SAYFALAR

31 Ağustos 2012 Cuma

DÜNYADA ÜÇ ŞEY


'Gittiğinde asla geri dönmeyen üç şey: Zaman, Fırsat, Söz.

Kayıp edilmemesi gereken üç şey: Dürüstlük, Umut, Barış.

Hiç güvenilmeyecek üç şey: Hayal, Makam, Zenginlik.

İnsanı geliştiren üç şey: Çalışmak, Samimiyet, Başarı.

İnsanı mahveden üç şey: Gurur, Öfke, Kıskançlık.

Düşünülecek üç şey: Hayat, Ölüm, Sonsuzluk.

Uğrunda savaşılacak üç şey:  Vatan, Aile, Şeref.

Her zaman istenen üç şey: Sağlık, Dostluk, Huzur.

Olmaması gereken üç şey: Kin, Kibir, Nefret.

Sahip olduktan sonra elde tutulamayacak üç şey:  Şöhret, Servet, Kadın.

Dikkat edilmesi gereken üç şey: Dil, Huy, Hareketler.'   Bu nasihatları büyüklerimiz yapıyorlar.

30 Ağustos 2012 Perşembe

NASIL BIRAKILMAZ

1- "Sigara ilaçtır" diye düşünüp, ondan medet umarsanız.
2- "Benim param çok, vücuduma da zararı yok" derseniz.

Fakat yalan söylüyorsunuz, insan iseniz, bu dünya da bizimle birlikte yaşıyorsanız, anatominizde diğer insanlar gibi ise, muhakkak daha önce saydığımız zararlarını sizlerde gördünüz, kendinizi kandırmayınız.

3- "Hele son sigaramı da içeyim, daha içmeyeceğim" derseniz.

4- "Dayanamazsam içerim" deyip, hemen eften püften sebeplerle, bıraktıktan sonra sigaraya sarılırsanız.
5- Her içerken; daha önce saydığım zararlarını düşünüp, beyinden silmek için nefretinizi sağlamazsanız. (O saydığım; görünmeyip hissedilen zararlarını ezberleyiniz. Hiç aklınızdan çıkmasın.)

6- Zararlarını anladıktan sonra görmemezlikten gelip, kendinizi kandırırsanız.
7- Sigarayı her zaman aklınızda tutup unutmağa çalışmazsanız.

8- Sıkıntılı bir zamanda faydası olduğuna inanırsanız.
9- Bırakmanızı istemeyenlerin tavsiyelerine uyarsanız.

10- Yürüyüş yapıp düş almazsanız.
11- Sulu meyveler yemezseniz.

12- Her sigara içenin eline bakarsanız.
13- Kendinizin ve ailenizin mutluluğunu düşünmezseniz.

14-Ayağım, ciğerim 'böyle olsun' derseniz. Görünen zararlarını da hiç unutmayınız. Her zaman gözünüzün önünde olsun

15-Kısacası sigarayı bırakmak istemezseniz. Yanı iradenize sahip değilseniz;
SİZLER SİGARA İÇMEĞİ BIRAKAMAZSINIZ.

Kendiniz başladınız, kendiniz biraz zahmete katlanıp bırakmalısınız. Başkası sizin yerinize sigara bırakamaz. Boşuna uğraşmayınız. Sizlerde irade yok sigara içmeği bırakamazsınız.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

NASIL BIRAKILIR

Sigara nasıl bırakılır? Anlattıklarımızın özetini maddeler halinde yazalım. Eğer aynısını uygularsanız kesin bırakırsınız. Sadece bir yıl kadar demir iradeli olmanız gerekiyor. Başarmanız dileklerimle....

SİGARA BIRAKMA ÖN HAZIRLIK SAFHASI:

1- Sigara yı bırakmağa kesin karar veriniz.
2- Önce beyninizden tamamen siliniz. Her aklınıza geldi mi zararlarını hatırlayınız.
3- Sigara içerken hissettiğiniz bütün zararlarını hatırda tutunuz, hiç unutmayınız. Sigarayı her yakarken mutlaka hatırlayınız. Her sigara dumanı çekerken zararları aklınızda olsun.
Baş ağrısı, ayak ağrısı, diz ağrısı, halsizlik, dermansızlık, ağızda tatsızlık, gözlerde yanma ve fersizlik, boğazda yanma, uykusuzluk, cilt te kandan dolayı mat renk, nefes tutulması, göğüs ağrısı, görme kusurları, cinsel isteksizlik, aşırı terleme, çok pis sigara kokusu vs Bu saydıklarımı hep düşünün. Çünkü sigara içen herkeste vardır.
4- En az altı ay önceden; en kötü, boğazınızı yakan, başınızı döndüren, size sigarayı nefret ettirecek sigara kullanınız. Bunu asla ihmal etmeyiniz.
5- Sigarayı bırakmak için uygun ortamı bekleyiniz ve özel günleri tercih ediniz.

SİGARAYI BIRAKMA VE SON SAFHASI:
1- Sigarayı bırakmak için kesin karar veriniz.
2- Her zaman verdiği zararları hiç hatırdan çıkarmayınız.
3- Sigara yanınızda bulundurmayınız. Gerekirse temizlenmemiş sigara küllüğü koklayarak hem özleminizi giderir hem de nefretinizi tazeleyebilirsiniz.
4- Size sigara ikramında ısrar eden, sigaranın iyiliğinden bahseden kişilerin yanında uzun süreli bulunmayınız.
5- Sigarayı bıraktığınızı ilk zamanlar hiç kimseye söylemeyiniz. Hiç kimse bilmesin.
6- Canınız çok sigara istediği zaman açık havada derin nefes alıp veriniz. Zaten 4-5 hareketten sonra sigara isteğiniz geçecek. Sulu meyveler yiyiniz. Bol su içiniz. Çay içiniz. Tatlı yemeyiniz. Yürüyüş yapıp düş alınız.
7- Bu şekilde 10-15 günü geçirince "Dayanamazsam içerim" diye düşünün fakat ölseniz de içmeyin. Yanı nefsinizi kandırın. Korkmayın ölmezsiniz. Üstelik bunlara katlandıktan sonra çok güzel doyamayacağınız sağlıklı bir hayat sizi bekliyor. Böyle düşününüz.
8- Bu şekilde 15 gün veya bir ay geçti ise tebrik ederim. Sigarayı bıraktınız fakat daha tam değil. Ömür boyu zaten tam bırakamazsın, arada bir yoklar kesinlikle içmeyeceksin. Eğer bir duman çekersen eskisinden daha sıkı içmeğe başlarsın ve sonraları daha zor bırakırsın. Aman onun için hiç içmeyin zoru gitti kolayı kaldı.
9- Bıraktıktan sonra bir sene çeşitli bahanelerle seni içmeğe zorlayacak. Vücutta ki virüsler nikotin alamayınca hep harekete geçecekler. Çeşitli ağrılarınız hatta çıbanlar oluşacak. Biraz kilo alırsanız da sonra verirsiniz korkmayın. Her şey ilk safhada oluşur. Sonra iyileşirsiniz. İÇMEYİNİZ.
10-Sağlıklı sigarasız bir yaşama hoş geldiniz. Yukarıda ki nasihatlerimi hiç akıldan çıkarmayınız



27 Ağustos 2012 Pazartesi

YAVAŞ ÖLÜM

Bir kompozisyonda sigaranın zararları sorulmuş. Bende ilk okuyunca, 'sigara iyi bir şeydir. İyi ki içiyorum' diye sevinmiştim. Yazının devamını okuyunca dehşete kapıldım. Yıllar sonra da çok yerinde söylenen sözler olduğunu, sigarayı bıraktıktan sonra tam olarak anladım.
Sigara içenlere geçmiş olsun. Ne yapıp yapıp bu meret ten vaz geçmeğe çalışsınlar. Buyurun okuduğum ve önce sevindiğim, sonra dehşete kapıldığım o yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sonra içen ile içmeyen arasında ki farkı tartışalım.
Ödüllü bir yarışmada, "En kısa şekilde sigaranın zararlarını anlatınız." diye sormuşlar. Her ülke yarışmacıları kendilerine göre bir şeyler anlatmışlar. Biz onları boş verelim, birincilik kazanan İngiliz yarışmacının dediklerine kulak verelim:

1- Sigara içeni köpek ısıramaz,
2- Sigara içenin evine hırsız giremez,
3- Sigara içen ihtiyarlamaz.

Buraya kadar çok güzel, zaten yarışma heyeti de "Sen sigarayı met ediyorsun" demişler. İngiliz bilim adamı iddialarına devam etmiş.

"Sigara içeni köpek ısıramaz. Çünkü hep baston ile gezer.
Sigara içenin evine hırsız giremez. Çünkü hep öksürür, hiç uyumaz.
Sigara içen ihtiyarlamaz. Çünkü genç yaşta ölür." der. Bu yarışmacı.

Gerçek söylüyorum sigara içen yarım adamdır. Bu da benim sözüm olsun. Çünkü başı ağırır. Gözü ağırır. Dizleri ağırır. Kulakları ağırır. Her zaman halsızdır. Yarım adam değil, ölü adam desek daha çok yakışacak.
Sigarayı bırakmak öyle basit değildir. Önce bırakırken karşılaştığım çok ilginç olayları anlatayım. Eşim ile birlikte 2006 ramazan ayında bırakmak için sözleştik. İlk iftar çok basit geçti. Kendi kendime kolaymış diye düşündüm. İlk üç günden sonra çok darlandım. Hep 'içsem mi, içmesem mi' diye iki belki de kaldım. Hatta bazen son bir defa içeyim, daha içmem diye içimden geçiyordu. Hanıma mahçup olmamak için direniyordum. Zaten kesin karar vermiş, evde ki sigaraları yok etmiştim. Bir gün iftara yakın eve gelirken yolun kenarında yeşil çalıların içinde yeni açılmış bir paket marlboro sigarası buldum. Aldım eve getirdim. Eşim inanmadı "satın almışsın" dedi. Bulduğuma inandıramadım. Sigarayı kırdık çöpe attık, "biz söz verdik bırakacağız" dedik. Ertesi gün eve gelirken yine aynı yerde bir paket açılmış camel sigara buldum. Tekrar eve getirip eşime gösterdim. Aynı tepki ile karşılaştım ve sigara tekrar kırılarak çöpe atıldı. Ertesi gün aynı yerde kent sigarası duruyordu. Onu alıp eve getirmedim. Eşimi alıp sigaranın yanına götürdüm. Yeni başlayan birisi eve götüremeyip burada sakladığını düşündük. Bir ay boyunca orada bir paket değişik marka sigara eksik olmadı.
Oraya bırakılan sigaraları daha artık almadım. Her ihtimale karşı bulduğum sigaralardan yarım paketini sakladım. Hala belki 'en son bir tane içerim' diye düşünüyordum. Bence irade zayıflığı. İki üç ay hiç içmedim. 'İçsem mi, içmesem mi' diye kararsızlığım devam etti. Kızımı İngiltere ye yolcu edecektim. Sigara burnumda tütüyordu ve içmek için tam fırsattı. Gizli bir tane aldım yanıma. Hava alanına gittik. Beklerken sigarayı çıkarıp "Bir tane içeyim daha içmeyeceğim" dedim. Kızım "Daha içmeyeceksen bunu da içme. İyi ki bırakmışsın. Her zaman sonuncu içiyorum diye devam edeceksin." dedi. Elimde ki sigarayı alıp kırdı. Ben de içmekten vaz geçtim.

Polis arabamı çeker diye kontrol etmek için arabamın yanına gittim. Karanlıkta sağ ön tekerin yanında ayağıma bir şey takıldı. Eğildim baktım. Bir paket 'dunhıll' sigara. İnanmazsınız ama ben doğrusunu yazayım. Siz inanmayın. İçinde on bir adet sigara, bir de siyah çakmak var. Dunhıll sigarayı da ilk defa Türkiye de orada gördüm. İngilizlerin en iyi sigarasıdır. Bektaşi gibi ellerimi göğe açtım "Ey Allahım arabada çakmak var. Bunu boşuna yollamışsın" dedim. Ve bir tane çıkararak ağzıma taktım. Sigara ağzımda, bulduğum paket ve çakmak elimde bizimkilerin yanına gittim. "Siz istemiyorsunuz ama Allah benim sigara içmemi istiyor. Daha önce paramla sigara bulamazken şimdi bu bolluk neden dir?" dedim. Kızım ve Eşimin ısrarları üzerine yine içmedim. Orada sigara elinde geçen birine sigara ve çakmağı verdim. Adam sevindi veya beni meczub bildi. Bir kaç gün sonra Ankara'da Eşim ile yürüyüşe çıktık. Park yerinden dönerken yerde yeni açılmış uzun marlboro paketi gördüm. İçinden sigaranın biri yarısına kadar dışarı çıkmış:  'İç beni' diye kendini reklam ediyor ve beni bekliyordu. Aldım onu da bizim kapıcıya verdim. Sanki birisi beni takip ediyor, her gideceğim yere bir paket sigara bırakıyordu. Vaz geçmemi istemiyordu. Bu anlattıklarımın hepsi gerçektir. Hiç abartı payı dahi yoktur. Hatta ağabeyime anlattım "Sigarayı bırakırsan sen öleceksin, sakın bırakma" dedi. Ona da inanmadım. Çünkü kendisi de bırakamıyordu. "Sigarayı içen zaten ölü, içmeyim öyle öleyim" diye düşündüm ve inat ettim içmedim. Şimdi sigarayı görünce tiksiniyorum. İçen bir adamın yanında kötü kokusundan dolayı duramıyorum. Sigara içtiğim zaman ki halim aklıma geliyor ve bugünkü halime şükrediyorum. Aklımda iken söyleyim. Şimdi dikkat ediyorum da, şimdilerde yerde hiç bir tane sigara bulamıyorum.

Demek ki sigara şeytanın tam kendisi imiş ve şeytana karşı ben zafer kazanmışım. İlk bir sene onun sebebine her tarafımda ağrılar çıktı, hiç dinlemedim. Her aklıma geldi mi sulu meyveler yedim. Çay içtim. Bırakmak niyetiniz varsa ki, o vücut kendinizindir. O akciğer kendinizindir. Ben karışmam. Bana yaptığı etkilerin hepsini, içen herkese yapar sigara. En azından içmeyip yaşamağı bir zaman denemelisiniz. O sigarasız hayatın tadını bir tatmalısınız. Bırakmak istiyorsanız kesin karar vereceksiniz. Ciddi bir şekilde zararlarına inanarak ve zararlarını hep aklınızda tutarak, bırakmadan altı ay önce en kötü sigarayı içmeğe başlayacaksınız.  O içtiğiniz kötü sigara ağzınızı, boğazınızı acıtacak. Size nefret ettirecek. Veya nefret etmenizi kolaylaştıracak. Altı ay veya daha az zaman  sonra paket ve çakmağı atarak çok mutlu olacaksınız. Yok "ben yemeklerin üzerine içerim. İlaçtır. Ben sigara ile çok mutluyum." laflarına inanmam. Kendimizi kandırırız. Bende denedim; yemek vakti ne zaman gelecek diye ip ile çekiyordum. Bazen da yemek vakti geldi diye sigaradan sebep vakitsiz yemekler yiyordum. Kendinizi öyle kandırmayınız. Madem ki yemek üzerine içiyorsun hiç içme ben sana 'delikanlı' deyim. Yok efendim, ben bırakamam. Niçin? Çok tiryakiyim. Hayır. Sen korkak iradesizin birisin. Ancak ağabeyim gibi ölümü ensende hissedersen bırakırsın. Sigara içenlerin içinde benden daha tiryaki de tanımam, en anlayacağınızı deyim. Gece uykudan uyandım mı, ilk iş bir sigara içmek ti. Her gece yattıktan sonra en az dört sigara içerdim. İçmezsem gözlerim yanar uykuya geçemezdim




26 Ağustos 2012 Pazar

BEKARDUR DA

Hani derler ya; "Bit itte, pire yiğitte bulunur" diye.
Bir gün Temelin üzerinde arkadaşları bit görmüşler, Temel bir türlü kabül etmemiş;
- Aaa Temel sende bit var kolundan yukarı gideyi.
Temelde bakmış gerçekten bit fakat hani yiğitte pire olur ya;
Temel:
- Uşaklar o bit değul, cörmeimisiz piredur da,
Arakadaşları;
- Pire olsa rengi siyah olur bunun rengi beyaz,
Temel;
- O piredurda ihtiyar olduğu için beyaz görünii.
Arkadaşları:
- Pire olsa zıplardı, bu hiç zıplamayı.
Temel:
- Ola bu topalıdur da.
Arkadaşları:
- Pireler çift gezer, bu bi tanedur bit tur da.
Temel:
- Ola ha onımı anlamayısunuz, bu bekârıdur da. diyor

17 Ağustos 2012 Cuma

KENDİ YEDİĞİNİ

Macar Kralı, Yavuz Sultan Selim Han'a hediyeler yollar. Sandıklar bir bir açılır. Çok kıymetli halı ve mücevherler var. Fakat etrafı çok pis bir koku sarar. Koku sandıklardan gelmektedir. Herkes merak içinde son sandığı da açarlar, bakarlar ki Kral bir sandık ta insan pisliği göndermiş.

Bunu gören Selim Han çok kızar fakat belli etmez, O da Macar Kral'ına karşılık olarak bazı hediyeler yollar. Yolladığı hediyeler Kral'ın sarayında herkesin huzurunda açılır. Kral karşılık beklemekte ve çok kuşkuludur. Aksine sandıklar açıldıkça, bütün sarayı çok harika tatlı bir koku kaplar. Herkes kokudan mest olurlar. Sandığın içinde en iyi kokan güller ve Türk lokumu vardır. Lokumları yerken altında ki not gözlerine takılır ve okurlar;
"EY MACAR KRALI, UNUTMA Kİ HERKES KENDİ YEDİĞİNDEN, BAŞKASINA İKRAM EDER."       YAVUZ SELİM HAN

16 Ağustos 2012 Perşembe

BİRA CETUR

(Yeğenimin kızı Burcu Öztürk' ten)
Geçen Güz Ankara dan Doğu Karadeniz Otobüsu ile Fındıklı'ya giderken, gece saat 04.00 sıralarında şoförun muavine dediklerini duyarlar:
Şoför:
- Bira...cetur.
Tekrar:
- Ola , bira cetur deyirum saa.
Tekrar:
- Ula saa bira cetur deyirum da, duymaimisun?
Muavin:
- e..u.. (Orda uğraşıyor)
Tekrar şoför:
- Ola çok sıcak oldi, yanayirum, ha bu kaybanayı, bira cetur da.
Şoför içmeğe bira istemiyormuş. Çok sıcak olmuşda. Otobüsün kalorifer düğmesini 1'e ayarla. diyormuş. Tabi onu muavin anlıyor, yolcular anlamıyor. Bizim gibi essahtan bira biliyor.

DEĞİREM HE

Erzurum'lu bir iş adamı iş yerine bir bilgisayar ve birde program alır. Satıcı teknik olarak bilgisayar ve programı nasıl kullanacagını bütün detayları ile anlatır. Teknik servis elemanı gittikten sonra dükkan sahibi denersede yapamaz yanı elindeki bilgileri veya verileri bilgisayara yükleyemez. Servise telefon açar:
-Gardaş sizin alattığınız gibi yapırem, bir noksanlık var, program düzgün çalışmıir.
-Nasıl yapıyorsun? Anlatırmısın?
-Senin bana anlattığın gibi hepsini yazırem.
-Anlatırmısın nasıl bir hata oluyor?
-Yazdığım bilgileri kaydetmeme rağmen bilgisayarda saklanmıir. Teğrar açırem bulamirem.
-Nasıl yaptığınızı sıra ile tek tek anlatın!
-Programı açırem. Malın cinsi bölümüne cinsini; adeti bölümüne adetini; fiatı bölümüne fiatını yazırem. Hepsini yazdıktan sonra, kayıt bölümüne basırem. Ekrana bir yazı gelir. Kaydetmek istermisiniz?
"E (evet)/H (hayır)" Yazısı çıkıır.
Bende deyirem "Hee." Kayıt etmek istiyem. "H"harfine basiyem, yazdıklarımı saklamıir. Siliniir

15 Ağustos 2012 Çarşamba

BİZUM KARI

Temel boşanma davası açmış. Hakim ifade alıyor.
Temel'e sormuş:
- Ne zaman evlendin?
- Geçen sene
Hakim tekrar sormuş:
- Kim ile evlendin?
Temel cevap vermiş:
- Karıylan.
Hakim sinirlenmiş:
- E..Erkekle evlenilmez herhalde, sen hiç erkekle evleneni gördün mü?
- Gördüm tabi hakim bey. Görmez olur muyum?
- Kimmiş erkekle evlenen?
- Bizum Karı da... Geçen sene benumle evlendi.. demiş.

14 Ağustos 2012 Salı

İÇKİMİ İÇERİM

Devamlı içki içip piizlenen Bektaşi' ya hoca şöyle der" Ey munafık devamlı içki içip piizleniyorsun. Öldüğün zaman sırat köprüsünü nasıl geçecek sın?"
Bektaşi güler ve cevap verir "Sırat köprüsünü geçip te karşıda ne yapacağım ki? Babamın üzüm bağları yok ya. Bu tarafta oturur rahat rahat şarabımı içerim" der.

12 Ağustos 2012 Pazar

HERKESE İÇKİ

Adamın biri bir akşam bara girer ve bağırır;
- Garson herkese benden içki ver. Bir tanede sen iç!
Tabi garson adam dediği gibi yapar herkes içkiyi içer, garson adamdan içki parasını isteyince adam "Param yok." der. Garson iyi bir dövdükten sonra atar dışarı gider.
Üç gün sonra aynı adam aynı bara tekrar gelir. "Garson herkese benden içki ver, bir tanede sen iç" der.
Sonunda garson içki paralarını isteyince, adam yine "Param yok" der. Garson adamı yine iyi bir dövdükten sonra dışarı atar, adam gider.
On gün sonra aynı adam aynı bara tekrar gelir ve garsona;
"Herkese benden içki ver. Bu sefer sana yok. Çünkü sen içince sapıtıp beni dövüyorsun" der.

10 Ağustos 2012 Cuma

BENDE BİLİRİM

Osmanlı Padişahları çıkacakları seferi her zaman gizli tutarlarmış. Son ana kadar hiç bir kimsenin bilmemesine çok itina gösterirlermiş. Yavuz Sultan Selim Han sefer hazırlıkları yaparken Vezirlerinden biri ısrarla hangi ülkeye sefer yapılacağını sorar. Padişah söylemez. Vezir ısrar edince Yavuz Sultan Selim kendisine sorar:
- Sen sır saklamağı bilir misin?
Vezir cevap verir:
- Evet Hünkarim, çok iyi bilirim.
Yavuz Sultan Selim Han da şöyle söyler:
- Bende bilirim.

9 Ağustos 2012 Perşembe

AKIL VERGİSİ

Fransız Kralı 15. Lui ile dostunun biri konuşurlarken; dostu krala sorar:
- Efendim siz hiç 'akıl' vergisi almağı düşündünüz mü? Herkes aklına beğendiği için, akılsızlığı kabül etmez ve dedikodu etmeden seve seve öderler.
15. Lui de kendisine:
- Aklınla bin yaşa. Seni akıl vergisinden muaf tutuyorum. der.
 Ve halk böylece akıl vergisi ile tanışmış olurlar.
Allahtan bizim devlet büyüklerimiz bu fıkrayı bilmiyorlar. Veya akıllarına gelmiyor.

8 Ağustos 2012 Çarşamba

SAY İSİMLERİNİ

titanik
Hitler yakaladığı Fransız, İngiliz ve Yahudi esirlerine "Hepinize birer soru soracağım. Cevaplarsanız kurtulursunuz. Cevap veremezseniz kurşuna dizilirsiniz" der. Onlarda kabül ederler. Zaten başka seçenekleri de yoktur.
Fransız'a sorar:
-Tıtanık kaç yılında battı?
Fransız cevabı yapıştırmış:
-1912.  Fransız serbest.
İngiliz'e sorar: Tıtanık battığı zaman içinde kaç yolcu vardı?
İngiliz de cevabı yapıştırmış:
-1050.  İngiliz de serbest.
Döner Yahudi'ye, Ona da sorar:
- Say lan Tıtanık batınca ölen yolcuların isimleri.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

POLİSİ SEV

10 Nisan Türk Polis Teşkilatının kuruluş yıl dönümüdür. 10 Nisan 1845 te bir Nizamname ile Zabıtanın adı Polis e dönüşmüştür. Bu değişiklik sadece İstanbul da uygulanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunda, Atatürk'e; polise gerek olmadığı, asker polis görevini yapabileceği, arkadaşları tarafından söylenir. Atatürk gereğini anlatmak için bir manga askeri spor salonuna alır. "Doldur, kapa, ateş serbest" der. Hepsi birden ateş edince ortalık toz duman birbirine karışır. Akabinde aynı yere on tane polis çağırır. "Doldur, kapa, ateş vaziyeti al. Ateş serbest" der. Hiç bir polis ateş etmez. "Kapalı yerde sebepsiz yere ateş edilmez Paşam" derler. Atatürk;
- İşte beyler ikisi arasında ki farkı gördünüz mü? Polis teşkilatı gereklidir. der.
Cumhuriyet döneminde; 1934 yılında çıkarılan 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu ve 2559 Sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunları ile güncellenerek görevine devam eder. Bu güne kadar olduğu gibi, üstün başarılarla hala daha görevlerine devam etmektedirler. Bakmayın Polisimize 'İşkenceci, rüşvetçi, v. s. 'her türlü kötü şeyleri söyleyip, fıkralar düzüp halkın gözünde karartmak isterler. Hepsi maksatlıdır. Polisi karalamaktır. Çünkü emellerine ulaşabilmek için önce polisi yok etmek gerektiğini bilmektedirler. Hiç bir namuslu vatandaşın polisten şikayet ettiğini gördünüz mü? Evet içlerinden kötüler çıkabilirler. Hepsi en ağır şekilde hem meslek içi, hem de Adli mercilerde cezalandırılırlar. Bu kötü niyetlilerde inanın azınlıktadırlar. Türk polisine gerçekten güvenin ve koruyun. En azından yanınızda kimsenin kötü konuşmasına müsaade etmeyin. Napolyon ne demiş: "Eğer bir memlekette silahlar polise çevrilmişse; o memleket yıkılmağa yüz tutmuş" demektir.

10 Nisan Polis haftasıdır. Her yıl çeşitli etkinliklerle kutlanılır.
Atış müsabakaları düzenlenir, motorsiklet gösterileri ve daha başka etkinliklerde de bulunulur. Bu etkinlikleri hazmedemeyen bazı çevreler, uyduruk şeyler anlatarak halkın gözünde küçük düşürmeğe çalışırlar..
İşte size uydurma olarak anlatılan ve nükteli bir şekilde polisi karalayan bir fıkra.
10 Nisan da; Polis Radyosu da yayın aralarında konu ile ilgili anonslar yapar.
 Mesela:
- Polis huzurun güvencesi ve teminatıdır.
Spiker hemen anons eder;
- Şimdi Ferdi Tayfur'dan 'Huzurum kalmadı fani dünyada' dinleyeceksiniz.
Tekrar anons;
- Polise güvenin, polisi sevin.
Hemen peşinden spiker;
- Orhan Gencebay söylüyor 'Ben sevdim de ne oldu'
(Spiker ve anons eden aynı kişi değil midir? Anlayamadım.)

İnsan darlanınca "İmdaat, Polis" diye bağırıyor. Bu görevi layiki ile yapana helal olsun. 'Hızır İlyas' işte O dur. Diyebiliriz.

2 Ağustos 2012 Perşembe

EFSANE ADAM

1958-59 Yıllarında Fındıklı Orta Okuluna kayıt olduğum ilk yıl bir Okul Müdürümüz vardı. İlk zil çaldığı zaman biz her bölgeden gelen öğrenciler okul bahçesinde toplanarak öğretmenlerin yardımı ile sınıf sınıf sıra olmuş, daha bir birlerimizi tanımadan orada merdivenlerin üzerinde yüksekte durmuş ve bir konuşma yapmıştı; “Çalışmayan, yaramaz çocuklar okulumuzdan mezun olmayacaklar.” Demişti. 
Şirin İlçemiz Fındıklı nın yetiştirdiği değerli bir insan. Eğer öldüyse rahmetlerimi sağ ise saygı ve hürmetlerimi yolluyorum. Fotoğrafı olmadığı için buraya basamıyorum. Onun için de ayrıca özür diliyorum. O benden habersiz, belki de benim yaşadığımı bile bilmiyor, kendisinden bahsedeceğimi hiç aklının ucundan geçirmediği halde, ne mutlu ki ben kendisinden bahsederek herkesin hatırlamasını ve tanımasını istiyorum. Fındıklı Orta Okul Müdürümüz Sayın İbrahim Pehlivanoğlu
İbrahim Pehlivanoğlu, hakikaten her haliyle ve tipik bir Karadeniz yapısıyla saygıya değer, fiziki yapısı ile de soyadı gibi pehlivanlara benzeyen bir insandı. Gerçi biz o zamanlar o çocuk aklımızla belki beğenemezdik veya korkardık fakat hakikaten vatan perver, ender bulunur insanlardan birisiydi. Ertesi yıl Askeri Liseye Müdür olarak gitti dediler, ne derece doğru bilmiyorum.
O yıllarda yerli ve gurbetçi öğrencilerini, yanı köyden inerek çarşıda ev tutup oturan veya devamlı çarşıda ailesiyle birlikte oturan öğrencilerini geceleri saat 12.00 lere, hatta 01.00 lere kadar evlerinde, Müdür Yardımcıları ile aşağı yukarı her gece bizzat kendisi kapı kapı dolaşarak denetleyen ve biz çocukların kötü yollara sapmalarını önlemek için elinden gelen her şeyi yapmaktan çekinmeyen eşine zor rastlanır güzide bir insandı. Öğrenciler terekli lacivert bir şapka takarak dolaşmak mecburiyetinde idiler. Kendisinin öğrencilere yakalarsam asarım, keserim, kovarım süsü verip çok sert görünmesi, ve bunun yanında öğrencilerin işledikleri bazı ağır suçları bile, bilmesine rağmen hiç bilmiyormuş gibi davranarak öğrenciye nasihatler edip yeni bazı şanslar tanıyan ayrı bir idarecilik anlayışı vardı.
Okul içinde ve gece ev kontrollerinde zaman zaman da çeşitli komik olaylar vuku bulurdu tabi. Mesela gece kontrollerinde bizim evimize geldiği zaman yanımıza misafir gelen Esat isimli arkadaşımızın otururken başında okul şapkası olduğunu pencereden görünce içeri girmiş ve “Geri zekalı, gece bu şapkayı neden takıyorsun?” deyip te elinin avuç içi ile şapkayı kaldırınca içinden bir paket köylü sigarasının yere düşmesi ve yakalanması gibi.
Hikayesi çok anlatılırdı, bir gece bahçelerden portakal çalan öğrencileri yakalamış ve onları da af etmiş, hatta öğrencilere “Bizim bahçeye gelip yarıya toplasanız daha iyi olmaz mıydı? Hem biz de faydalanırdık.” Demiş.
Çok iyi niyetli, her zaman öğrencilerin lehine kararlar alır, hiç dövmez, sadece o uzun boyu ve iri yapısıyla yaramazlık yapan veya derslerine çalışmayan öğrencinin önünde durur; sağ elini yumruk eder ve öğrenciye zarar vermeyecek şekilde sol omzuna yukarıdan aşağa yavaşça vurarak “Geri zekalı,Yobaz, Geri zekalı, Yobaz.” derdi. Bu kelimeler onun klişe laflarıydı.
Coğrafya derslerine girer, çok anlaşılır ve iyi bir şekilde ders anlatırdı. Başkalarını bilmem de ben kendisini çok zevk alarak dinlerdim. Zayıf alan öğrenciler için ayrı bir çaba sarf eder herkesin sınıfını geçmesini isterdi. Sınıfımız da iki veya üç de zayıf öğrenciler vardı. Bir derste bu zayıf öğrencilerden Dursunalı’yı tahtaya kaldırdı. “Bak oğlum seninle bir pazarlık yapalım. Sana on tane soru soracağım, bir tanesini bilirsen 10 vereceğim ve sınıfı geçireceğim. Bilmezsen sınıfta kalırsın. Var mısın?” dedi. Dursunalı biraz kısa boylu ve biraz da komik bir yapısı vardı. Tahta da bir ayağını öne doğru atıp gart alır gibi yaptı ve “Söz mü? Mudurum ben varım, evelallah. Sor bakalım.” Dedi ve sınıfta ki öğrenciler huzurunda anlaştılar. Hatta diğer kendisini tanıyan iki yıllık öğrenciler “Hocam Dursunalı bütün soruları bilecek.” Diyerek fikir beyan ettiler. Dursunalı da zaten geçen yıl sınıfta kalmış, iki yıllık öğrencilerden di.
Müdür Pehlivanoğlu başladı sorular sormağa; bir soru sordu, Dursunalı “Eh mudurum falan filan” diyor ama sorunun esas cevabı yok. İkinci soru, üçüncü soru derken dokuzuncu soruya da cevap yok. Sadece “Atatürk ülkeyi kurtardı.” Diyordu. Hiçbir soruyu bilemedi. Anlaşmaya göre geriye sorulacak bir tek soru kalmıştı. “Bak oğlum bu son soru, bunu da bilemezsen günah benden gider, sınıfta kalırsın. Bu son şansın.” Dedi ve son soruyu da sordu:
“Danimarka’nın başkenti neresi. İsmi nedir?” 
Dursunali bu soruyu da bilmiyor, anlaşıldı. Çünkü kem küm diye cevaplar veriyordu. Müdür bey de bir şeyler söylesin de dersini kurtarayım diye düşünüyor olacak ki, ön taraflarda oturan çocukların alçak sesle hatırlatmalarına göz yumuyor ve Dursunalı’ya; “He .. tamam söyle oğlum!” diyordu. Ön tarafta oturan bilhassa kız öğrenciler de “ Kopen, Kopen” deyip hatırlatmağa çalışıyorlardı. Dursunalı da onlardan duyduğu Kopen’i tam olarak anlayamıyor  o da “Kopel, Kopel” anlıyor ve öyle tekrarlayıp duruyordu. Müdür Bey de “Ha tamam oğlum, iyi gidiyorsun, söylüyorsun. Hadi tamamla. Devam et. Sonunu getir.”  diye Dursunali’ye cesaret veriyordu.
Bu şekilde herkes Dursunali'nin dersini kurtarması için yardımlarını devam ettirirken, yine kızlar da alçak sesleriyle Kopen, Kopen deyip hatırlatmalar yapıyordu. ‘KOPE’ den sonrasını ve gerisini bir türlü anlayamayan ve KOPENHAGEN’i hatırlamayan Dursunalı, herkesin zorlamasıyla birden cesaretlendi ve cevabı uydurarak yapıştırdı: “KOPELA MÜDÜRÜM!” dedi.
Müdür Bey hemen kürsüden kalktı ve geldi önünde durdu, sağ elini yumruk edip sol omzuna yukardan aşağı doğru yavaş yavaş vururken bir taraftan da; “Geri zekalı, yobaz! Bana mı diyorsun? Ben miyim Kopela? Ben Pic miyim?” Diye soruyordu.
Not vermedi ve “Geç yerine otur.” Dedi. Dursunalı da sol omuzu aşağıda, sağ omuzu yukarıda öyle yan yan yürürken Müdür Bey tekrar sordu; “Oğlum ne oldu neden öyle yan yürüyorsun?”
“E.. Mudurum hep bir tarafıma vurdunuz, bir omuzum çöktü. Onun için yan yürüyorum.” Dedi.
Müdür Bey güldü ve; “Geri zekalı. Sen merak etme. Öbür  sefer öbür omzuna vurur, seni dengeye getirir düzeltirim.” Dedi. Herkes yüksek sesle kahkaha ile gülmüşlerdi.
Var mı bu kahraman okul müdürünü hatırlayan? Var mı bu gün veya ondan sonra öğrencilerini evlerinde gece dahi kontrol edip, vatana ve millete hayırlı evlat olmalarını sağlamağa çalışan bir müdür veya yetkili, onların kötü yola düşmelerini önlemeye çalışan ve başkalarının yaşamlarını kendi yaşamından önde tutan vatan evladı? Saygı ve Hürmetlerimle.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

TERÖR

1980 yılı yer Adana, 12 Eylül darbesinden bir ay kadar önce; Haber Merkezi tarafından adres belirtilerek kuyumcu gasp edildiği iddiasıyla, olay yerine sevk edildik. Gece saat yirmi üç sıralarında kuyumcu açık olmazdı. Başka bir olay olabilirdi. Bu şekilde ihbar edip polisi oraya çeker ve bir saldırı yapabilirlerdi. Bu sebepten tedbirli bir şekilde Küçüksaat'ta Nardalı Kuyumcusuna gittik. Mehmet Nardalı enteresan bir şekilde ilk defa duyduğumuz bir metotla gasp edilmişti. 

Kuyumcu normal şekilde akşamdan dükkanını kapatır ve karanlıkta o an için yalnız kaldığı evine gider. Reşatbey de evinin girişinde bir otomobilin yolu kapattığını ve manevra yaptığını görür. Yolun açılmasını arabasının içinde beklerken yanına bir bayan yaklaşır. Uydurma bir adres sorar ve elindeki silahı kafasına dayayıp kuyumcuyu teslim alır. Yanlarına iki erkek daha gelir ve hepsi birlikte kuyumcunun evine giderler. Kuyumcunun silahını,  dükkanın ve kasanın anahtarlarını alırlar. Kız terörist kuyumcunun evinde kuyumcu ile bekler ve beklerken evde ki viskiden içer. Erkek teröristler dükkana giderler ve on altı kilogram altını aldıktan sonra tekrar eve gelip kız arkadaşlarını da alarak kayıplara karışırlar. 

Verilen binek oto plakası trafikte traktör olarak kayıtlı görünüyordu. Olayın oluş şekli ilk etapta bize 'senaryo' gibi geldi. Sigortadan para alabilmek için böyle düzmece senaryolara baş vuranlar oluyordu. 

Önce bu durumu incelerken, ertesi gün, gündüz Karşıyaka da sulama kanalının kıyısında bir ticari taksi şoförü öldürülerek, taksisi gasp edildiği, Haber Merkezi tarafından anons edildi. Buda herhalde bir senaryo olamazdı.

Şoförü öldürülen ve gasp edilen ticari taksinin plakası Haber Merkezi tarafından bütün ekiplere bildirildi. Ekipler her tarafta araştırırken, Asayiş Ekiplerinden biri aracı Karşıyaka da takip ettiklerini, içinde iki erkek bir bayan bulunduğunu bildirdi. Tüm ekipler o bölgelere doğru kayarlarken, bir ekip araçtan indiklerini ve Anadolu Mahallesine doğru rastgele ateş ederek kaçtıklarını bildirdi. Yaya ve motorize, resmi ve sivil polis ekipleri şahısları cadde aralarında yakalamak için koşuştururken şahıslardan biri sokak arasından Çevik Kuvvetin on kişilik Ekip otosunun önüne birden çıkarak, çift tabanca ile seri bir şekilde ateş etmek suretiyle ekibi taradı. Bir polis memuru şehit oldu, dört polis memuru yaralandı. 

Bütün ekipler bu kişileri ararlarken, tekrar Haber Merkezinden anons geldi. "Anadolu Mahallesinde belediye otobüsü yolcuları ile birlikte bir bayan tarafından rehin alınıp kaçırılıyor. Ve nihayet ilerde şoför ile bir vatandaş o bayan terörist tarafından yaralanmış olarak, otobüsü kaçıran bayan terörist te yaralı olarak yakalandı. 

Üzerinde çıkan kimlikte ismi Ayşe Gümüşhane nüfusuna kayıtlı. Kuyumcu Mehmet Nardalı'ya teşhis ettirdik, kendisini esir alıp gasp edenlerden biri de bu bayan olduğu teşhis edildi. Bayanı defalarca hastaneye getirip tedavi ettirdik. Bir türlü gerçek kimliğini söylemedi. MİT'in çalışmalarından kimliğinin sahte olduğu, Karataş'ın bir köyünden Hüsne Davran isminde bir bayan olduğu anlaşıldı. Çünkü Gümüşhane de onun belirttiği bir aile yoktu. 

Doğru ifade alabilmek ve arkadaşlarını söyletmek için ikna eder düşüncesiyle Karataş tan babasını getirdik. Yalan ifade verdiği gibi babasını da tanımadığını söyledi. Ve bayanın bize verdiği ifade; Belediye otobüsüne binmek için durakta beklediği sırada yanına iki kişi geldiğini, zorla eline iki silah verip kaçtıklarını, silahlar elimde otobüse binmek isterken şoförün korktuğunu ve arabayı hızlı kullandığını, silahın kazaen ateşlenip adamların yaralandığını söyledi. “Ben namuslu bir vatandaşım." dedi. 

Soygunda alınan on altı kilo altını bulamadığımız gibi, iki erkek arkadaşını da söyletemedik ve bu şahıslar hala daha bilinmiyorlar. Babası ise altı yıl önce evi terk ettiğini, hiç haber alamadıklarını, ilk defa burada gördüğünü söyledi.

Bayan mahkeme neticesinde tevkif oldu. Bir ay sonra bizlerden 'Dövdüler' diye şikayetçi oldu ve kendimizi savunmak için mahkeme kapılarına gittik. Böylece bir zamanlar ülkede terör olması için Meclisinden tutunda, Adliyesi, Milli eğitimi, Sağlık kuruluşları, Askeri, Polisi, bütün kurumlar yardımcı oldular. Ama yine de emellerine ulaşamadılar. O şikayet üzerine az kalsın bizler de 'Efrada Sui Muameleden' tevkif olacaktık.


ÇAY DEMLEME

Üç türlü çay demleme şekli vardır.
Birinci ve en bilinen, yaygın olanı;
1- Çaydanlık içine su konur,  porselen demlik boş olarak üzerine konur ve çaydanlıktaki su iyice kaynatılır.
2- Kuru çay miktarı kararlaştırılarak porselen demliğe konur, su çekilerek yıkandıktan sonra kaynayan su demlikte ki yıkanmış çayın üzerine konur. Çaydanlık altında ki ateş kısılarak on beş dakika bekletildikten sonra çay demlenmiş olur.
3-Porselen demlikteki çaydan dem ayarı yaparak bardağa az konur. Çaydanlıktaki kaynamış suyu ilave ederek çayınız içmeğe hazır olur, içebilirsiniz. Afiyet olsun.
4- Demlikte kalan demlenmiş sulu çay tozlarını dökmeden önce bir peçeteye sarınız, ılık ısıda iken gözlerinize sürünüz. Yanı iki üç dakika pansuman ediniz. On beş gün devam ederseniz faydalarını sizlerde hissedeceksiniz. Şifalar olsun

İkinci ve pek az kişinin bildiği çay demleme usulü:
1- Çaydanlığa soğuk su koyunuz.
2- Demlikte ki kuru çayı yıkadıktan sonra, demlemek için soğuk su koyunuz .
3- Demliği; çay ve  soğuk su ile dolu iken, çaydanlığın üzerine koyunuz ve ikisini birlikte kaynatınız.
4- Çaydanlıkta ki su kaynarken demlikte ki çay ve suyu da, su buharı ile ısınacak, biri kaynarken öbürü de demlenecektir.
5- Çaydanlıktaki çay suyu kaynadığı zaman kısık ateşe getiriniz ve on beş dakika bekletiniz.
6- Çayınız hazır, normal şekilde dem ve su ilave ederek çayınızı içebilirsiniz. Afiyet olsun.

Üçüncü ve son çay demleme şekli:
Eğer kullanacağınız kap noksan ise, çaydanlık veya demliğin bir tanesi yoksa yanı tek demlik veya çaydanlıkta çay demleyeceksek;
Bu şekil daha ziyade elimizdeki imkanlar elvermiyorsa, yayla ve merzeler de uygulanır.
1- Önce elimizde bulunan çaydanlık, demlik veya güğümün içine yeteri kadar su konur.
2- Ateş üzerinde iyice kaynatıldıktan sonra kısık ateşe alınır ve iki kaşık yıkanmış çay tozu kaynamış suya atılır.
3- Çok az sıcaklıkta (kısık ateş veya köz üzerinde) 15-20 dakika bekletilir.
4- Süzgeç yoksa bardağın üzerine temiz bir bez konarak, bardağa koyarken süzülmesi sağlanır ve artık çayınız içmeğe hazırdır. Afiyet olsun.
Rusya da bir inşaat işçisi imkansızlıktan bu şekil yapılan çayı, çorabından süzerek içmiş ve poşet çay  ilk defa bu şekilde icat olmuş.