SAYFALAR

31 Ekim 2012 Çarşamba

SEN UYU


Günde bir tas hoşaf içip
Türkiye için savaşan
askerlerimiz
Daha önce 'PARMAKLA OLSA !' başlığı ile yazmış ve Türk Milleti'nin bağrından kopan, Almanların kurtuluş savaşımız yıllarında fotoğrafını çekip şimdilerde meydana çıkardıkları, medarı iftiharımız, iki askerimizin resmini yayınlamıştım. İşte bu manzara bizim Cumhuriyetten önceki halimizi, Cumhuriyeti nasıl kurduğumuzu gösteriyor. 

O zaman Türkiye de Cumhuriyeti Avrupalılar veya Amerikalılar kurmadılar. Türkleri onlar kurtarmadılar. Türk milleti onlara karşı savaştılar ve kendileri dişleri ve tırnakları ile savaşarak kurtuldular. Şimdi bizlere akıl verenler o zamanlar bizi esir etmek veya yıkmak için bütün güçleri ile bize saldırmışlardı. Dünyanın her tarafından Abolcin'lere varana kadar, toplanmış kapımıza dayanmışlardı. Türk Milletini tarih sayfalarından tamamen silmek için kesin kararlılıkla bizimle savaşıyorlardı. Irak'a yaptıkları gibi vatanımızı istila etmek istiyorlardı. 

Tarih tekerrürden ibarettir. Daha önceleri olduğu gibi, daha sonra yine gelip ülkemizi istila etmek isteyeceklerdir. Biz o resimdeki iki asker ve benzerleri sayesinde, Irak gibi olmaktan kurtulmuş, tarihten silinmeyip, daha altın harflerle hiç unutulmayacak bir tarih yazdırmışız.
Irak ta halka tasma
takan ABD askeri
 
O zamanlar tüm yurttaşlarımız; Kürt'ü, Laz'ı, Gürcü'sü, Çerkez'i, Aphaza'sı, Çingene'si, Süryanı'sı, Asüri'si, Gıptı'sı, Türk'ü ve dahası; hepsi birlik olarak savaşmışlar. O altın tarihi bu şekilde yazdırmışlar. 

O zamanlar halktan yardım toplarken, Anadolu da gayri müslim bir bayan, yardım toplayanların huzuruna elinde bir çift çorap ile çıkar "Bu çorabı Yemen de şehit olan oğlum için örmüştüm. Şimdi başka askerler giysin diye hibe etmek istiyorum." der. Mustafa Kemal; Cumhuriyeti işte bu şartlarda, bunlarla ve bu şekilde kurdu. 

Hafızalardan silinmesin diye bizler için tarihler yazdıran O iki askerin resimlerini tekrar yayınlıyorum. Yanında  Irak'a getirilen DEMOKRASİ den de bir resim yayınlayarak örnek sunuyorum. Herkes iyi baksın. Kahramanlarını tanısın. Tanımayan satılmışlara da yazıklar olsun. 

Şu dünya da her şey şahsı menfaat içindir. Her zaman söylüyorum "Hiç kimse başkası için bedava nefes almaz." Başkasının demokrasi si için kılını bile kıpırdatmaz. Avrupa ve Amerika dan gelip te sana iyi rüya görmezler. Demokrasi deyip gelirler fakat Irak ta yaptıkları ve o resimde görüldüğü gibi  insanların boynuna tasma takıp işkence yaptıktan sonra yarım canda böyle gezdirirler. Bir de dünya da yaşayan diğer insanların gözlerini korkutmak içinde böyle resmini çekip medyada gösterirler. Sen uyu EY MİLLET !









30 Ekim 2012 Salı

TÜRK DEĞİLMİYİZ

1980 yılında İsveç te Stokholm Büyükelçiliğinde görevli iken tam gece nöbetimin biteceği sırada sabah erken saatlerde Elçiliğe bir telefon geldi. Telefon açan kişi Türkiye de yaşayan, Hirıstıyan bir Ermeni idi.
Kendini bana iş adamı Bedros olarak tanıttı. Telefonla görüştük, birbirimizi tanımayız. Saygı değer Bedros'un canı çok sıkılmış, benim ile  biraz dertleşti.
Ticaret adamı imiş, bir alış veriş için İsveç'e gelecekmiş. İsveç Hükümeti Türkiye de yaşadığı için vize vermemiş. Hatta 'Türkler bize Türkiye de çok kötülük yapıyorlar' de, sana vize verelim demişler. Çok ağırına gitmiş, gece uyuyamamış. Almanya dan İsveç Türk Elçiliğini bu sebeple aramış ve bu vesileyle görüşmemiz gerçekleşmişti.
Bana şöyle diyordu Bedros "Lo ben ülkelerine gitmek için vize istoor, İsveç Hükümet'ten. Bana vize vermoor. Türkler Ermeni lere kötülük yaptı de deor. Bilmoorki bende Türk. İstoorki Türk bana yalvaroor. Biz Türk, bunlar bizi ne sanoorlar? Biz ülkemizi düşmanlardan nelerle koruor. Biz kimseye bir kötülük etmoor. Herkes bizi öldürmek istoorlar. Türk yalvarmoor, ben de yalvarmoor, vizede istemoor." diyordu.
Demek ki BedrosTürk lerle yaşamaktan, Türk olmaktan gurur duyuyordu ve bu uğurda herşeyi göze alıyordu. Bizde böyle Ermeni komşularımızla yaşamaktan gurur duyuyoruz.
 

ENİŞTE

çarık
İlk başlardan yazmıştım 'OLA O NERDEN GEÇTİ' de ki nişanlılar kız Nermin ve erkek Muhittin aileleri arasında nifak çıkmış tam ayrılacaklarken, Muhittin Nermin'i kaçırmıştı.
Nermin bizim akrabamızdır. Kaçıran Muhittin ise başka akrabadır. İşin içinde kaçırma olayı olunca iki aile arasında biraz soğukluk olur tabi. Zaten nişanlı olmalarından dolayı arada ki soğukluk uzun sürmemiş, araya adamlar girerek barıştırmışlardı.

O zamanlar bende 8-10 yaşlarında çocuktum. Alipaşa Ağabeyim Ankara'dan yeni gelmişti. Birlikte Halamın evine İsmet ağabeyi görmeğe gittik.
Kış günlerinden biri olması nedeniyle milletin işi gücü yok, çevreden de komşular 10-12 kişi evin içinde açık ateşin başında otururmuş muhabbet ediyorlardı. Bizler de onların yanlarına oturup muhabbetlerine ortak olduk. Biz den sonra yukarıda bahsettiğim Muhittin geldi. İri yarı, izbandut gibi, ileri geri sallana sallana yürürken, ayağında kıl çorap ve çarık giymiş, görenlerin gayrı ihtiyarı dikkatini çekiyordu. İngiliz kilot pantolonu giymişti. Üstüne ne giydiğini hatırlamıyorum. Selam verdikten sonra açık ateşin yanına yanımıza bir iskemle çekti ve oturdu. 
Ben kendisini tanıyorum, o da bizleri çok iyi tanıyor fakat Alipaşa Ağabeyim köylerde pek durmayıp genelde gurbetlerde durduğu için Muhittin'i tanımıyordu;
"Ben bu delikanlıyı tanımadım, kimlerdendir?" diye sordu.

Daha kimse cevap veremeden hemen Muhittin;
"Bimbela versun Alipaşa, çe sen beni mı tanımadun? Ben sizun eniştenguz Muhittinim da" dedi. Herkes, gülmekten yerlere yattılar. Ve o mecliste bulunanlar hala daha bu şekil de hatırlayıp anlatırlar.