SAYFALAR

1 Kasım 2016 Salı

HAKSIZLIK

1988 yılı bir Sonbahar, Pazar sabahı Ankara sokaklarında, Hırsızlık Büro Nöbetçi Yedek Ekibi olarak arkadaşlarım Polis Memurları; Müjdat Arayan, Aziz Ata ve Cengiz Şutanrıkulu ile birlikte görev aldık. Cengiz Şutanrıkulu'nun bazı işleri olduğundan ona izin verdim ve ben diğer arkadaşlar ile Aziz'ın kullandığı, açık artırmaya çıkarsak 'antika' diye alıcı bulacak olan vitesten vitese zor geçen, kendi aramızda paralar toplayarak tamir ettirdiğimiz külüstür Ford Minibüs arabamızla dolaşırken çay içmek istedik.

Ulus ta Emperyal Kafe ye uğradık ve çay içerken arkadaşlar "Komiserim bize biraz tavla dersi ver." dediler. Müjdat ile tavla oynamağa başladık. Merkez başka bir ekibe İzmir Caddesinde sinemada bir kasa açma hırsızlığı olduğunu bildirdi. Hemen oyundan kalktık ve hızla Kızılay'a doğru o zor yürüyen arabamızla yola koyulduk. Görev bizim değil, Nöbetçi Ekibimiz bakacak fakat kasa işi olunca bilgimiz olması için ben de intikal etmek istedim.

Bahse konu hırsızlık olan sinemaya gidebilmek için GMK Bulvarından İzmir Caddesine girdiğimiz sırada sağ tarafımızda bir spor çantası taşıyan ve bize doğru gelen iki genç kişi dikkatimi çekti. Her ikiside ellerindeki çantanın birer sapından tutmuş bulvara doğru yürüyorlardı. Şöfore durmasını söyledim. Aziz arabayı zor durdurdu. Pazar ve öğleden önce olduğu için dükkanlar kapalı sokakta kimseler yoktu.

Koşarak şahısların yanlarına gittim. 'Polis' dememle beraber şahıslardan kısa ve yaşlı olanı bana bir kafa attı. Arkamdan arkadaşım Müjdat ta geldi. Biz orada o şahıslarla bir saatten fazla boğuştuk. Her tarafımız kan revan oldu ve tek nefes kaldık. Şahıslara zorla kelepçe taktık fakat hala zapt olmuyorlar, arabaya bindiremiyorduk. Güç bela arabaya aldıktan sonra, ikisi de ellerinden birbirlerine kelepçeli oldukları halde arabanın içinde bulunan kar zincirlerini alarak bize saldırdılar. Güçlükle her ikisini de yere yatırdık ve koltuklara bağlayıp sakinleştirdik. Ben daha boğuşma esnasında şahısların üzerine bakmış, birinin ayağında çorap içinde bir kama, diğerinde de iki adet dolu 14 lü şarjörü bulmuştum. Boğuşma anında o malzemeler sağa sola atılmıştı. Önce onları aradım buldum. Şahıslar bizimle boğuşurken yere bıraktıkları spor çantasının yanına gittim ve fermuarını açtığım zaman gözlerime inanamadım.

Ankara nın göbeğinde, Kızılay İzmir Caddesinde iki adet Kaleşinkof makineli tüfek, bir birine bağlı sekiz adet fişeklerle dolu bu tüfeklere ait şarjör, çok sayıda fişek, iki adet te 14lü tabanca, bu tabancalara ait 9mm fişekler ve 14 adet taarruz el bombası, bu bombaları tüfekle uzağa atmak için tüfeğe takılan adaptör olduğunu gördüm. Çevrede, onların güvenliğini sağlayan başka terörist arkadaşları da olabileceğini düşünerek, bu teröristlerde yakaladığımız silahlar bizimkilerden daha etkili ve sağlam olduğundan, bir tanesini doldurdum ve kendi güvenliğimiz için elime aldım. Diğerini de Polis arkadaşım Müjdat'a verdim. Ve hemen telsizle anons ederek durumu Haber Merkezine bildirdim. Bildirdim fakat herkes bizimle bir şeyler konuşmak için muhabereye girince telsizler kilitlendi ve daha artık telsizlerle konuşulmaz oldu. Biz oradan ayrılmak üzereyken olay yerine ilk olarak Altındağ Emniyet Müdürü Hüseyin Bahar geldi ve biraz sonra orası polis kaynamağa başladı. Biz hiç birini karıştırmadık. Malzemeleri ve şahısları Emniyet Müdürlüğüne götürdük.

Emniyet Müdürlüğüne gittiğimiz zaman, anonsu duyan bütün teşkilat mensupları oraya akın etmişler, orası bir mahşer yerine benziyordu. Asayiş Şubesine girişteki park yerleri hiç tanımadığım polislerle dolmuş, ilerlememiz mümkün değildi. Ankara'ya yeni atanan Emniyet Müdürü Mehmet Ağar Baş Müdür Yardımcıları ile bizi burada merdiven basamaklarında bekliyordu. İlk etapta sevinmiş gibi göründü. Asayişten sorumlu Müdür Yardımcısı Orhan Taşanlar ile beni ayak üstü dinledikten sonra "Aferin, Yüz hırsız yakalamaktan bu daha iyidir." dedi. Biz arabadan indikten sonra yukarı Büromuza çıkmak isterken yakaladığımız şahısları orada bekleyen polislerin bazıları elimizden almak istediler. Şahıslar memur arkadaşın koluna kelepçeli oldukları için bunu başaramadılar.

Şahıslara ait suç malzemeleri içinde olan çantayı benim Memurum Aziz'in elinden zorla çekip aldılar. "İçinde bomba var. Dokunmayın." diye bağırmamız üzerine çantayı yere bırakıp geri açıldılar. Çantayı tekrar biz aldık ve "Bomba var." diye bağıra bağıra zorlukla Büromuza çıkabildik.

Tutanakları tuttuktan sonra Rıza S... ve Mehmet Mustafa K.... isimli bu suçluları yakalanan malzemeleri ile birlikte sorguları yapılmak üzere Siyasi Şube Müdürlüğüne teslim ettik. Bu kişiler o gün ANAP binasını toplantı sırasında basıp bombaladıktan sonra, makineli silahlarla tarayıp, başta Turgut Özal ve Recep Ergün Paşa olmak üzere herkesi öldürüp katliam yapmağa gittiklerini itiraf ettiler.

Olay çok büyük bir infial yarattı. Askeriyeden filan güya uzman ekipler gelip bu adamları nasıl yakaladığımızı bizden soruşturdular. 15 gün üst üste toplanan TBMM bu olayı görüştü. Beni ve ekibimi görüp tanımak isteyen Emniyet Genel Müdürlüğünden dahi bir çok meraklı teşkilat mensubu ve sivil kişiler yanımıza geldiler. Çünkü o zamana kadar hiç bir şehir içinde böyle makineli tüfek ve bomba taşıyan bir kimse kazasız, belasız, çatışmasız yakalanmış değildi. Hatta duyduğuma göre Askeri ve Polis okullarında okutulmak üzere bu olay örnek alınarak sonradan bir de kitap yazılmıştı.

Bu olaydan sonra biz tekrar görevimize devam ederken Arkadaşım Aziz "Bize herhalde birer daire verirler Komiserim." diyordu. Ben de onlara "Bize ceza vermesinlerde, daire istemiyoruz, her şeye hazırlıklı olun. Ceza da verebilirler." diyordum. Ankara Valisi Saffet Arıkan Bedük yanına çağırıp tebrik etti. Bir miktar para vererek kutladı. Ayrıca birer maaşla taltif edip ödüllendirdiler. Bu arada Asayiş Şube Müdürü Bahri Baykal başka bir yere atanmış, Mehmet Ağar'ın İstanbul dan getirdiği İbrahim Baykaran Asayiş Şube Müdürü olmuştu. Bir ay kadar geçmişti ki yeni Asayiş Şube Müdürü İbrahim Baykaran beni bir gece yarısı yanına çağırdı ve "Git, Hırsızlık Büro Amiri olarak telsizi al ve bu gece anons et, göreve başla." dedi. Hemen içime bir kurt düştü. "Özür dilerim Sayın Müdürüm sağlık sorunlarım ve rütbem de müsait olmadığından ben bu görevi yürütemem." dedim. Kabul etmedim. Benden bir ses çıkmayınca o gece geç saatlerde tekrar çağırdı. "Baş Müdürün emridir. Hırsızlık Büro Amirisin. Eğer kabul etmezsen İlçelerden birine tayın olabilirsin" dedi.

İlçelerden birine tayın olsam benle beraber ailem de perişan olacaktı. Ertesi gün sabah erkenden Makama çıkmak için Özel Kaleme gittim. Baş Müdür Mehmet Ağar benimle görüşmeği kabul etmedi. Orada ki Başkomisere "Gitsin görevine başlasın." demiş. Çünkü cezalandırılmam için karar verilmişti.

Hırsızlık Büro Amirliği görevine başladım. On beş-yirmi gün geçtikten sonra bir mücevher hırsızı yeni yakalanmış, onun sorgusuyla uğraşıyordum. Başkomiser Murat Okşar geldi ve "Recep Bey, beni buraya zorla amir olarak yolladılar. Seni de nereye istersen oraya verecekler." dedi. "Onlar kendi istedikleri yere versinler ve onlara söyle gözüme pek görünmesinler." dedim ve doğru çektim evime gittim.

Bir seneyi aşkın Emniyet Müdürlüğüne hiç uğramadım. Beni de herhalde korktuklarından değil de acıdıklarından olacak ki hiç kimse aramadı ve göreve çağırmadılar. O zaman maaşlar Müdüriyette mutemetlerden alınıyordu. Benim maaşımı eskiden ki memur arkadaşlarım muhtemetten alıp evime getirip bana veriyorlardı. Bir yıldan fazla Emniyet Müdürlüğüne hiç gitmedim.

Müdürler değişmiş. Hasan Özdemir İl Emniyet Müdürü, Abdulganı Yıldırım de Asayiş Şube Müdürü olmuşlar. Asayiş İdari Büro Amirliğinden beni aradılar. Yeni Asayiş Şube Müdürü Abdulganı Yıldırım Bey seni çağırıyor." dediler. Gittim. Başkomiser Murat Okşar Beyle oturmuş planlama yapıyorlardı. O da bana "Git Oto Masası Amirisin. Görevine başla." dedi. "Bak Müdürüm benimle oynamayın. Eğer bu devlet yıkılırsa bilmiş olun ki benim ahımdan yıkılacak." dedim. Üstüme filan yürüdü. Murat Okşar aramıza girdi. Meğer önceden tanışırlarmış. "Müdürüm bu öyle der fakat çalışmadan duramaz. Arkadaşın onuru ile çok kötü oynadılar. Onun için çok kırılmış." filan dedi ve yatıştırdı.

Şimdi sizce, ben bu adamları yakalamasam, o yakaladığım adamlar gitse ANAP'ı bassa, Turgut Özal ile birlikte birçok parti mensuplarını  öldürüp büyük bir katliam yapsalar, bana yine aynı hareketleri yapıp cezalandıracaklar mıydı? Hayır beni kimse tanımak bile tanımayacak, düşman sahibi olmayacağım, dalgama kimse taş atmayacak, maaşımı fazlasıyla alacağım, icabında avantamı da alacağım, yine paşa paşa normal görevime gidip gelecektim. ANAP değil Tüm Ankara batmış kimin umurunda olacaktı sanki. Ama yakaladığım için 'Vay o kadar malzeme ile kazasız belasız o adamları yakalayıp, o millet vekillerinin canlarını kurtaran sen sin he?' dediler ve bana o şekilde layık gördükleri cezayı verdiler.

Kulağıma geldiğine göre, güya Vali Saffet Arıkan Bedük benim alınmamı istemiş. Madem Vali benim alınmamı istemiş vaktinde kendisi niçin onaylamış ve benden niçin rahatsız olup görevden almış?
Cinayet işlemek bile içimden geçti fakat hepsini Allaha havale ettim. Ben yaptığım işlerden her zaman vicdanen huzur duydum ve aynı şekilde hiç yılmadan göreve devam ettim. Bir çoklarının bu devlete toplam hizmetlerinden fazla faydalarım dokunduğu kanısındayım. Yine de hepsine teşekkür ederim.        

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder