SAYFALAR

15 Ocak 2024 Pazartesi

CUMHURİYETTEN SONRA TÜRKİYE

1923 Cumhuriyetten;

1 Yıl sonra, Hakkari Nesturi isyanı..

2 Yıl sonra, Diyarbakır Şeyh Sâid isyanı..

3 yıl sonra, Şemdinli Şeyh Abdullah isyanı..

4 yıl sonra, Taşnak Hoybun çetesi...

5 yıl sonra, Ağrı isyanları..

7 yıl sonra, Taşnak Hoybun Ağrı isyanı..

7 yıl sonra, Barzani Dağlıca isyanı..

15 yıl sonra, Tunceli isyanı..

16 yıl sonra, 2. Dünya Savaşı.

Yani?

Bu Vatan kolay kurtarılmadı,

Bu Cumhuriyet kolay kurulmadı.

Bir Jandarma Birliği, altı asker kaçağını yakalamak için 13 Şubat 1925’te Bingöl’ün Eğil Bucağı’na bağlı Piran köyüne gelir.

Piran köyü, Şeyh Sait’in kardeşi Şeyh Abdurrahman’ın köyüydü.

Ayaklanma hazırlığı yapan Şeyh Sait, üç yüz kadar atlı isyancıyla birlikte oradaydı.

Kaçakları Jandarmaya vermek istemedi. Birlik komutanları, görevlerini yapmak zorunda olduklarını söylediler.

Bunun üzerine Şeyh Sait, subay ve askerlere ateş açar. İki teğmeni tutsak alır.

Planlanan ve tarihe Şeyh Sait isyanı olarak geçen ayaklanma böylece başlatılmış olur.

Hınıslı bir aşiret reisi olan Şeyh Sait, bölgedeki Nakşibendi Tarikatı’na bağlı müritlerin önderi, okuma yazma bilmeyen bir toprak ağasıydı.

Dinsel konumunu kullanarak, köylülere ücretsiz çobanlık yaptırmış ve onların sırtından büyük bir servet kazanmıştı. Ankara’da kurulan Cumhuriyet onu rahatsız ediyordu. Osmanlı döneminde sahip olduğu ayrıcalıklı haklarını yitirmekten korkuyordu.

Ayaklanmaya, özellikle Varto ve Tunceli’nin Alevi aşiretleri katılmadılar. Hatta karşı koydular. Veli Ağa Aşireti, Şeyh Sait’e karşı savaştı. Mustafa Kemâl Paşa, bu nedenle 27 Şubat 1925’te Hormek Aşireti’ne bir kutlama telgrafı gönderdi.”

Şeyh Sait’in adamları, ellerinde yeşil sancak, göğüslerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim; bankaları, evleri, dükkânları basıp soyarak ilerlediler.

Kürdistan’ın geçici başkenti yapmayı düşündükleri Bingöl ve Elazığ’ı ele geçirdiler. Lice’yi Ergani’yi ve çok sayıda köyü işgal ettiler.

Silahlı isyancılar, cami şerefelerinden Türk askerine ateş açtılar.

Çatışmalar, Diyarbakır’da bir savaş durumunu yansıtıyordu.

Şeyh Sait’in hocaları, Şeyh Sait’le birlikte savaşanlara Cennet’te ödüller vadediyordu.

Kent ve köylerde, yerden ve havadan bildiriler dağıtılıyor:

“Hilafetsiz Müslümanlık olmaz; saltanat ve hilafet geri getirilmeli, okullarda dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak gezdiren Kemalist hükûmetin başı ezilmelidir....” deniyordu. Ayaklanmacılar hem dini hem de etnik yapıyı kullandılar.

Şeyh Sait İsyanı, Kürtçülerin ve Şeriatçıların anlattığı gibi Piran’da (Dicle) hazırlıksız bir şekilde aniden başlamadı. En az iki yıldır hazırlıkları yapılıyordu.

İngiliz istihbaratı isyanın çıkacağını yedi ay önce Londra’ya bildirmişti. İngilizler, Musul-Kerkük için adım atan Türkiye’ye karşı Nakşi-Kürt kartını masaya sürmek için hazırlık yapmıştı.

İngilizler, Musul-Kerkük’e el koymak için çalışırken, Kürtçüler ise 'Kürt-İslam Devleti' kurmak hayaliyle onlarla iş birliği yapıyorlardı. İngilizler, isyanın zamanlamasını Türkiye’nin Musul-Kerkük’e odaklanacağı sırada, enerjisini ve kuvvetini isyan bölgesine çekecek şekilde planladılar.

İsyan başarılı olmazsa bile, Türkiye kuvvet gönderemeyeceği için Musul-Kerkük’ten olacaktı. İngiltere’nin istediği buydu. Böyle de oldu.

Ayaklanmanın başlangıç aşamasında, Bağdat’taki Fransız Komiserliği, Paris’e 40 sayfalık bir rapor gönderir. Raporda şöyle yazılır:

“Şeyh Sait, 1918’den beri amacı İngiliz mandası altında bir Kürt Devleti kurmak olan, İstanbul Kürt Komitesi’ne bağlı olarak çalışmaktadır…”

1925 yılında, Bağdat’taki Fransız Yüksek Komiserliği, Paris’e gönderdiği gizli raporda Şeyh Sait isyanı ile ilgili şunları yazar:

“Şeyh Sait ayaklanması kendiliğinden birdenbire ortaya çıkmadı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteği ile ayaklandı. Bu bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır.

Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran komisyonda, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlayamayacağını gösterecekti.”

Sadece bu belge bile, İngilizlerin Musul-Kerkük üzerindeki hedeflerini göstermektedir.

Şeyh Sait İsyanı mimarlarından Kürt İslamcılar, Ermeni terörist çetelerle ittifak içindedirler.

Ortak bir örgüt de kurarlar. Örgütün adı, Taşnak-Hoybun’dur. Örgüt, Türkiye ve Türkler aleyhine çalışmak ve kan dökmek amacıyla kurulur. 1980’lerde PKK/ASALA ittifakı bu örgütün devamıdır. Hedef Türk düşmanlığı.

1925 Nisan ayı ortasında, Şeyh Sait ve yanındakiler kuşatıldılar. Durumu umutsuz gören Şeyh Sait, yenilgiyi kabul ederek teslim oldu. Üzerinde, çeşitli belgeler ve yetkilileri şaşırtacak kadar altın çıktı. 13 Şubat’ta başlayan ayaklanma 62 gün sürdü ve 15 Nisan 1925’te bastırıldı.

Ve yıl 2014… Cumhuriyet’e ve Türkiye’nin bütünlüğüne kasteden Şeyh Sait’in adı, yıllar sonra, 2014’te Diyarbakır’da bir meydana verildi. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi, Dağkapı Meydanı'nın adını, Şeyh Sait Meydanı olarak değiştirdi. Meydana giden yollarda bulunan yön tabelalarına, “Şeyh Said Meydanı” yazıları konuldu. Dönemin Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, PKK terör örgütüyle bağlantılı olduğu iddia edilen Halkların Demokratik Partisi’nden Gültan Kışanak: “Biz bu nedenle meclisimizde tartıştık. Şeyh Said isminin meydana verilmesi bizim önerimizdi. Ak Partili meclis üyeleri de destek verdi…” açıklamasını yaptı.

Ve yıl 2023, Diyarbakır Belediyesi, yapımı süren bulvara Şeyh Sait’in adını verdi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi duyurusu şöyleydi: “Silvan yolunu Elazığ yoluna bağlayacak 12 kilometre uzunluğunda ve 50 metre genişliğindeki Şeyh Sait Bulvarı’nın yapım çalışmalarına başladık.”

İngilizlerle iş birliği yaparak isyan eden, Musul ve Kerkük’ün elden çıkmasına neden olan Şeyh Sait anısına meydan ve bulvar…

PKK bölücü terör örgütünün yere göğe sığdıramadığı Şeyh Sait’in anısına bulvar…

Kahramanlarımıza ve şehitlerimize hakkımızı böyle mi ödeyeceğiz?..

Kanla yeşeren bu vatana borcumuzu böyle mi ödeyeceğiz?..

Devlet böyle bir yanlışı yapmaz, yapamaz, yapmamalıdır. 
Naim BABÜROĞLU 

7 Ocak 2024 Pazar

HEY ONBEŞLİ ONBEŞLİ

Neşat Ertaş konserinin birinde "Hey onbeşli, onbeşli’' türküsünü söylemeye başlayınca, seyirciler coştu ve ayağa kalkarak elleriyle ritim tutup oynamağa başladılar. 

Türküye başlayıp devam ettiren Neşet Ertaş birden ayağa kalktı ve;

"Durun!" diye bağırarak kesti türküyü, susturdu herkesi.

"Ne yapıyorsunuz siz?"

Salon şaşkın. İçeride sessizlik hakim. Ne olduğunu anlamayan seyirci birden bire sustu.

Neşet Ertaş ayakta, bir elini yüreğinin üstüne koydu. Titreyen sesi söze girmesine engel oldu bir ara, ama sonunda sesi yankılandı salonda.

"Bu oyun havası değil dostlar, ağıttır , ağıt." dedi ve anlattı;

Yıl 1915. 14-15-16-17 ve18 yaşına gelen gençlerin askere gittiği zamanlar. Vatan güç durumda kalınca yeni bir kanun çıkıyor. 'Gücü kuvveti yerinde ve gönüllü olan çocuk yaştaki gençler de İstiklal Mücadelesine katılabilecek.' ve çocuk yaşta ki vatan evlatları, kuyruk oluşturuyor, savaşa gitmek için.

Tokatlı Halil de bu genç yüreklerden birisi. Türküde adı geçen Hediye de onun yavuklusu. Yanında bir sürü 14-15 yaşında ki çocuklar da ona emanet. Bir daha kavuşamayacaklarını bildikleri halde, kına yakıp savaşa gönderiyor onları anaları.

Tokatlı Halil, Çanakkale’de çarpışırken, anası Rum çeteleri tarafından öldürülür. Ay parçası gibi güzel sözlüsü Hediye de kaçırılır. Türkü de adı geçen Hediye işte o kızın adıdır. 

Acı gerçekler ağıtla, çığlığa, dönüşürken bile soluk almanın ızdırabıdır, Onbeşliler. Aynı dönem Çanakkale ve İstiklal Harbinde sayısız çocuk, vatanı savunma pahasına can verir. Öyle ki bütün öğrencileri şehit düşen Konya ve İzmir Liseleri 1915 te tek bir mezun veremez.

İstanbul Tıp Fakültesi, eski adıyla Darülfünunun da Çanakkale destanında yeri apayrıdır. 1915 te Darülfünun 2500 kadar 1. Sınıf öğrencileri okulunu bırakarak Çanakkale’ye savaşmak için koştu. İki tümen halinde Çanakkale’ye gelen öğrenciler, bir Anzak baskınında şehit oldular. Onlar vatanlarını kurtarmak için gitmişlerdi.1921 yılında hiç mezun veremeyen Darülfünun siyaha boyandı.

Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanların haddi hesabı yoktu. İngilizler şehit olan gençlerimizi, 'çiçeğin tomurcuğu' ve 'vakti gelmeden solan gül goncası' na benzetiyorlardı. Bir sürü eğitimli genç nesil yok olmuşlardı. 

Cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, asker olmadığından en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutabilecek bütün gençlerin Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti. O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan, kadınların bile, herkesin gönüllü asker olduğu, ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi.

İşte 'Heyonbeşli onbeşli' bu Türkü, Çanakkale destanı yazan, gül goncalarının, ana kuzularının ağıtıdır. Oyun havası değildir, onun için oynamayınız! dedi.


 


2 Ocak 2024 Salı

ROMANYA DEVRİMİ

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin kayıp etme olasılığını gören Romanya saf değiştirerek Rusların tarafına geçti. Alman askerlerini Romanya da tutuklatıp Ruslara teslim ettikten sonra Rusya askerlerini Romanya'ya yollamaya başladı. Öncesinde de Romanya'da komünizm vardı, ancak Ruslar geldikten sonra daha da fazlalaştı.

Nikolay Çavuşesku (Nicolae Ceaușescu) 1918 yılında Romanya'nın Scorniceşte kasabasında doğdu. Çiftçi bir ailenin çocuğu olan Çavuşesku ilkokulu yarıda bırakarak Bükreş'e fabrikalarda çalışmak üzere gitti. On dört yaşındayken Komünist Partisi'nin üyesi oldu ve kısa zaman içinde kendini göstererek en aktif üyelerinden biri haline geldi. Komünist propaganda yaptığı gerekçesiyle üç kez tutuklandı. Adı tehlikeli Komünist e çıktı.

Bir yıl kadar Komünist Gençlik Birliği Sekreterliği görevinde bulundu. Komünist Parti'nin lideri olan Gheorghiu-Dei’nin yardımcısı oldu. Onun emri ile Tarım Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetler de görev yaptı. Dha sonra Komünist Parti Moskova Kanadı merkez komitesi lideri oldu.

Kısa zaman içinde partinin ikinci adamı konumuna geldi ve Gheorghiu-Dei’nin ölümünden sonra Parti lideri oldu. Başa geçmesinin ardından partinin adını Romanya Komünist Parti olarak değiştirip Romanya'ya ise ''Romanya Sosyalist Cumhuriyeti'' adını verdi ve bir çok sol devrimler yaptı.

Çavuşesku liderliğinin ilk yıllarında halk tarafından çok sevilen biriydi. Özellikle batıya dönük politikası sadece halkını değil Avrupa ve Amerika'yı da memnun ediyordu. Ancak bir süre sonra uyguladığı politikaları yüzünden Romanya halkında büyük bir korku olmağa başladı.

Birinci hedefi Romanya nüfusunu iki katına çıkarmaktı. Bu nedenle insanları üremek zorunda bırakan politikalar uyguladı.

Bekarın gelirinin %10’una el koyan bir bekar vergisi koydu. Kişi evlenip çocuk sahibi oluncaya kadar bu vergiyi ödemek zorundaydı.

Resmi olarak kürtajı yasakladı. Dünya'ya gelecek her çocuk devlet korumasında olacaktır diyerek evlilik dışı çocukları da meşrulaştırdı.

İş yerlerinde, 45 yaş altındaki kadınların doğurganlıklarını takip eden polisler görevlendirdi. Ve sistem kadın çocuğu dünyaya getirinceye kadar devam ediyordu. Neticede, yüzbinlerce kadın Macaristan'a kaçmak zorunda kaldılar.

AÇLIK, SEFALET VE LÜKS YAŞAM

Ülke ekonomisi günden güne kötüye gitti. Çavuşesku dış borçlarını ödemek için tüm halkı tarım yapmaya zorladı. Ve üretilen mahsullerin hepsini ihraç etmeye başladı. Üretimden yüzde yüz verim almasına rağmen halk, kendi ürettiğini bile tüketemiyordu. Temel besin kaynakları karne ile dağıtılıyordu. İnsanlar emeklerinin karşılığında açlığa terk ediliyorlardı. Ancak ülkenin bu durumuna rağmen Çavuşesku ailesi lüks içinde yaşıyordu. Öyle ki son olarak Peleş Kalesi'nin alanına göz dikip buraya ailesi için bir saray yaptırmak istedi. Ancak halk bu tarihi alanın yıkılmasını engellemek ve Çavuşesku'yu vazgeçirmek için binada ölümcül virüs yayan bir mantarın olduğunu söyledi. Bu yalan Çavuşesku ailesinin saray yapmaktan vaz geçmesinde etkili oldu.

HALKI BASTIRMA POLİTİKALARI

Halk gittikçe öfkeleniyordu. Halkın sesini kısmak için 'Securitate' adı verilen gizli bir polis ekibi kurdu. Bu ekip gün boyunca halkın arasında dolaşarak sistemi eleştiren, propaganda yapanları toplayarak ölüme kadar uzanan sorgulardan geçirdi. Mahkemelerin bütünü onun için çalıştılar. Aynı zamanda medya da ele geçirilerek iktidar yanlısı olmaya zorlandı. Sık sık Çavuşesku'yu öven haberler ile halk manipüle edilmeye çalışıldı.

Bükreş'te tüm halkın zorla çalıştırıldığı bir Parlamento Sarayı yapıldı. Sarayın yapımı sırasında Bükreş’in tarihi alanı içindeki 19 Hristiyan Ortodoks Kilisesi, 6 Sinagog, 3 Protestan Kilisesi ve 30,000 vatandaşa ait ikametgâh yıkıldı. 1,100 odalı, 2 yeraltı otoparklı 12 katlı saray 1984 yılında ancak bitirilebildi. Bir çok köyler ve yerleşim alanları yıkıldı, yerlerine yeni yollar ve 'şehirleşme' adı altında çok katlı apartmanlar yapıldı. 

Berlin Duvarı yıkılınca Doğu Bloku çökmeye başladı. Bu Çavuşeşku'ları biraz korkuttuysa da, aynı yıl Romanya Komünist Partisi'nin yeniden parti genel sekreterliğine seçildi ve korkusu kalmadı.

Ancak başlayan rejim değişikliği ve özgürlük hareketleri ister istemez Romanya'yı da etkiledi. İlk kıvılcım ise Timişoara’daki (Temeşvar) Macar Kilisesi’nde Peder Laszlo Tökes’in vaizde diktatör Çavuşeşku'yu kınamasıyla başladı. Halk öfkelenerek sokaklara döküldü. Olaylar bastırılamadı. O sırada İran'da bulunan Nikolay Çavuşesku Romanya'ya döndü fakat öfkeli halk onu hiç dinlemedi. İktidar düşene kadar olaylar devam etti. Ölü sayısı ve gözaltına alınanlar binleri aşmıştı. 

Çok geçmeden dünya basını Romanya'daki iç olaylardan haberdar olmaya başladı. Batılı medya ülkede ki katliamın haberini vererek tüm Romanya halkını ayaklanmaya teşvik etti. Bir gece yarısı olayları yatıştırmak için Çavuşesku Komite Binasının balkonuna çıkarak bir konuşma yapmak istedi. Ancak öfkeli Romanya Halkı buna izin vermediler. Eşi ve kendisi bir helikoptere binerek oradan uzaklaştı. Bu kaçış çok kısa sürdü, hemen yakalandılar. 

Ele geçen Diktatör Nikolay Çavuşesku ve eşi Elena Çavuşeşku 25 Aralık 1989 günü bir saatlik bir mahkeme sonucu  'yolsuzluk, vatana ihanet, kitle katliamı, görevi kötüye kullanma ve kamu malını zimmete geçirme' gibi suçlardan ölüm cezasına mahkum oldular ve aynı gün  kurşuna dizilerek infaz edildiler. İnfaz edildikleri yerde bütün Romanya halkı cenazelerinin üzerine tükürüp geçti. Böylece halkına zülüm eden bir Komünist diktatörün da sonu gelmiş oldu.