe hükmetmeyen namusuna mukayyet olamaz.

- Araştırma geliştirme o kadar yararlı ki, biz 30 yıllık iş hayatımızda 22 yılda 4 misli büyüdük ama araştırma geliştirme yapınca 8 senede tam 160 kat büyüdük.

- Gençler bilim ışığında yetiştirilsin. İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin. Her şey yerli imkanlarla üretilsin. Milli markalarımız geliştirilsin. Yabancıya döviz gitmesin.

22 Eylül 2023 Cuma

OSMANLI NASIL YIKILDI?


1868 yılında İngiltere den İstanbul'a Sultan Abdülaziz'e hediye gelen ilk otomobile Şeyhülislam 'Şeytan işi' fetvası verdi ve otomobil denize atıldı.

2023 te Dünya tarihinde ilk defa Avrupa şampiyonu olan Türk Kadın Voleybol takımına tebrikler yağarken; 'Diyanet İşlerinden' tepkiler geldi. Ne imiş kızların bacakları görünmüş.

Avrupa’da aklın ve bilimsel bilginin asıl gelişme süreci 17. yüzyıl’da “Aydınlanma çağı” ile başlar. 1763'te James Watt, İskoçya'da buharla çalışan makineyi bulması ile “Sanayi devrimi” ivme kazanır.

1807'de Robert Fulton adındaki Amerikalı buharlı makineyi gemilere uyguladı. 1840'ta ilk düzenli okyanus ötesi buharlı gemi seferleri başladı.1812 tarihinde, buharlı makine ilk kez lokomotiflerde kullanılmaya başlandı.

Almanya tarım teknolojisinde gelişmelere öncülük etti. Almanlar pancardan şeker çıkarma tekniğini buldu. Bir başka Alman kimyager suni gübreyi yaptı. 1834'te bir Amerikalı mühendis biçerdöveri icat etti.

1844'te Samuel Morse Amerika Birleşik Devletleri'nde ilk ticari amaçlı telgraf servisini hizmete sokmuştu. 1876'da Alexander Graham Bell telefonu buldu. Batı aklı ve bilimi öne alarak yeni buluşlarına hızla devam ediyordu.

Batı’da bunlar olurken Osmanlı medreselerde kız çocukların başları örtünsün mü, örtünmesin mi? diye tartışıyor ve daha neler oluyordu?
Bir göz atalım;
İngiltere Kraliçesi Victoria Sultan Abdülmecit’e İstanbul’da bir Anglikan Kilisesi yaptırmak isteğini iletti. Abdülmecit bu isteği kabul etti, İngilizlere Tünel ile Tophane arasında yer verdi. Kilise yapımı 10 yıl sürdü. 22 Ekim 1868’de kilise ibadete açılacaktı.

Sultan Abdülmecit ölmüş, yerine Sultan Abdülaziz geçmişti. Kraliçe Victoria, kilisenin açılışı anısına Abdülaziz’e son model bir otomobil armağan etti. Osmanlı sarayından bir kişiye de otomobili sürmesi öğretildi. Bu İstanbul’un ve Osmanlı'nın gördüğü ilk otomobildi.

Fakat çok önemli bir sorun vardı: Halk otomobili görünce şeytan görmüş gibi tabanları yağlayıp kaçıyordu. Kaçanların en önünde de medrese hocaları ve öğrencileri vardı. “Zatü’l-Hareke” Kendi kendine hareket eden zat, denilen bu aracın “şeytan işi olduğu kulaktan kulağa bütün İstanbul’a yayıldı.

“Zatül Hareke”nin şeytanlığından huzursuz olan Sultan Abdülaziz, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’den fetva istedi. Ancak Şeyhülislam haftalarca uykusuz kaldı, ayetlerde, hadislerde konuyla ilgili bir yorum aradı, bulamadı. En sonunda “Bu otomobilin şeytan işi olduğu” fetvasını verdi ve otomobil Haliç’ten denize atıldı.

Bu fetvadan sonra İstanbul’a 40 yıl otomobil giremedi. Bazı zenginler özellikle Yahudiler el altından otomobil getirdiler ama “Bilim ve fenne önem veren Sultan” olarak yeni nesillere anlatılan Abdülhamit bu otomobillerin kullanılmasına yasak getirdi. Acaba Abdülhamit, Şeyhülislam Hacı Mehmet Refik Efendi’nin “şeytan işi” fetvasından mı korkmuştu?

Şimdi arabanızın direksiyonuna geçtiğiniz zaman “Osmanlı’yı kim yıktı?” sorusu aklınıza gelirse, bu bilgileri anımsayınız. En önemlisi 1868 yılında otomobil şeytan işi diye, dinin en büyüğü Şeyhülislam tarafından fetva verilip denize atıldığı halde, şimdi 2023 yılında ki aynı dinin en büyüğü Diyanet işleri başkanı son model Mersedes arabaya nasıl biniyor ve envanterinde kaç tane araba var? O zaman ki din değişmedi, hala aynı din fakat böyle bir tezat nasıl olabiliyor?

Osmanlı’yı Batı yıkmadı, İttihatçılar yıkmadı, Yahudi bankerler yıkmadı, işte bu akla kapalı, bilime kapalı, medreselerinde fen bilimleri olmayan yobaz, gerici zihniyet yıktı. Halen aynı kafalar devam ediyor ve o günlere doğru hızla dönüyoruz.

İcatlar kuranda bulunamadığından, yasaklayıp yok edilince, o devletin yok olması da kaçınılmazdı, ama bunu bile göremediler. Halbuki Peygamber Efendimiz ne dedi; "Ey Müslümanlar siz ilim Çin de bile olsa gidip öğrenin." dedi. 

Gelelim İstanbul da yapılan kiliseye..
On yılda inşa edilen İstanbul’un tek Angelikan kilisesi bugün İstiklal de Alman Lisesi’nden Tophane’ye inen yoldaki Serdarı Ekrem Caddesi’nde sapasağlam durmakta, fakat Osmanlı yok. Osmanlı Padişahına hediye ettikleri o zamanın son model arabası da yok. 'Şeytan işi' dedikleri için denizin altında duruyor. 

İhya etmek için ne kadar ilim lazımsa, imha etmek için de o kadar cehalet kafidir. Uyarlamalı Alıntı. Alper Aksoy




20 Eylül 2023 Çarşamba

DOĞU KARADENİZ KIPÇAKLARI

Koca bir ulusu, Kıpçak Türklerini nasıl Ermeni etmek istediklerini, dünyadan ve tarihten, nasıl silmek istediklerini öğrenin.

Laz Sandığımız Türkler. Kıpçaklar

Kıpçaklar, çeşitli özellikleri ile diğer Türk boylarından ayrılır. Onların en belirgin özelliklerinden birisi Türkler içerisinde sarışın, mavi gözlü tek topluluk olmalarıdır. Kıpçaklara farklı dillerde verilen Polovtsy, Falben, Chardeş gibi isimlerin hepsi sarışın anlamına gelen kelimelerden türemiştir

Kıpçaklar, milattan çok önceki zamanlardan beri Doğu Karadeniz bölgesini bilmektedir. Onların daha Türkistan’daki tarihlerinin karanlıkta kaldığı bir zamanda, MÖ. IV. yüzyılda Karadeniz’in doğu kısmında var oldukları Gürcü kaynakları tarafından kayıt altına alınmıştır

Trabzon’un doğusundaki Kıpçak hâkimiyetindeki bölge, daha önce de vurgulandığı üzere Gürcü kaynaklarında Saatabego yani Atabegler Yurdu ismiyle bilinmekteydi. Dönemin ana kaynağı olan Komnenos tarihçisi Panaretos da Beka’nın Gürcü olmadığını açıkça yazmaktaydı. Ancak bu bölgede hâkimiyet kuran Kıpçakların varlığı uzun süre karanlıkta kaldığı için pek çok tarihçi onları Gürcü olarak anmıştı. Beka, bölgeye Kıpçak yerleşmesinin üçüncü safhasını oluşturan Kıpçak atabeyliğinin lideridir.

Trabzon kaynaklarında Lazika olarak adlandırılan yöre Kıpçak atabeyliği idi. Kıpçak atabeyliğinin batıdaki sınırı, Rize/Pazar’ın hemen güneydoğusundan başlamaktaydı. Kıpçaklardan kalma yer adları Doğu Karadeniz bölgesindeki yerleşim alanlarını gösterir mahiyettedir.

Trabzon Rum Devleti zamanındaki Kıpçak varlığı ile ilgili kilise kayıtları Doğu Karadeniz tarihini değiştirecek mahiyettedir. Özellikle Of ve Maçka ile alakalı kilise defterleri Komnenoslar döneminde buralara yoğun bir Kıpçak yerleşimi olduğunu gösterir. Of’taki Solaklı ve Büyükdere vadilerinde Osmanlı Devleti zamanındaki nüfusu 10-12.000 haneye ulaşan Hristiyanların Türk kökenli olduğu Rum kaynaklarından anlaşılmaktadır. Bu grup XVII. yüzyılda İslamiyet’i benimsemiştir.

Trabzon Rum Devleti zamanında Doğu Karadeniz bölgesine yerleşen Kıpçaklar, uzun süre çift dilli bir topluluk olarak yaşamıştır. Bunun sebebi Rum Ortodoks kilisesine bağlanmalarıdır. Esasen onlar daha Gürcistan’da iken çift dilli olmuşlardı. Kaynaklar, Gürcistan’a göç ettikten kısa süre sonra Hristiyanlığı benimsediğini yazdıkları Kıpçakların bir süre sonra da Gürcüce konuşmaya başladığını kaydeder. Kıpçaklar, Doğu Karadeniz bölgesine göç edince de Rum Ortodoks kilisesine bağlanarak Rumca öğrenmişlerdir. Dilciler bu grubun ana dilinin Türkçe olduğunu tespit etmiştir. Ancak Rumcayı o kadar değiştirmişlerdir ki mübadele sırasındaki kayıtlardan görüldüğü üzere Yunanlılarla anlaşamıyorlardı.

Kıpçakların dil izleri günümüzde de yaşamaktadır. Trabzon Polathane ve Vakfıkebir ağızlarındaki sabit ve düzenli bir halde kelime başlarındaki “g”lerin “k” ve sesli “d” sessiz “t” şeklini alması bu ağızları doğrudan doğruya Göktürk-Uygur Türkçesine bağlamaktadır.

Kıpçakların Doğu Karadeniz bölgesine taşıdığı eski Türk inançlarının izleri günümüze kadar yaşamaktadır. Bunlardan en çok dikkat çekeni ölünün ardından yakılan ağıttır. Rize’de sayı kurmak ya da sayı yapmak olarak bilinen adet ölen kişinin ardından duyulan acıyı makamlı bir şekilde ifade etmektir. Bu ağıtın anıldığı sayı ismi eski Türklerde ölü başında makamla onun meziyetlerini sayarak ağlamak manasına kullanılan sagu kelimesinin bozulmuş halidir.

Osmanlı hâkimiyetinden sonra Doğu Karadeniz Kıpçaklarının önemli bir kısmı İslamiyet’i benimsemiştir. Hristiyanlığı devam ettirenler ise mübadele ile yüzlerce yıllık yurtlarından ve akrabalarından koparılarak Yunanistan’a gönderilmişlerdir. XV. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı kaynaklarından takip edilebilen Kıpçak aile, şahıs, oymak ve boy adlarının büyük kısmı günümüze ulaşmıştır. 

Aynı şekilde onların bölgeye getirdiği dil, kültür ve inanç öğeleri zamanımıza kadar yaşamaktadır. Ancak en çok sarışın, mavi gözlü, beyaz tenli, çengel burunlu antropolojik özellikleri Doğu Karadeniz bölgesinin en önemli simgelerinden birisi halini almıştır. Alıntı Kaynak Prof. Dr. İbrahim Tellioğlu