1992 yılı Ankara Emniyet Müdürlüğü
Başkomiserim ve Cinayet Bürosunda görevliyim. Kendisini daha önceden görev
icabı tanıdığım Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar Bey İzmir Emniyet Müdürü iken
Ankara Emniyet Müdürü oldu. İzmir den Ankara'ya gelirken yanında Deniz Bey isminde
bir Emniyet Müdürü ve bir kaç ta başka personel getirdi.
Deniz Bey Ankara Asayiş Şube Müdürü oldu.
Mecbur kalmadıkça hiç karşılaşmak istemezdim. Kendisi saati saatine uymaz, ne
yapacağı hiç belli olmayan bir insandı. Zaten o geldikten sonra bana da Cinayet
Bürosunda pek görev vermezler, Nöbetçi Amirliğinde nöbet tuttururlardı. Cinayet
Masasının Amiri görünüşte Emniyet Amiri Erdal Bey fakat onu hiç bir işe
karıştırmazlar, bütün işleri Amir Yardımcısı olan İzmir den getirdikleri
Başkomiser Halim Bey çevirirdi.
Bir gün Asayiş Şube Müdürlüğü Nöbetçi Amirliğinde Nöbetçi Amiri olarak sabah saat 08.00 de görev aldım. Müdür Deniz Bey ile karşılaşmamak için bu görevi hiç sevmezdim. Asayiş Şube Müdür odası ile Nöbetçi Amirliği karşı karşıyadır. Bazen sabah makamına gelirken karşılaşmak kaçınılmaz olurdu. Birgün saat 10.00 sıralarında Müdür bey geldi. Daha makamına oturmadan İdari Bürodan bir memur yollamış beni çağırıyordu.
Gittim odasına girdim, gayet ciddi bir selam verdim. Sekreteri Rahime Hanım da
odasının kapısına geldi, durdu. Herhalde bazı notlar verecekti veya olacakları yakından izlemek istiyordu.
Kendisi tabancasını masanın üstüne koymuş, kemerini açmış pantolonunu
düzeltiyordu ve sarhoş olduğu da her halinden belli oluyordu. Ben gider gitmez eline masasından üzerinde yazılar bulunan bir kağıt aldı, bana doğru uzattı ve
"Sen bu olayı bana niçin haber vermedin? Soygun olmuş." dedi. Allah
Allah ben görev alalı iki saat oluyor böyle bir olay olmadı. Bana görevi
devreden arkadaşın zamanında da olmadı. Çünkü böyle bir olay hem raporla hem de
şifai olarak bilgilendirilir veya olsa mutlaka notlarına rastlardım.
Hafızamı
tam olarak yokladıktan sonra gayet kesin "Hayır Müdürüm şu ana kadar hiç
bir olay intikal etmedi." dedim ve belanın geldiğini de anladım.
"Hayır, olmuş." dedi. Benim de bir huyum var görevimi tam yapar,
kimseye eyvallahım olmazdı. "Sayın Müdürüm elinizde ki nota bakabilir
mıyım?" dedim. "Sen notu filan boş ver. Gasp olayını bana niçin
bildirmedin? Onun hesabini ver!" dedi. Notu bana vermedi. Gayrı ihtiyarı anlamak için başımı
uzatarak önünde masada duran nota baktım ve anladım. Olay, Mitatpaşa Caddesinde
Gasp iddiası.
On gün kadar önce vukua gelmiş ve polise intikal etmişti. Bir bayan evine zorla
giren iki kişinin bıçak tehdidi ile bileziklerini aldıklarını iddia etmiş. Ben
bayanın çelişkili ifadelerinden şüphelenerek sonunda ikna etmiş ve
konuşturmuştum. Bayan bilezikleri dostuna vermiş ve kocasına karşı iki kişi
tarafından gasp edildiğini yalan söylemişti. Sonra her şeyi itiraf etmiş. Dostu
yakalanmış. O da her şeyi itiraf etmiş. Bilezikler bulunmuş. Taraflar Adliyeye intikal
ettirilmişti. Kendisi de evraklar Savcılığa gönderilirken imza atmış haberi
olmasına rağmen bu olayı benden tekrar soruyordu.
Ayrıca ta olay evrelerinde de o zaman Kısım Amirimiz Erdal Bey tarafından benim yanımda kendisine bir kaç defa bilgi verilmişti. Olayı kendisinin bilmemesi mümkün değildi. "Sayın Müdürüm siz on gün önceki olaydan bahsediyorsunuz. İntikal eden yeni hiç bir olay yok." dedim. "Yaptığınız ışı" gibi küfürlü konuştu. Bende söylediklerini kendisine aynen iade ettim ve çıktım yerime geldim.
Bir saat
kadar düşündüm. Nasıl cinayet işlesem? Aklım biraz başıma geldi. Tam o sırada
adamı olan Başkomiser Halim Bey yanıma geldi. Anlaşılan olup bitenleri veya
fikrimi anlamak için kendisi yanıma yollamıştı. Onu pencereden aşağı atıyordum,
oradaki memurlar elimden aldılar.
Bir dilekçe yazdım.
'Müdüriyet Makamına sunulmak üzere, Asayiş Şube Müdürlüğü kanalıyla Personel
Şube Müdürlüğüne Ankara;
1973 yılından bu güne kadar Asayiş Şube'nin çeşitli birimlerinde çalışıp çok
yıprandığımdan emekli oluncaya kadar Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğünde
çalışmak isiyorum.
Gereğini tensiplerinize arzederim.' diye.
Ve İdari Büro dan yazdırdığım üst yazıyı da ekleyerek imzalaması için tekrar
yanına gittim. Bana "Bırak yarına kadar dursun, düşünelim." dedi. "Hayır
elden takip edeceğim. İmzalayın" dedim ve zorla imzalattım. Bu bir müdürün
mahiyetinde çalışan bir memura suç isnat etmesi ne demektir? Ben seninle
çalışmak istemiyorum fakat tayın de ettiremiyorum. Sen tayınını yaptır git
demektir. Dilekçemi Personel Şube Müdürlüğüne verdim. Bir hafta kadar sonra
Cinayet Bürosundan Polis Memuru Muhittin arabasıyla evime geldi, tayınım
çıktığını ve üzüldüğünü bildirdi.
Yağmurlu bir gündü. Öğleden sonra Göreve
başlamak için Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğüne gittim. İdari Büro Amiri
Abdil Bey tayınımın oraya çıkmadığını söyledi. Hassas Bölgeler Emniyet
Müdürlüğünden uzakta Esat ta olduğundan tayın yazım daha ulaşmamış. Ben görev
için diretince mecburen Müdürlerine sormak zorunda kaldı. Durumu anlatınca
Müdürleri de "Hassas sürgün yeri. Burada çalışmamak için herkes millet
vekillerinden torpil ederken, çalışmak için ısrar eden geri zekalı bu başkomiser
kimdir? Çağır gelsin bir göreyim." diyor. İçeri girdim. Kendisini
komiserliğinden tanıdığım Emniyet Müdürü Mahmut Bey, sarılıp bana biraz
takıldıktan sonra, oturtup çay ısmarladı ve "Resmi elbise giyme. Günde iki
saat personele 'Silah Bilgisi' dersi vereceksin. Her yaptığın işte tamamen
serbestsin. Ayrıca İş Ocaklarından da sen sorumlusun. Orayı düzelteceksin."
dedi.
Altı aya yakın orada çalıştım. Sade Hassas polisleri değil kadrodan da gelip
derslerime girip dinleyenler oluyordu. Hassas Bölgeleri Koruma Şube
Müdürlüğünde ki bütün silahların bakımını yaptım. Memurların hassas noktalarda,
ellerinde nöbet tuttukları MP5 makineli tabancaların altı adetinin iğneleri
kırık çıktı. Onları Kademeye göndermek veya iğneleri getirtmek suretiyle
tamirlerini yaptım. Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğünün arka tarafında ki
park yeri çamurdan bataklık gibiydi. Belediye Başkanı Melih Bey'e giderek durumu anlattım ve burasını asfalt döktürdüm. O günden sonra araba bakım yeri olarak kullanılmağa
başlandı.
Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğünün pürüzlü bütün yerlerini düzelttim. İş Ocaklarını disiplin altına alıp çalışır duruma getirdim. Huzur içinde her türlü sahada çalışmalarıma devam ederken altı ay kadar sonra Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar makamına çağırdı ve "Seni Poligon Amiri yapıyorum. Git orayı düzelt." dedi. Eğitim Şube Müdürlüğüne bağlı olan Atış Poligon Amiri oldum. Daha önce Asayişte iken gecem gündüzüm olmadan, hiç izin yapmadan tam bir orta çağ kölesi gibi çalışmıştım. Yedi sene filan bir memur gibi rahat çalışarak Atış Poligon Amirliği yaptım. Orayı düzene sokup her yıl on altı bin kişiye silah bilgisi dersleri verip silah atışı yaptırdım. Sekiz sene kadar müstakil Müdürler gibi burada Amirlik yaptım.
Emniyet Müdürü Cevdet Saral
Ankara Emniyet Müdürü olunca nerden ismimi duymuşsa beni tekrar Asayiş Şube
Müdürlüğüne alıp Ahlak Büro Amiri yaptı. İki yıl kadar Ahlak Büro Amirliği
yaptıktan sonra tekrar Eğitim Şube Müdürlüğüne geçip tekrar Atış Poligon Büro Amiri
oldum ve buradan da emekli oldum.
Orhan Bey İstanbul Emniyet Müdürü olarak giderken İzmir den Ankara ya gelirken
peşinden getirdikleri Müdür Deniz Bey ve Başkomiser Halim Beyi de yanında tekrar
İstanbul'a götürdü.
Biz zaten burada çalışırlarken de yaptıkları kanunsuzlukların, işledikleri
suçların bir çoğu kulağımıza geliyordu. Duyuyorduk. Onlar iki sene kadar
İstanbul da çalıştıktan sonra bir adam öldürülme olayıyla ilgili olarak
İstanbul da göz altına alındılar. Ankara da çete kurdukları ve işledikleri
suçlardan dolayı, ayrıca İstanbul da Söylemez Kardeşler Çetesi ile birlikte
çalıştıklarından biri sekiz, diğeri dört, başkaları da iki şer sene gibi
cezalar aldılar. Emniyet Amiri Erdal Bey de suçsuz yere onların sebebine
hapislere girip meslekten ihraç oldu. Sonra tesadüfen rastladım, İstanbul da
yanılmıyorsam Belediye Hastanesinde Güvenlik Amiriydi. Orada çalışıyordu.
Kısacası bunlar para için her şey yaptılar. Fakat sonra emekli bile olamadılar.
Diğerlerini bilmiyorum da Başkomiser Halim cezaevinden çıkmış Ankara İsmetpaşa
semtinde bir kahvede garson olarak çalışıyordu. Zor durumlarda idi. O zaman ben Ahlak Büro
Amiriydim ve yine de kendisine el tuttum. İnsan 'Ne olduğunu değil, Ne
olacağını' düşünmeli.
Gazete haberleri:
HABER / GÜNCEL
Eklenme Tarihi: 29.01.2010 12:04 Güncellenme: 03.02.2019 22:07
SÖYLEMEZ KARDEŞLER ÇETESİ
İşte bir döneme damgası vuran o çete
Cezaevinden çıktıktan sonra hakkında yakalama kararı çıkartılan ünlü çete bir
döneme böyle damga vurmuştu.
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de yakalanan Söylemez Kardeşlerin büyük kaçışı on
dört yıl önce başladı. Kamuoyu Söylemez kardeşler ismini 1996 yılında yapılan
bir operasyonla duydu.
Taraf Gazetesi'nden Sadık Güleç'in hazırladığı Söylemezler Çetesi dosyası bir
döneme ışık tutuyor
ESKİ ASKERDİLER
Kamuoyunda “Söylemez Kardeşler Çetesi” olarak anılan Dr. Mehmet Sena Söylemez
ve Faysal Söylemez kardeşlerin isimleri Haziran 1996 yılında Adana-Pozantı
karayolunda meydana gelen bir çatışma ile duyuldu. Çatışmaya girenler Emekli
Astsubay Başçavuş Mehmet Faysal Söylemez, Jandarma Üsteğmen Can Köksal, Dr.
Mehmet Sena Söylemez ve Fevzi Şahindi.
ASKER VE POLİSLERİN İSİMLERİ YER ALDI
Bu olayda yakalanan isimlerin orduda görev yapmış kişiler olması kamuoyunun bir
anda dikkatini çekti. Bu çatışmanın ardından başlayan soruşturmada 11’i asker
ve polis 24 kişinin ismi geçti. Açılan davada Söylemez kardeşler ve
arkadaşlarına Bucak aşiretinin lideri daha sonra Susurluk kazası ile gündeme
giren Sedat Edip Bucak’a Ankara’da helikopterden lav silahları ile suikast
hazırlığı içinde oldukları suçlaması yöneltildi. Söylemez kardeşlerin ayrıca o
dönemin Eminönü Belediye başkanı Ahmet Çetinsaya’ya Ataköy’de lav silahı ile
saldırı planladığı iddia edildi. Söylemez kardeşlere yardımcı olduğu
gerekçesiyle İstanbul ve Ankara eski Asayiş Müdürü Sedat Demir, İstanbul eski
emniyet müdür yardımcısı Deniz Gökçetin, Baş komiser Halim Apaydın, Emniyet
Müdürü Erdal Durmaz’a çeşitli davalar açıldı.
SEDAT BUCAK VE MEHMET AĞAR’I SUÇLADILAR
Bu davaların başlaması ile birlikte Söylemez Kardeşlerde Mehmet Ağar ve Sedat
Bucak’ı devlet desteğini alarak kendilerine karşı komplo kurmakla suçladılar.
Askeri doktor olan Mehmet Sena Söylemez kendi el yazısıyla 63 sayfalık bir
açıklama yaptı. Bu açıklamada dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar’ı ve Sedat
Bucak’ı 12 Mart 1996 yılında Eskişehir yolunda öldürülen ağabeyleri Emir
Söylemez, Resul Söylemez ve şoförleri Ercan Akyol’un öldürülmesinden sorumlu
tuttular. Sena Söylemez ifadesinde şu suçlamaları yöneltti. “ Onları öldürenler
her şeyi baştan sona planlayan ve yürüten o zamanki Adalet Bakanı Mehmet AĞAR,
BUCAK ve onlarla işbirliği içinde olan kirli polislerle, kirli koruculardır…
Ağar ve Bucak’ın emrinde kiralık katillerden oluşan çeteler var. Bizi de AĞAR
ve BUCAK’ın tertiplediği komplolar sonucu tutukladılar.”
2002 AFFI İLE ÇIKTILAR
Açılan davalar sonucunda Söylemez Kardeşlere silahlı saldırı, haraç, tehtid
gibi suçlamalardan dava açıldı. Davalar süresinde kendilerinden haraç
istendiğini ileri süren birçok tanık davadan çekilmişti. Bu arada bazı
tanıklara yapılan silahlı saldırıların Söylemez Kardeşler tarafından
gerçekleştirildiği ileri sürülmüştü. Süren birçok davadan beraat kararı
çıkmasına rağmen Aralık 1997 Kadıköy 2. Ağır Ceza mahkemesinde süren bir
davadan Mehmet Sena Söylemez ve Faysal Söylemez hakkında hapis cezası çıktı.
Ancak 2002 yılında Rahşan affı olarak bilinen yasa değişikliğinden faydalanan
Söylemez Kardeşler cezaevinden çıktılar.
Cezaevinden çıktıktan sonra 2004 yılında tekrar başka bir olaydan dolayı tekrar
gözaltına alınan Dr. Mehmet Sena Söylemez ve Faysal Söylemez çıkarıldıkları
mahkemeden serbest bırakıldılar. Ancak Savcılığın itirazı üzerine nöbetçi
hakimlikten tekrar haklarında tutuklama kararı çıkartıldı.. Bu davadan dolayı
haklarında uluslararası arama kararı çıkartılan Söylemez Kardeşler altı yıldır
aranıyorlardı.
KUZEY IRAK’TADA TUTUKLANDILAR
Haklarında çıkan tutuklama kararından sonra Kuzey Irak’ta yaşamaya başlayan
Söylemez Kardeşlerin ismi Erbil’de gözaltına alınmaları ile tekrar duyuldu.
İddialara göre bu ülkedeki Türk işadamlarından haraç istediği ileri sürülen
Söylemez Kardeşler polis tarafından tutuklandılar. Söylemez kardeşlerin serbest
kaldıktan sonra Azerbaycan’a gittikleri ve burada Türk polisinin kaldıkları
adresi Azerbaycan polisine bildirmesi üzerine yakalandığı açıklandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder