alıntı |
31 Aralık 2013 Salı
SEN AĞA, BEN AĞA
30 Aralık 2013 Pazartesi
ATLARA GÖRÜNME
27 Aralık 2013 Cuma
YAN VİTES
Erzurumlu bir vatandaş 12 Eylül den önce Almanya’dan izinli geldiği sırada getirdiği Ferrari Bugatti arabasıyla İstanbul da dolaşırken başından geçen bir olayı kahvede bakın nasıl anlatıyor?
"İstanbul Taksimde Ferrari arabamla dolaşırken birden önüme solcular çıhtı.
Bağtım bağıra çağıra ellerinde taş ve sopalarla bana doğrı gelirler. Hemen geri fitese tağtım ki gaçacam.
Geri geri giderken bir bağarım, arhamdanda sağcılar gelir.”
Dinleyenlerden biri heyecanlanır ve; "Eeee sen neyettin Ağabey?"
"Heç sorma gardaş, bahtım olacağı yoh. Hemen yan fitese tağmişem, yan yan elemi gaçirem, elemi gaçirem, görme gitsin." der.
25 Aralık 2013 Çarşamba
BU KOLTUK
alıntı |
24 Aralık 2013 Salı
DÜŞERSE DÜŞSÜN
alıntı |
20 Aralık 2013 Cuma
KESERLE VURMUŞLAR
Olaydan üç gün kadar sonra Antepli Polis Memuru yovrum Ahmet arkadaşımla olay yerine gittik. Daha doğrusu cesedin bulunduğu evin avlusuna gittik. Ev bahçe içerisinde etrafı güllerle çevrili müştemilatı kömürlük, köpek yuvası, kuş yuvaları vs reden oluşan tek katlı çevresi yüksek duvarla çevrili müstakil çok güzel bir evdi. Ziraat Bankası Müdürü oğlunu evlendirdiği zaman bu evi oğlu ile gelinine satın almış ve evde ikisi birlikte kalırlarken bir gece evine gelirken tam evin önünde oğlu Zekai öldürülmüş veya ölü olarak bulunmuş. O anda evde ölen şahsın bir yıl kadar önce evlendiği genç ve güzel bir bayan olan Meryem tek başına kalıyordu.
Olayı anlattırdık. "Ceset bulunduktan üç gün önce kocasının eve gelmediğini. Başka bir mahallede oturan ve Ziraat Bankasının Müdürü olan babasının evine gitti sandığını. Ertesi gün kayın pederini iş yerinden arayarak durumu kendisine bildirdiğini. Bütün hısım akrabalarından araştırarak olumsuz netice aldıklarını. Bu arada kendisinin de kayın pederi ile birlikte bulunduğunu. Üçüncü günün gecesi bu belirttiğim evlerine kayın pederi ile gelirlerken, duvarın cümle giriş kapısı ile evleri arasında duvarların içinde ki yol üzerine döşenmiş taşların üstünde kocası Zekai'nin cesedini, kafası parçalanmış olarak bulduklarını. Çok sayıda polislerin gelerek burada inceleme yaptıklarını ve katılı yakalayacaklarını" söyledi.
Kendisine 'etrafa bir göz atacağımızı ve bize refakat etmesini' usulen söyledik. Meryem bizleri pek beğenmediği veya polise benzetemediği için 'esas polislerin araştırma yaptıklarını ve bu olayı çözeceklerini, bizlerin bir şey yapamayacağımızı fakat madem istiyoruz bakmamızı' söyledi.
Meryem oldukça güzel ve birazda şımarık daha 25-28 yaşlarında bir genç kadındı. Güya çok üzüntülü olan Meryem ile, O önümüzde biz arkasında bahçenin her tarafını iyice kontrol ettikten sonra bu küçük şirin eve girdik. Eve girmeden önce dikkatimi çekti, kömürlükte kömür kovasına kan sürünmüş, temizlenmesine rağmen yine de belli oluyordu. 'Çok öncelerden tavuk kestiklerini ve o zaman sürünmüş olabileceğini' söyledi. Evde her oda ya hiç karıştırmadan bir göz attık. Her şey normal fakat yatak odasının duvarları yeni boyanmışa benziyordu. Ne zaman boyattığını sordum. Tek yatak odasının boyanması dikkat çekiciydi. Çift kişilik kocası ile birlikte yattığı yatağı açtım. Herhangi bir şey yoktu. Yatağın üzerinden yorganı aldım ve ters çevirdiğim zaman yatağın alt tarafında yıkanmış veya silinmiş, eski kan lekeleri vardı. Hemen yukarı tavana baktım. Odanın tavanına bakınca, yastık tarafında tavan üzerinde 70 adet irili ufaklı kurumuş kan damlası lekelerinin olduğunu gördüm. Tavanda ki kanları Meryem hiç görmemişti. Çünkü duvarda ki ve yerdeki kanları hep temizlemiş tavandaki kan olduğu gibi duruyordu. Ben gösterdiğim zaman tavana baktı ve kan lekelerini görünce yere yıkıldı, bayıldı. Hemen koluna kelepçe taktık. Tekrar evin bahçesine çıkarak yaptığımız incelemede kömürlük içerisinde kurumuş kan lekeleri, yıkanmış kan lekeleri ve kömürlük dışında cesedin bulunduğu yere doğru sürükleme izlerini görmemiz üzerine olay meydana çıktı.
Meryem Hanıma döndüm ve "Olayı anlat yardımcı olayım." dedim. Kaşı ve gözleri ile bir kaç işaretler etmeğe başladı ve "Ne olur kimseye anlatmayın sizi ihya ederim."dedi. Çoğu zaman bizleri sivil gördüklerinden polise benzetemiyorlar, dolayısıyla da gafil avlandıkları oluyordu. Meryem olayı anlattı: "Bekarlığımdan beri aşık olduğum Nedim isimli eski komşumu gizlice çağırdım. Kocam Zekai uyurken gizlice içeri aldım. O uykuda iken yatağın içinde kafasına keserle vurarak öldürdük. Aradan beş altı ay geçtikten sonra Nedim ile evlenecektik. Ben kayın pederime kocamın kayıp olduğunu söyledim. Cesedi üç gün kadar kömürlükte sakladık. Sonra ben kayın pederimde iken Nedim cesedi kömürlükten giriş kapısının önüne getirdi ve kayın pederimle güya ben bilmiyormuşum gibi göstererek bulmamıza sebep oldu. Yatak odasını akan kanlardan sebep yıkadık ve duvarları boyattık. Tavanı düşünüp bakmadığımız için oraya sıçrayan kan lekelerini göremedik ve bilmiyorduk. Ta tavana kan nasıl sıçrar hala daha anlamış değilim. Yatağa akan kanı yıkadık fakat azda olsa belli oluyordu. Onun için onu ters çevirdik. Allah ayağımıza dolandırdı sizleri atlatamadık. Yakalandık." dedi.
Arkadaşım Ahmet hemen iki ev ötede ki Meryem'in sevgilisi Nedim'in evine gitti. O da zaten kulağı kirişte öyle bekliyormuş. Meryem'i kolu kelepçeli koltuğa oturtmuştum ve öyle bekliyorduk. Bizi azarlarcasına bir şeyler söyledikten sonra Meryem'in elinde ki kelepçeyi gördü. Meryem de ona tavanda ki kan lekelerini gösterdi ve "Boşuna inkar etme. Her şeyi anladılar. Olayı biz yaptığımızı biliyorlar." dedi. Nedim de artık inkar edemedi. Kendi evlerinin kömürlüğünde sakladığı sapının bazı yerlerinde hala kan izleri bulunan, olayda kullandıkları keseri gösterdi ve olay aydınlandı Her iki sevgili de bir bir ellerini tutarak Adliyeye çıktılar ve tevkif oldular.
19 Aralık 2013 Perşembe
V.I.P.
Bir daha yazıyorum 'very important person = çok önemli insan'
Buradan anlaşılıyor ki insanlar üç çeşittir.
1- Hiç önemsiz insan,
2- Az önemli insan,
3- Çok önemli insan.
Bu ayırımı yapanlar kesin çok önemli insanlardır. Fakat bu ayırımı neye göre yapıyorlar. Hanı insanlar eşitti. Bu VIP salonlarında 'çok önemli insanlarız' diye her türlü konforu yaşayıp yeyip içtikten sonra, benim gibi 'hiç önemsiz ve az önemli' insanlara paralarını ödetmeleri adaletli midir?
Bir unvan daha var. CIP Salonu 'commercially impotant person' Türkçesi; 'ticari önemli kişi' Bu bence normaldır. Ticaret adamlarının ayrıcalıkları olabilir. Bir kulüp gibi ticaret adamları bu kulübe üye olur ve gidiş gelişlerde kendilere daha avantaj sağlayabilirler. Bu isim de normal dır. Öbürünü bir daha okuyun ve düşünün 'çok önemli insan'
18 Aralık 2013 Çarşamba
NEYİDİRSEN?
12 Aralık 2013 Perşembe
İÇİ KIRMIZI
En kötü şey 'TÜRK' olmaktı. Onlar 'Faşist' idiler. Hatta kısaltılmış olarak 'Faşo' derlerdi. Kemal Ilıcak'ın Tercüman gazetesi elinde ve cebinde görülürse çok kötü şeydi ve taşıyan kısa sürede dövülür veya öldürülürdü. Güya Türkler okurdu bu gazeteyi. Cumhuriyet gazetesi taşıyanın da akıbeti aynı olurdu. Onu da solcular okurdu. Mesela solcuların attıkları sloganlardan biri aklımda. Sağcıların çoğunluğu ülkücü oldukları ve onlardan çok korktukları için, veya onların önlerinde engel olduklarını düşündükleri için, hep onlarla uğraşırlar ve "Oşt oşt köpekler, vatan sizden ne bekler?" diye slogan atarlardı. Sağcılarda "Komünistler Moskova'ya" diye bağırırlardı. Dinciler ise hiç bir şeye karışmaz, öyle arada gider gelirlerdi. Bizler de "Bakın Müslümanlar ne iyi, hiç bir şeye karışmıyorlar." derdik. Müslüman olduğumuz için bu durum hoşumuza gider, bu guruba karşı biraz sempati duyardık. Görevde asla taraf tutmak gibi bir olgu veya eğilimimiz olmazdı. Sadece bir yere gittiğimiz zaman birinin dinci olduğunu anlarsak, zarar gelmez diye, gider yanına otururduk. Her mahalle bölünmüş, hatta kurtarılmış bölgeler vardı. Herkes birbirinden korkar, caddede gezerken kendini kollardı. Resmi polis sokakta hiç gezemezdi.
Her gün veya her akşam 'sağcı' 'solcu' diye gençler öldürülürdü. Hatta Öğrencileri taşıyan belediye otobüsleri silahlarla taranırdı. Eylem yapmak için kendi arkadaşlarını, yanı kendi örgüt üyelerini dahi kendileri öldürüp karşı tarafın üzerine atarlardı. Güvenlik görevlilerini sokak ortasında öldürürlerdi. Kamu görevlilerini öldürürlerdi. Her gün en az üç banka soyulurdu. Öğrenciler gurup olur, önlerinde ve arkalarında polis ekipleri olduğu halde, onlar marş söyleyerek ve slogan atarak, guruplar halinde, gergin bir hava içinde okullarına giderlerdi. Bazı sabahları Adana Valisi Tahir Gençağa rastlar, Emniyet Müdürü Alpaslan Bilginer'e anons ederdi.
-Bir, Merkez, iki (Bir: Valinin telsiz Kodu. İki: Emniyet Müdürünün telsiz Kodu)
-Dinliyorum Sayın Valim.
-Alpaslan Bey, ben Vali. Sen misin?
-Evet Sayın Valim.
-Şu anda 200 kişi kadar bir öğrenci gurubu ekiplerle cadde de yürüyorlar. Bunlar bizimkiler midir?
-Doğrudur. Sayın Valim. Onlar solculardır.
-İyi, iyi, bayağı da çokturlar. Çocuklar incinmesin. Ha.
-Anlaşıldı Sayın Valim. Bunlar Vali ile Emniyet Müdürünün telsiz konuşmaları.
Bir gün yukarıda anlattığım şekilde üç gurup öğrenci polis ekipleri eşliğinde okullarına gittikleri sırada, Adana Balcalı da ki Üniversitenin tam girişinde, Çevik Kuvvet Şube Müdür Vekili Emniyet Amiri Mehmet Aksu telsizle anons etti. "Merkez guruplar birbirine girdi. Kavga başladı." dedi. Ve bir spiker gibi olayı nakletmeğe başladı. Bizlerde olay yerine süratle intikal ettik. Sivil olduğumuz için hem polislerden, hem de öğrencilerden korkardık. Bazen polis olduğumuzu bilseler bile karambolden her iki tarafta biz sivil polisleri dövüyor veya yaralıyorlardı.
Bir sefer arkadaşımız Şahin Ağan'ın kaşını Hidayet isimli Polis Memuru "Sen misin avukat" deyip copla vurmuş patlatmıştı. Meğer polis arkadaşları bizim Şahin'i göstermişler ve "O gözlüklü avukattır ve yeni yakalandı Faşo'dur." demişler. O da gelmiş vurmuş gözlüğü bile kırılmıştı. Onun için böyle olaylarda biz biraz uzak dururduk. İlk gördüğümüz şey bazı resmi polislerin solculara yardım ettikleriydi. Bunlar 'Pol-Der' li polislerdi. Ne ise sağcılar ve solcular birbirine girmiş kan gövdeyi götürüyordu. Biz hiç karışamadık, yanı içlerine giremedik. Solcular sayıları az olan sağcıları dövdüler, püskürttüler. Arkadan dinciler geldi. Hanı onlar Müslüman ya, sağcılar da Müslüman, yardım edip kurtaracaklar sandık ve bazıları da sevindi. Hiç te öyle olmadı. Ve orada o zaman anladım ki dinciler, o zamana kadar benim bildiğim bizim Müslümanlardan değildiler. Dincilerin de fraksiyonları varmış. Aczimendilerden tutun da, Süleymancısı, Nurcusu ve daha bilmediklerim. Meğer bunlardan başka tamamen sahte dinciler de varmış. Sonra anladım ki bir çoğu ayet ve süreleri bile bilmiyor. Sadece oturup kalkarak hiç bir şey okumadan namaz kılıyorlardı. Ve daha sonraları sünnetsiz imam bile gördüm. Onun için söylerim. Dini, başkalarını kandırmak için alet edenlere inanmayın. Daha doğrusu Allah ile aranıza kimseyi almayın.
Ne ise arkadan gelen dinci gurup vardı ya, onlar da geldiler solcuların tarafına geçti ve iyice dayak yiyen sağcıları tamamen perişan ettiler. O zaman ki cahil halım ile ben tamamen şoke oldum. Müslümanlar komünistler ile bir olmuş başka bir Müslüman gurubu dövmüşlerdi. Olayda bir kaç tane de yaralılar vardı. Dinci gurup ta olup ta tanıyabildiğimiz bir öğrenci daha sonra banka soygunundan yakalanınca, ilk defa kendisine şöyle bir soru sordum: "Geçen ki o olayda, siz komünistlerin tarafını tutup, onlarla birlikte sağcıları, yanı diğer Müslüman kardeşlerinizi niçin dövdünüz?" İster inanın ister inanmayın bana verdiği tek cümle cevap: "Ağabey, bizim dışımız yeşil, içimiz kırmızıdır. Yeşil ve kırmızıyı hepiniz bilirsiniz. Şimdi ise daha şoke olacak şeylere şahit oluyorum.
O komünist bildiğimiz solcularla, o zaman aralarında kan davası olan ve faşist dedikleri sağcılar birlik olmuşlar, vatanı savunuyorlar. Ha bir de bazı solculardan duymuştum "Ağabey biz CHP yı beğenmeyiz. Yasal bir parti olduğundan, sadece kendimizi saklamak için ona katılmışız." derlerdi. O zaman ki o aşırı CHP liler nere gittiler? Belli ki beğenmedikleri için ayrılıp beğendikleri kendi partilerini kurdular. Hem de yasal olarak. Geri kalan CHP liler de Atatürk'ün partisi diye vatanı savunuyorlar. Ne mutlu tehlikeyi anlayıp ta kendine gelenlere. Ne mutlu şehit kanlarıyla yoğrulmuş bu toprakları savunanlara.
11 Aralık 2013 Çarşamba
CAN GELDİ
10 Aralık 2013 Salı
DUANI İSTEMEM
9 Aralık 2013 Pazartesi
TARİH TEKERRÜRDÜR
alıntı |
7 Aralık 2013 Cumartesi
SENİN YAŞINDA
6 Aralık 2013 Cuma
ARTIK BİR YAŞINDA
5 Aralık 2013 Perşembe
ALLAHIN ADALETİ
alıntı |
Kayıkçıya "Çabuk beni kıyıya geri götür." demiş.
Kayıkçı "Erenler ne korkuyorsun? Allah adaletlidir. Size bir şey olmaz." demiş.
Bektaşi da "Allah adaletlidir de bende onun için korkuyorum işte. Şu anda altımızda günlerce ac kalmış ve üstelik hiç insan eti yememiş binlerce köpek balığı vardır. Allah onları da düşünür." demiş.
4 Aralık 2013 Çarşamba
SANA ELİŞMEZLER
alıntı |
3 Aralık 2013 Salı
NE YAPIYOR
alıntı |
2 Aralık 2013 Pazartesi
GEZİYE GİTTİK
Çamların içinde mangallar yakıldı. İsteyenler için rakılar açıldı ve en iyi bir şekilde Öğretmenler Günü kutlanıyordu. Sazlar çalındı, türküler söylendi. Öğretmenler bu konularda faal olduklarından günümüz çok eğlenceli ve mutlu bir şekilde devam ediyordu. Kendi aralarında bazı sportif faaliyetler ve yarışlar da tertiplendi. Şentürk Bey öğretmen değildi. Öğretmen Sevim Hanımın Eşiydi ve sigortacılık yapıyordu. Orada yapılan spor ve yarışlardan sonra "Hadi Recep Bey koşarak bu gölün etrafını dolanalım." dedi. Ben baktım çok uzun olacak gibi değil. "Hayır. Ben bu işte yokum" dedim. Beni biraz dolduruşa getirmek istediler fakat ben yutmadım. Yanı kabul etmedim. Ertan Bey vardı, biraz rakı içmiş çakır keyif olmuştu. Şentürk Bey ile gölünün çevresini koşarak dolaşmak için iddialaştılar. Ne kadar etmeyin gitmeyin dedikse de dinletemedik. İkisi kulübenin yanından start verdiler, koşmağa başladılar.
Biraz da sarhoş olmasına rağmen ilk başlarda Ertan Bey çok iyi koşuyordu. Görünürlere kadar arkalarından gözlerimizle takip ettik. Onlar gözden kayıp olup gittiler. Bir saatten çok zaman geçmesine rağmen hiç biri geri dönmedi. Sağ taraftan koşmağa başladılar ve gölün etrafından dolanıp sol taraftan geleceklerdi. Bizler tedirgin olduk ve ben bir arkadaşla gölün sol tarafından onlara karşı iki arkadaşta arka taraflarından kendilerini bulmak için gölün kıyısından yürümeğe başladık. Biz biraz gittikten sonra Şentürk Bey kan ter içinde karşımızdan bize doğru yalnız başına koşarak geliyordu. Ertan Beyi sorduk "O göle atladı." dedi. "Uzaktan dolanmaktansa ben yüzerek karşıya geçerim." dedi ve "Ne kadar uğraştımsa engel olamadım. Suya atladı. Şimdi gelmiş olması gerekirdi. Mutlaka başına bir şey geldi." dedi.
Her tarafta aramamıza rağmen Ertan Bey yok, bulamadık. Onu aramak için iki defa gölün etrafında dolandık. Suyun içine giremedik. O koskoca göl. Kenarlarından karşı kıyıya doğru bakarak bulmağa çalıştık. Artık akşam olmak üzereydi. Ertan Bey ortalıkta yok. Artık bulunması için polise baş vuracaktık. Küçük bir iskele olan yer vardı. Onun önünde, kıyıya yakın bir yerde, suyun içinde otların arasında uzanmış duruyordu. Bizlerde kurtarmak için suya daldık. İyice yorulmuş, bazı otlar ve elbiseleri vücuduna sarılmıştı. Karaya çıkardık. Konuşamıyordu. Yarı baygındı. Çimenlerin üzerine uzattık. Ağzından yuttuğu sular aktı. Yarım saat kadar yattıktan sonra kendine geldi. Kendine gelir gelmez de ilk işi bize kızmak oldu. "Benden sebep suya niçin atladınız? Beni niçin kurtardınız?" diyordu.
Ertan Beyin suya atladığı yerden, bulduğumuz yere kadar suyun içinden sağ olarak gelmesi çok büyük bir mucizeydi. Sonradan anlattılar ve ben de anladım ki Ertan Bey eşinden ayrılmış. Öyle normal ayrılma değil, doğum esnasında eşi ölmüş. O bir hafta kadar hiç evine gelmemiş. Eşinin mezarının üstünde yatmış. Onun için hayata küsmüş ve ölmek istiyormuş. Kendisine her ne kadar nasihat ettiysek te o artık hayattan kopmuştu. Allah yardımcısı olsun.
29 Kasım 2013 Cuma
TUZAĞA DÜŞMEYİN
-Burası…sigortalar kurumu. Hasan Kendigelen ile mi görüşüyoruz?
-Evet.
-Size vereceğim bilgiler doğru ise lütfen onaylayınız.
Adresimi, doğum tarihimi, anne adı, baba adı, ev tlf. numaramı, medeni halimi, emekli olduğumu ve (en önemlisi) kimlik numaramı söylediler. Doğru olduğu için ben de EVET cevabını verdim.
-Şu anda kullandığınız kredi kartı x bankasına ait.
-(O da doğru) Evet de bütün bunları niçin soruyorsunuz?
-Bakın, siz de anladınız ki bütün doğru bilgileriniz bizde var. Biz bunları size ait bir poliçeden okuyoruz. Üç yıl önce, iki yıllık bir kaza sigortası yaptırmışsınız. Binlercesinde olduğu gibi; İlk yılı kampanya imiş. İkinci yılın primini ödememişsiniz. Tutarı 600,00tl kadar. Kredi kartınızın her iki yüzünde ki numarasını lütfen verir misiniz? Tahsil edeceğiz.
-Siz banka hesap numaranızı verin.
-Beyefendi biz gereksiz komisyon vermemek için banka ile çalışmıyoruz. Ayrıca bankaya öderseniz ceza olarak, faiz ödemek mecburiyetinde kalırsınız. Bize öderseniz faiz almıyoruz.
-Peki. Bu defa benim size bir sorum olacak: Emekli olduğumu söylediniz. Nereden emekli olduğumu biliyor musunuz?
-Hayır.
-Ben emekli Cumhuriyet Savcısıyım. Bana tam olarak unvan ve açık adresinizi veriniz.
-Neden?
-Bulunduğunuz yerin emniyet müdürüne telefon açıyorum. Dolandırıcılık Masasından bir ekibi adresinize yollatacağım. Bilgileriniz doğru ise, o zaman adresinize havale çıkartırım.
Telefon kapandı. Ekrana çıkan telefon numarasını araştırdım. Tahminim gibi “Kayıt Yok” Kaza sigortası, poliçe falan da yok. Tamamen uydurma. Buradan anlıyoruz ki, gizli kalması gereken bütün kişisel bilgilerimiz maalesef ortalarda dolaşıyor. Bu görüşmeyi teferruatıyla anlatmamın ve burada paylaşmamın sebebi ise şu: Sizeler de böyle bir şey ile karşılaşabilirsiniz. O zaman bir savcı mı, hâkim mi, emniyet müdürü mü olursunuz? Hazırlıklı bulununuz. PAYLAŞALIM HERKES OKUSUN, BU TUZAĞA DÜŞMESİN KİMSE.
23 Kasım 2013 Cumartesi
ARKADAŞI ANLATTI
1967 yılında Okul hayatımızda Rizeli arkadaşım Hızır Mataracı ile
Erzurum da bir otelde kalırken hamama gittik. Banyodan sonra dinlenirken bir
paravan arkasından çok iyi anlaşılamayan bazı sesler geliyordu. Sanki hoca
öğrencilerine bir şeyler anlatıyordu. Hızır ile birlikte dinleyip biraz güldük.
Zaten bu konuşma tam Erzurum şivesi ile yapılıyor, konuşmaları pek
anlayamıyorduk.
Konuşma esnasında ‘Osman Efendinin Ahmet’ diye isim geçince ben şaşırdım. Arkadaşım Hızır’a “Bu adam benim bildiğim, çok yakından tanıdığım bir adamdan bahsediyor.” Dedim ve asılan bezi aralayıp o seslerin geldiği yere girdim. Hızır da peşimden gelmişti. İçeride 8-10 genç ile 80 yaşlarında bir adam vardı. Adam çocuklara bir şeyler anlatıyordu. Bizleri görünce genç olduğumuzdan dinleyici bildiler ve ses çıkarmadan birisi eli ile işaret ederek bir yere oturttular. Bu yaşlı adam bir taraftan anlatıyor, bir taraftan da ağlıyordu. Dedem Osman Efendinin Ahmet'i anlatıyordu.
22 Kasım 2013 Cuma
ÖZLÜ SÖZLER
2- Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkalarına öyle davran.
3- Hayatta hedefi olmayanlar yaşamaktan zevk alamazlar.
4- İşlediğimiz hataların çoğu, düşünmemiz gereken yerde, hislerimizle hareket etmekten ileri gelir.
5- Ne yaparsan yap yengeç her zaman yan gider, düzeltemezsin.
6- Hiç bir zaman çıktığın kapıyı hızlı çarpma, geri dönme mecburiyetinde kalabilirsin.
7- Geçmişimizle övünmeliyiz, fakat gelecek için de ne yapacağımızı bilmeliyiz.
8- İnsanlar eleştirilmelerini söylerler, fakat esas duymak istedikleri övgüdür.
9- Her zaman doğruyu konuşursan, ne dediğini unutmazsın.
10-Nasıl yaşadığımız geçmişe bakarak anlaşılır. Yaşamak ilerisini görerek sağlanır.
21 Kasım 2013 Perşembe
şiir SONUNDA
Bir yıl daha geçiririz, ömür eksilir nafile,
Çekerler koparırlar, farkında olmayız bile,
Hepsini götürür, bırakmaz ki geri zaman,
Gün geçtikçe tükeniriz, acımazlar haline,
Hayat gerçekten yalan, bilemeyiz başında,
Hep gündüzü görürsün, karanlığın dışında,
Sonun da kazanırsın, yaptıkların doğruysa,
Gerçek dünya görünür, yaşananın sonunda.
Recep Ali Öztürk
19 Kasım 2013 Salı
TÜRKİ-YE
Hepsi örgütlü olarak planlı ve bilinçli bir şekilde çalışıyorlar. Bu durumları bilmeyenlerin bir çoğu korkudan veya başka nedenlerden dolayı destek veriyorlar. Düşünün bir zamanların Valisi Yunanlılar kendine ait İli işgal ederken alkış tutmuş, Yunan askerlerini merasimle karşılamıştı. Bu ülkede üst düzey görevlerde bulunup ta sadece para kazanmak için çalışanlara yazıklar olsun. Ülke meselesi olunca para ikinci planda olmalı. Bir insan Türk olmayabilir. Türklüğü de kabul etmeyebilir. Hatta Türkleri sevmeyebilir de. Fakat vatanını satmaz. Birinci görev vatana hizmet ve onu korumak olmalı. Cumhuriyetin bir tek şeyini beğenmiyorum. Herkes gelişi güzel konuşuyor. Saklıyorlar bazı şeyleri ve hep yalan söylüyorlar bize. 'Osmanlı Padişahları Ülkeyi sattı' diyorlar. Ne satması beyler? İnsan kendi malını, mülkünü parasız pulsuz satar mı? Şimdi ki gibi zorla ellerinden aldılar. Bunu kimse söylemiyor. Hem de savaşla alamadılar, bu şekil de kirli oyunlarla savaşsız aldılar. Satsalar son padişahın parası olurdu. Parası olsa da ölünce cenazesi Fransa da rehin kalmazdı. Vahidettin'in naaşı parasızlıktan bakkal borçlarını ödeyemedikleri için uzun süre defnedilemedi. Fransızlara rehin kaldı. Arap Emiri cenaze masraflarını ve bakkal borcunu ödedi de defnedildi. Koca bir hanedan İstanbul'u terk ederken beş parasız gittiler. Aynı bugün kü gibi düşmanlarımız o zamanda saldırıyorlardı ve çeşitli oyunlarla emellerine ulaştılar. Mustafa Kemal ülkenin bir azını kurtarabildi. Şimdi ki Türkiyemizi. Türkiye de elimizden giderse daha başka bir ülke kuracak ne bir adam var. Ne de kurulacak toprak. Osmanlı İmparatorluğundan daha önce ayrılan diğer ülkelere bir göz, atın hepsinde iç savaş var. Türkiye sadece bölünmekle veya yıkılmakla kalacak sanmayın. Ve Kürdü, Türkü, Lazı, Çerkezi sizlere de bir daha ülke kurduracaklarını sanmayın. Yeni bir ülke kurarsanız da bir kaç yıl sonra biri birinize vurduracaklar. Sizler Irak'ı hiç unutmayınız. Her gün intihar saldırısı. Sizler Müslüman ülkelerini hiç unutmayınız. Sadece huzur içinde yaşayan bir tek islam ülkesi adı söyleyiniz. Ve tavsiyem aklınızı başınıza devşiriniz.
16 Kasım 2013 Cumartesi
KANLIDERE
|
Fındıklı İlçesinden Ardeşen e doğru giderken, Mekeskır de 'Kanlıdere' diye bilinir bu yer. Eskiden Rum ve Ermeni çeteleri Rus askerlerinin gölgesi ve koruması altında her tarafı kasıp kavururlarken, burada pusu kurar, yol keser, soygun ve vurgunların bir çoğunu burada yaparlarmış. Soygun ve katliamlar sırasında, akıttıkları kandan dolayı burası Kanlıdere adını almış ve çok kişiler burada katledilmişler. Müsait olduğu için buraya pusu kurar geleni geçeni vurur kırar öldürürlermiş. Evet buralar çok şeylere şahit olmuş fakat dili olmadığı için kimselere anlatamamışlar.
Ahmet Efendinin evine gittiği ve Aslan Beyin yalnız kaldığı bir gün, Aslan Bey yanında başka bir arkadaşı ile Gümüşhane taraflarında bir çeşme başına gelerek tüfeğini çeşmeye yaslar ve su içeceği sırada, Ermeniler sağlı sollu her iki yönden de Aslan Bey'e yaylım ateşi açarlar. Aslında Aslan Bey de çok çabuk davranan bir insandır, fakat orada tüfeğini eline alana kadar kendisine kurşunlar isabet eder. Yine de çömeldiği yerden ayağa kalkar ve tüfeğine uzanırken "Yetiiiiş!! Osman Efendinin Ahmet!! Beni vurdular. Nerde isen yetiş ! Ölürsem intikamımı bırakma!" diye bağırır ve orada düşer ölür. Hatta o çeşmenin yanında bir de çınar ağaçı varmış. O kadar çok kurşun sıkılmış ki o ağaca isabet eden kurşunlar o ağacı da kurutmuş.
Aslan Beyin ölümünden sonra Osman Efendinin Ahmet'in de yıldızı düşmüş fakat yine de yalnız başına yoluna devam etmiş. Ondan sonra bir düzen tutturamamış ve beş altı sene sonra O da kayıp olmuş gitmiş. Osman Efendinin Ahmet köylere geldiği zaman kimsenin şüphelenmediği eski bir hasmının evinde gizlice kalırmış. Kimselere görünmeden sonra gideceği yerlere gidermiş. Şimdi Sulak köyünde ki evlerinin yeri bile belli değildir. Kanlıdere hala daha yerinde duruyor. Yukarıda anlattım ya, sadece şekli biraz değiştirilmiş. O dereler, ırmaklar doldurulmuş, viraj düzeltilmiş çok geniş ve düz bir yol yapılmış. Şimdi oralar da soygun yapacak, adam öldürecek ne Ermeniler var, ne Osman Efendinin Ahmet ile Aslan Bey ve nede başka bir eşkıyalar. Ama Kanlıdre duruyor yeli yerinde. Hem de daha güzel.
15 Kasım 2013 Cuma
ESKİ HASIM
Gece gelir habersiz evime girer ve beni öldürür diye düşünüp bir çift adama saldıran köpekler almış. O vaziyette yine çok korkulu olarak evinde kalır, doğru dürüst uyku uyumazmış. Osman Efendinin Ahmet'in de bir mahareti daha varmış. Hiç umulmadık beklenmedik bir anda düşmanlarının karşısına dikilir, hesap sorar, yapacağını yapar, çeker gidermiş. Onun için 'Görünmez Adam' da derlermiş. Eski hasmı olan Haydar evinde çoluk çocuğu olmadığı bir zamanda uyurken birden uyanmış. Çünkü köpekleri havlıyorlarmış. Biraz kuşkulanmış ve elinde silah gece karanlıkta etrafı kolaçan etmiş. Bir şey göremeyince de yine uykuya dalmış. Ne zaman uyandıysa artık, yastığının altında ki tabancayı almak isterken Osman Efendinin Ahmet Haydar'ı tutmuş. Meğer köpekler ona havlıyorlarmış. Çoktan gelmiş evin içine girmiş. Haydar'ın yanına gelmiş ve; "Hiç sesini çıkarma ben seni öldürmeğe değil, buraya seninle barışmağa geldim. Çık kapıda köpeğinin biri armut ağacının çatalından asılıyor. Onu aşağı indir. Diğeri de ahırda hapistir, salıver." demiş.
Köpekleri et ile kandırmış, birini sepete koyduktan sonra sepetin içinde sepeti ip ile ağacın dalına çekmiş. Öbürünü de ahıra attıktan sonra kolaydan eve girmiş. Yıllarca herkes Haydar ile Osman Efendinin Ahmet'i düşman bilmişler. Halbuki Onlar dost olmuşlar. Ahmet köylere geldiği zaman, gizlice hep Haydar'ın evine gider orada saklanırmış. Kimse de şüphelenip ihbar etmezlermiş. Başka kimseye güvenip görünmezmiş. Köylerde olup biten haberleri bu adamdan alır, bir ara da kendi evine uğrar çoluk çocuklarını görür, daha sonra da çekip gidermiş. Her zaman kaçak tütün getirir bu adama verirmiş. Böylece eski düşmanlık iyi bir dostluğa dönüşmüş ve uzun süre dost olarak yaşamışlar.
14 Kasım 2013 Perşembe
BİR MECİDİYE
mecidiye (alıntı) |
Osman Efendinin Ahmet evine gidip ailesini göremeyince onlardan haber alabilmek için Fındıklı (Viçe) da bir askere yanaşmış ve neler olup bittiğini sormuş. Asker de "Sana ne be adam. Şu yukarı köyden bir adam Dudğe'yi yaktı, yıktı, Onu arıyoruz. Bu taraf köylerde bir olay olmadı ama suçlu bu köylü." demiş. Böylece ailesine bir zarar verilip verilmediğini anlamış ve askerin yanından ayrılarak oradan uzaklaşmış.
Saniye Hanımdan kalan kadın elbisesini giymiş ve kendisine barınacak bir yer bulmak için, tenha yerlerde, deniz kıyısında dalgın dalgın giderken, karşı taraftan gelen sakallı bir ihtiyar adam, tam yanında durmuş ve elini uzatarak "Delikanlı çok ihtiyacım var. Senin de cebinde bir mecidiye paran var. Onu bana verir misin?" demiş. Bu kendi sıkıntılarını düşünürken, ihtiyar ile ilgilenmediği gibi para da vermemiş ve "İşine git git ihtiyar diyerek, ihtiyarı geçmiş. Üç beş adım gittikten sonra aklı başına gelmiş. 'Ben tanınmamak için kadın elbisesi giymişim. Delikanlı olduğumu bu ihtiyar nasıl anladı? Cebimde bir mecidiyem olduğunu nerden biliyordu?' diye düşünmüş. Hemen geri dönmüş. Bu sakallı adamı tutup bazı merak ettiği şeyleri soracakmış. Arkasında bu beyaz sakallı dedeyi görememiş. "Amca amca" diye sağa sola bakmışsa da ihtiyar kayıp olmuş gitmiş. Bir daha da bu dedeyi görememiş.
İhtiyara vermek için elinde tuttuğu bir mecidiye para elinden fırladığı gibi denize atılmış ve kayıp olmuş. O paranın hayrını görememiş. Ondan sonra da parasının çok bereketsiz olduğunu söylermiş. Bu olayı kızları ve yakınları çok anlatırlatdı.
8 Kasım 2013 Cuma
İŞTE O KÖPRÜ
"Edalı yarım, belalı yarım,
Gizli haber eyle, gene duyarım.
Senin için kıyamete yanarım,
Senden sebep öldürürüm, ölürüm."
Bir haber gelip gelmediğini, veya bir tuzak kurulup ta çağrılıp çağrılmadığını bilmiyoruz. Ancak Sonbahar aylarının aydınlık bir gece vakti, geç saatlerde Osman Efendinin Ahmet, belinde kesik pire Rus Nagant (lagan) tabancası. Sürmene yapısı ikili karakulak saldırma bıçağı. Üç adet el bombası. Elinde Rus Berdan filinta tüfeği ve kalemlik dedikleri üzerinde iki yüz adet beşli desteler halinde fişek bulunan kemer göğsüne takılı olarak, elinden aldıkları kadın, Saniye'nin bulunduğu köye Dutğe'ye doğru, Onu bulmağa veya hesap sormağa veya ziyaret etmeğe tek başına yaya olarak, şimdi adı Sulak Köyü olan, o zaman ki Zuğu Sufla Köyünden yola koyulur. Daha önce de gelip gittiği için Ahmet oraları ve yollarını iyi bilmektedir. Kadının bulunduğu köye gitmek için Tunca deresinden karşı tarafa geçmesi gerekir.
Aydınlık berrak bir Sonbahar gecesinin geç saatlerinde sadece taşlara çarpan su sesleri yankılanırken, Tunca deresi üzerinde ki tek geçit olarak kullanılan ve her tarafı birbirine bağlayan, tarihi, 30 metre yükseklik ve 50-60 metre uzunluğunda ki, ne zaman yapıldığı bilinmeyen bu taş kemer köprünün yanına, Osman Efendinin Ahmet iki saat kadar süren yaya yolculuğundan sonra gelir.
Bir yerde bu şekilde seri tüfek sesleri duyanlar hemen anlarlar ve "Osman Efendinin Ahmet geri döndü" derlermiş. Başka kimse bu şekilde seri atış etmeği beceremediği için hemen anlaşılırmış.
Bir taraftan da o dar ve yokuş yollarda Osman Efendinin Ahmet'in yaraladığı insanları götürmek için uğraşıyorlarmış. Osman Efendinin Ahmet'e pusu kuranlar galiba yanlışlıkla kendi arkadaşlarını da vurabilmişler. Osman Efendinin Ahmet olup bitenleri, Saniye'yi öldürdüklerini, kendisini de yakalayıp işkence ederek öldüreceklerini, orada olan kişilerin konuşmalarından her şeyi öğrenmiş. Her şeyi anlamak için de kendi cesedini bir süre güya onlarla beraber aramış ve adamları konuşturmuş tabi.
Bu şekilde on beş yıl kadar acılı, üzüntülü kısa bir kaçak hayatı yaşamış. Evine gizlice uğrar azamı bir veya iki gün kimseye gözükmeden durur, gidermiş. Her sabah 'Ayetül Kürsü' Süresini okumadan evden çıkmazmış. Nerede olduğunu kimseler bilmezmiş.
6 Kasım 2013 Çarşamba
AZGIN KARADENİZ
baksana tam karadeniz |
5 Kasım 2013 Salı
KEDİ İÇİN
Elime bir sopa kaptığım gibi dışarı fırladım. Araba parkımızın önünde altı tane kocaman köpekler bir kediye saldırmışlar. Kedi bir köpeğin ağzında köpek karnından kediyi sıkıp duruyordu.
Kedi benim kraliçe değildi. Apartman önünde geçinen sokak kedilerinden biri idi. Köpeklere elimde ki sopayı sallayarak kediyi ağzından aldım. Köpekleri kaçırttım.
Kedi ölmemiş fakat arka bacaklarını kullanamıyordu. Can havli ile bağırıp pığlayarak iki ön tatlarını kendine siper etmiş, gözleri cam gibi olmuş ve sonuna kadar açılmış olarak kendi dilince bana yalvarıyor veya bir şeyler anlatmağa çalışıyordu.
Böyle bir manzaraya yürekler dayanamazdı. Evden aldığım poşet içine eldivenle tutarak kediyi sırt üstü yerleştirdim. Doğruca Batıkent te Atlantısın önünde ki özel veterinere son sürat getirdim. "En azından yaşamayacaksa ilaçla öldürülsün. Acı çekmesin" dedim.
Orada bulunan ırı kıyım kütük gibi bir veteriner hekim "Arka ayakları kırıldığını, tedavi olabileceğini" söyledi. Bende kendilerine teşekkür edip ayrılacağım sırada '800,00tl masrafı olduğunu, bu parayı ödememi' istedi. Bir an için düşündüm. Kendi dişlerimi param olmadığı için yaptıramamıştım.
"Sokak kedisi olduğunu, para ödeyemeyeceğimi" söyledim. "Bey efendi muayene ücreti ödemeniz lazım." dedi. Ben sinirimden onlara ne dedim bilmiyorum. Para ödemeden kediyi kaptığım gibi dışarı fırladım.
Yenimahalle Belediyesine giderken Lalegül de bir veteriner tabelası gördüm. Oraları hep aramama rağmen bulamadım. Orada çalışan işçilere sorunca oradan taşındığını öğrendim.
Belediyeye gittim. Bu zaman zarfında da çok şiddetli yağmur yağıyordu. Yenimahalle Belediye görevlileri İstanbul yolunda bir yere taşındığını söylediler. Ne ise uzattık, gittim orayı da buldum. Daha yeni yapılmış yerde bahçeli bir bina. Çamurlanmamak için taşlara basarak içeri gittim. Orta yaş bir beyefendi ile genç bir kız vardı. "Biz bakmıyoruz. Falan yere götür." demeleri üzerine yine zıvanadan çıktım.
Onlara da neler dedim hatırlamıyorum. Vurdum mu da hatırlamıyorum. Oradan da yola revan, deli dana gibi Ostim e doğru gelirken bir, çift kabin belediye arabasını seyir halinde gördüm. İçinde üç kişi vardı. Hemen durdurdum. Polis olduğumu söyleyerek ruhsatı aldım. "Ben başkomiserim. Hemen Başkanınızı bana çağırın" dedim.
Bir ekipleri daha geldi geçtiler önüme ve birlikte 'Out City' inin arkasında Hayvan barınağı yerine geldik ve oraya teslim ettim. Arabama baktığım zaman 270 km. yol kat etmiştim. İyi ki de evden çıkarken pijamalarımı çıkarmış kimliğimi filan yanıma almıştım. İki gün sonra aradım, kedi iyileşmiş. Bir kaç gün sonra kendi bölgesine getirip bıraktım.
ESKİ GÜNLERDE
"Şukri çıktı yaylaya sığır otlatamadı,
Yusuf İstanbullarda bir mesken tutamadı,
Mevlüt yaptı evini içinde kalamadı,
Canfer keçilerini terbiye edemedi,
Muğammet ğaşil etti oturup yeyemedi,
Yanı sıra Veyis te çocuk okutamadı,
Gelgelelim Feyiz'e bir evlat edemedi."
4 Kasım 2013 Pazartesi
ÇEKTİRME AV
30 Ekim 2013 Çarşamba
EDALI YARIM
Osman Efendinin Ahmet 25-26 yaşlarında iken, eski adı Dudğe olan Ardeşen in köylerinden birine arkadaşları ile düğüne gider. Evli ve o zaman iki çocuk babası iken bu köyden Saniye isimli bir kızı görür ve yıldırım aşkına tutulurlar. Bu köyün insanlarının aksı olduklarını bilmesine rağmen, o zamanların modasına uyar ve Saniye yi o tanıştığı gece kaçırıp ikinci eş olarak evine getirir. On beş gün kadar sonra anlaşılır. Saniye de köyünde zaten evliymiş. Yanı Osman Efendinin Ahmet başkasının karısını bilmeden kaçırmış. Bu durum hiç hoşuna gitmez fakat artık ne yapsın iş işten de geçmiş. Kadını geri vermek te işine gelmez. Her türlü kazasına belasına razı olarak saklamağa karar verir. Kaçırdığı kadın Saniye'nin kocası ve adamlarının kurdukları pusuların hepsini atlatır. Ta gelirler evinin aşağısında, şimdi ki çay alım yeri olan yerde tüfek çatarlar, Ahmet'in evini sorarlar fakat kimse söylemez. Bu şekilde bir yıl kadar zaman geçer. Bir sonbahar gecesinin uğursuz sabahında, evine baskın yapan çok kalabalık askerler ve Saniye'nin adamları Osman Efendinin Ahmet ile Saniye'yi evinde yakalarlar. Eski eşi ve iki çocuklarının yanında döverek Saniye'yi zorla elinden geri alırlar ve Dudğe de ki eski evine götürmek isterler. Saniye evden çıkarılırken yerlere yatarak direnir. Yanı gitmek istemez. "Onlar beni işkence ederek öldürecekler. Sen burada öldür de beni onlarla gönderme" diye Osman Efendinin Ahmet'e, yanı peşinden kaçtığı erkeğine çok yalvarır. O zaman ki şartlara göre Ahmet'in eli kolu bağlı, hiç bir şey yapamaz. Elinden zorla alırlar ve kapıya çıkarırlar.
Adamları Saniye'yi omuzlarının üzerinde taşırlarken, O hala çırpınarak feryatlar ediyor ve bir taraftan da yalvarmağa devam ediyor. Osman Efendinin Ahmet çaresiz üstü başı dağınık vaziyette evinin kapısının üstünde durur. Eskiden açık ateş yanan evlerde kapının içinde bulunan ve rüzgarı kesmesi için yapılan yarım kapı şeklinde perde denen ikinci küçük kapının üzerine dirseklerini koyarak durur ve sevdiği kadın Saniye'nin bu şekilde götürülüşünü arkasından acı çekerek seyrederken gizliden gizliye de kendi kendine şöyle türkü der:
"Edalı yarım, belalı yarım,
Gizli haber eyle, gene duyarım.
Sen hiç merak etme, seni ararım,
Senin için kıyamete yanarım,
Senden sebep öldürürüm, ölürüm."
Daha Saniye haber yollamış mı? Hiç buluşmuşlar mı? Yoksa hep hasret mi kalmışlar? Bilmiyoruz. Çünkü kendisi de bu konuda kimseye hiç bir şey anlatmazmış. Ancak bilinen bir tek şey var. Ondan sonra hakikaten öldürmüş ve ölmüş. Yanı sözünde durup kadını Saniye'nin hesabını herkesten sormuş. Düzgün bir hayat yaşamamışsa da, vicdani rahat olarak bu dünyayı terk etmiş. Çünkü Onun kadınını, Saniye yi köyünde adamları işkence ederek öldürmüşler. Osman Efendinin Ahmet te onlardan öldürmüş.
Bir olayda Aslan Bey ile tanışarak arkadaş olmuşlar ve dağa çıkıp birlikte eşkıyalık etmişler. Kanuna hiç teslim olmamışlar. Vatan için milis kuvvetlere katılmışlar. Diğer eşkıyalardan farkları var. İlk zamanlar hiç soygun etmemişler. Onlar genelde mazlum ve mağdur insanların yanlarında olmuşlar. Bir haksızlık yapıldığı zaman meydana çıkmışlar. Vurup kırıp kayıp olmuşlar. Bir daha haksızlık olana kadar hiç kimseye görünmemişler. Romanlara konu olacak bir kaç gerçek macerasını daha sonra yine anlatacağım. Ancak zamanla soygun da yapmağa başlamışlar.