SAYFALAR

29 Şubat 2012 Çarşamba

ÖRGÜTTE ELEMAN

Örgüte hizmet eden herkesin birer kod adları vardır. Güya sahte ad kullanırlarsa kimse tanımayacak ve yakalanmayacaklar. Fakat ben bugüne kadar yakalanmayanı, tespit edilmeyeni hiç görmedim. Bir örgüt bölgelere ve bölgelerde hücrelere ayrılır. Bölgenin büyüklüğüne göre hücre sayısı da artırılır. Bir hücre genel olarak altı- sekiz kişiden müteşekkil olur. Örgütün faal olması için devamlı yeni elemanlar alınır. Elemanlarda herhalde davet edip alınmazlar.

Çeşitli oyunlarla örgüte zorla veya kandırılarak alınırlar. Örgütün sosyal kanadı tarafından seçilerek özel kişiler alınırlar. İnanmış kendini adamış kişiler yönetici kadrosu, diğerleri de ırgattırlar. Ne emir verirlerse onu yaparlar. Örgüte elemanlar, okullarda suç işlemeğe meyilli, dışarda da anne babası ayrı veya hastalıklı hayata kahretmiş kişilerden seçilirler. Bu kişilerin az konuşanı ve sabıkalı olanlar tercih edilir. Örgüte alınacak kişi uzun süre takip edildikten sonra irtibata geçilir. Kişi sabıkalı ise kolay, beyin yıkama usulü, vatan, millet, Sakarya, demokrasi, özgürlük, halkların özgürlüğü anlatılarak kandırılır ve kullanılırlar. Kişi sabıkalı değil ise çeşitli yolları var. Bir tanesi; kişi ile arkadaşlık kurulur. Bir kaç zaman sonra arabaya benzin alıyorum bahanesiyle, benzincide kurbanın haberi olmadan soygun yapılır. Yolda giderken birlikte yakalanırlar. Suçsuz olduğuna kimseyi inandıramaz, soygundan sabıka alır, sonra beyni yıkanır ve böylece örgüte girer. Ölene kadar devam eder. Yaşarsa tabi. Çıkmak isterse de muhbir ilan edilir ve hemen infaz edilirler.

Bundan sonra örgüt için soygunlar yaptırırlar. Ciddi ve büyük soygunlar için veya önemli kişilerin öldürülmesi eylemlerinde, eylem hangi ilde konulacaksa, hücre elemanları başka başka illerden gönderilirler. Eylem esnasında dağılırlar, sonra buluşacakları yerde on-on beş dakika beklerler. Arkadaşlarından gelmeyenler olursa yakalandı demektir. Hemen orayı terk eder ve başka önlemler alırlar. Örgütte bir görev verildi mi mecbursun  uygulayacaksın. Kimseye soru soramazsın. Örgütten ayrılmak itirafçılıktır. Hemen infaz ederler.

25 Şubat 2012 Cumartesi

şiir UNUTAMADIM

Geçerken o güzel yıllar, kıymetini bilemedik vaktin de,
Sonra çok aradım her yerde de, hiçbir yerde bulamadım.
Şimdi izleri kaldı, zaman hepsini götürdü, artık mazi de,
Her şeyi unuttum gitti de, işte bir tek, onu unutamadım.

İkimiz de farkına varamadık sonumuz hüzünlü biterken,
Hep kalacak sanmıştık üstümüzde sevda yelleri eserken,
Sen bir şeyler mırıldanırdın, kucağında başım yatarken,
Her şeyi  unuttum gitti de, işte bir tek onu unutamadım.

Gözlerime bakar bir şey anlatmak isterdin anlamazdım,
Çok tatlı kokuyordun sen, o zaman sana söylemezdim,
Sarılırdın boynuma, içim gider ben sana sarılamazdım,
Her şeyi unuttum gitti de, işte bir tek onu unutamadım.

Yürürken ellerimi tutmak ister, sonra tutmaz giderdin,
Nerede başka bir kız görsek, yanında sitemler ederdin,
Ben de seni çok severdim diyemedim sen hiç bilmedin,
Her şeyi unuttum gitti de, işte bir tek onu unutamadım.
Ömrümü bitirdim gitti de, işte bir tek seni unutamadım.
                                                           Recep Ali Öztürk

İYİ DÜŞÜN

İlk başlarda yazmıştık. "Bir işi yapmadan beş defa düşün" diye. Hayatta yaptığımız hareketlerin bazıları dönüşsüzdür. Yanı bir defa yapılan bir işin dönüşü yok, telafisi imkansızdır. Kişi bir defa evlendikten sonra iş biter. Evlenene kadar iyi düşünülmeli. Evlendikten sonra düşünmesine gerek yoktur. Çünkü dönüşü yoktur. Bugün evleneyim, altı ay sonra tekrar evlenirim veya sonra düşünürüm olmaz.

Bugün hırsızlık yapayım yarın yapmam, buda olmaz. Hele birde sabıka almışsan hiç vaz geçemezsin. Çünkü başka bir iş te yapamazsın. Sana kimse iş vermez. Çevrende seni rahat bırakmaz. Soygun, cinayet. Hatta aşık olmak bile dönüşsüzdür. Birini sevdin mi aklından çıkaramazsın. Bu örnekler çoğaltılabilir.

Meslek seçmekte aynıdır. Sevdiği ve yapabileceği mesleği seçmek lazım.  Kararlarımızı hislerimizle değil, düşünerek beynimizle vermeliyiz. Yaşantımızın sonucunu etkiliyorsa bunlar dönüşsüzdür. Çok iyi düşünmeliyiz. Bazen kazalar veya isteğimiz dışında olan olaylarda hayatı etkiler. Bunlar kaderle ilgilidir. Kimse engel olamaz. Kişi ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Yarını düşünürken de çok temkinli davranmalı. Bir işte başarılı olunursa fazla böbürlenilmemeli. Hiçbir zaman insan olduğumuzu hiç unutmamalıyız.

23 Şubat 2012 Perşembe

GASP ÇETESİ

Adana da yakaladığımız başka bir gasp çetesi. 1976 yılı Adana; Ekim Ayı bir pazar günü akşamı Cinayet Masası üç kişilik ekibiz. Astronot Salih ekip şoförümüz. Sadık Hayranı ve ben ekip memurlarıyız. 24 saat görev yaptığımız için evlere gitmeden dışarıda akşam yemeğini yemek için biraz acele ediyoruz. Çünkü acil olarak takip ettiğimiz bir iş var.

Kışla Caddesi üzerinde son surat giderken Zaten şoförümüz araba ile cadde kenarındaki lamba direğinin tepesine çıktığı için lakabı Astronot olarak kalmış, birden eski ford marka bir oto içerisinde tipi bozuk altı kişi olduğu dikkatimi çekti. Salih, Salih diye bağırınca birden acı bir frenle durduk. Arabamız biraz sağa kaydı ve hafif önlerine geçmiş olduk. En azından biz öyle bildik. Halbuki Astronot Salih'in de bu kişiler dikkatini çekmişler ve onlardan şüphelendiği için arabayı önlerine kırmış. Bu şüphelendiğimiz araçta bize çarpmamak için mecburen durdu. Onlar hiç bir şeyden şüphelenmemişler. Bizlerin de polis olduğumuzu hiç anlamamışlar. Arabanın içinde oturmuş aval aval bize bakarlarken, kimseye bir şey demeğe fırsat bulamadan hemen otomuzdan indim ve iner inmez iki elimle çift silahları üzerlerine doğrultup; "Polis beyler, araçtan ininiz ve ellerinizi yandaki duvara dayayınız" dedim. Arkadaşlarım da indiler, ben silahlarım ve gözlerim üzerlerinde iken arkadaşlarım onların arabalarına yaklaştı ve hepsini aşağı indirerek yolun kenarında ki askeriyenin duvarına ellerini dayattırıp üstlerini aradılar.

İki kişinin çorapları içerisinde dolu 14'lü şarjörleri vardı. Üzerlerinde silah yoktu. Şahıslar hiç konuşmuyorlar direnmekte direnmiyorlardı. Gözlerini fal taşı gibi açmışlar birbirlerine ve arada da bize bakıyorlardı. Birbirlerine kelepçeledik. Şahısları Kısma intikal ettirmek için bizim otomuz Reno marka ve taşımak için yeterli değildi. Haber Merkezine anons ederek bir ekip çağırdık. Resmi Asayiş Ekibi gelene kadar arabalarının içinde arama yaptık. Arka camın önüne konmuş, içi üslupu dolu mukavva kutu içinde dört adet 14 lü tabanca vardı. Yerde koltukların altında iki adet Port Said marka atışa hazır makineli tabanca ve bunlara ait ayrıca 900 adet 9 mm çapında fişek vardı. Arabalarının bagajında bir adet Kaleşinkof makineli tüfek ve çok sayıda fişekler vardı. Bütün bu silah ve mühimmatları arabamıza alarak arabalarını ben kullanmak suretiyle hemen merkeze intikal ettik. Bu uğraşlar esnasında zamanda bir hayli geçmiş gece olmuştu. Kısım Amirimiz ve diğer ekipler de gelmişler Müdüriyet bahçesinde bizleri bekliyorlardı. Emniyet Müdürlüğünde çalışan bütün amirler ve müdürler anonsu duyan herkes Emniyet Müdürlüğüne gelmişler orası ana baba günü olmuştu.

Şahısları aşağı nezarethaneye indirdik ve sorguya aldık. Bunlar üç sene önce Şanlıurfa da bir ev satmışlar. Parası ile bu araba silahlar ve mühimmatları almışlar. Doğu ve Güney Doğu İllerinde soygunlar ve hırsızlık yapıp para kazanacaklarmış. Geçen üç sene zarfında çok sayıda taksi gaspları, birkaç yaralama ve Gaziantep'te iki cinayet ve zorla adam ve kadın kaçırma olayları vardı. Bir çok olayları aydınlandı. Bazı illerden ekipler bize geldi. Bazı illere de biz gitmek süretiyle tahkikat tamamlandı. Şahıslar işledikleri bir çok suçlarını itiraf ettiler. Adli Makamlarca tevkif oldular. O gece de Adana ya soygun yapmak için gelmişler fakat yapamadan tesadüfen bize yakalanmışlar.

Bir çok olaylarının içerisinde enteresan olanı, Kozan Yolu üzerinde Ayşe Hoca Köyünde gece bir evi basarak kocası askerde olan Ayşe isimli bir gelini zorla kaçırmışlar. Gaziantep Oğuzeli Yolunda bir Restorana 5.000,00Tl karşılığında satmışlar. Kızı orada zorla sermaye olarak tutuyorlar ve fuhuş yaptırıyorlardı. Anladınız değil mi el alem nasıl para kazanıyor? Beş liraları yoktu. Elimiz de kaldıkları bir haftalık zaman zarfında karınlarını biz doyurduk.

16 Şubat 2012 Perşembe

şiir UTANMADIN MI

Herkesi hor görüp,  kibirlenme güzelim diye,
Aynı Tanrı seni yarattı da, beni yaratmadı mı?
Terk ettin de gittin güya, sence kötüyüm diye,
Sen vardın başkalarına da, beni aratmadı mı?

Belki bilmezsin ama, hep kabahat kalbin de,
Sen suçlu ararsan bak, bulacaksın kendin de,
Ahımı alma derim, gülmezsin gittiğin yerde,
O kara gözlerin baktı da, beni ayartmadı mı?

Mademki senin o kalbin, beni sevmeyecekti,
Sevmiş gibi yapıp, baştan ümit vermeyecekti,
Velhasil benim yüreğime ateşi koymayacaktı,
Ben sevdim, sen sevmedin de, utanmadın mı ?
                                           Recep Ali Öztürk

şiir KORKUYORUM


Çok güzelleri tanıdım, yoktur senin gibisi,
Sana kul köle olsunlar, o güzellerin hepisi,
Senin için her gece, erken yatarım doğrusu,
Rüyalarıma gelmiyorsun,  korkuyorum yar.

Belki de dünyaya gelmemiş,  bir daha eşin,
Seninle parlıyor ışığı, gökte doğan güneşin,
Cehennemi arattırır, yakarsa senin o ateşin,
Seni tanıyalı huzursuzum, korkuyorum yar.

Bazen hiç bakmazsın, bazen gülüp geçersin,
Bağladın beni kendine, sen bayram edersin,
Bana acımazsın ki, sonra bırakıp ta gidersin,
Ben hep onu düşünüyorum, korkuyorum yar.
                                           Recep Ali Öztürk

HUZUREVİ ZİYARETİ


31 Ocak 2012 tarihinde Keçiören'e Huzur Evi ziyaretine gittik. Gittik diyorum çünkü O da benim gibi övülmeği sevmeyen fakat ben yine de met etmeden geçemediğim Kurs öğretmenim Nalan Hanımın önderliğinde organize edilerek, bu insanların yaşantılarına kısa bir sürede olsa ortak olmağa çalıştık.  Hepsinin derdi, sıkıntısı farklı,  ufak bir kırgınlık nedeniyle adamlarından kopmuşlar ve kendilerini bu huzur yerine atarak huzur bulmağa çalışıyorlar. Kırıldıkları yakınlarını bu şekilde uzaklaşarak cezalandırmağa mahkum edenlerin veya bu yakınları tarafından gerçekten terk edilen çaresiz kişilerin, işte biz onların ziyaretine gittik. Ben pek dayanamadığım için fazla ilgilenemedim. Hepsi torunlarını ve adamlarını özlemiş buruk bir vaziyette oturuyorlar. Huzur evi sakinlerinin aşağı yukarı hepsinin ortak ifadeleri: "Eşim öldü, dünyanın tadı tuzu gitti" dir. Yaşar isimli çok eski bir arkadaşıma rastladım. İkimizde duygulandık Yaşar ağladı ben kendimi zor tuttum, zavallı dört tane oğlu var birisi doktor. Bazı çok bilmişler 'İnsan kendi kaderini kendi yaratır' derler fakat bazıları kendi kaderini niçin yaratamıyor yine kendilerine sormak lazım. Ben çok duygulandım, başka bir şey yazamayacağım. Hatıra fotoğraflarını yayınlıyorum. Hepsinin ömrünün sonlarının hayırlı olmasını diliyorum.

14 Şubat 2012 Salı

MANTIKSIZ TESADÜF


1975 yılı güz ayları, Adana Küçük Saat'te lüks bir konfeksiyon mağazası. Bir Cuma günü mağazanın alt katında mağaza sahibinin on yaşlarında ki torununa fiili livata edildi ve iple boğularak öldürüldü.

Olay faili meçhul kaldı. Olay yerinde delil olarak belli başlı bir şey yoktu. Sanığa ait çok belirgin bir şekilde yere çıkmış 43 numara yazlık ayakkabı izi ve bir kaçta üzerinde yazılar bulunan bir cep defteri düşürülmüştü. Bütün mağaza çalışanları, dostları düşmanları çok ince bir şekilde araştırıldıysa da olay aydınlanmadı. Dosya bana havale edildi. Her ne kadar canla başla çalıştımsa da bu olayı aydınlatamadım. Aklıma geldiği zaman uykularım kaçıyor hep onu düşünüyorum fakat her taraftan yollar kapanıyor bir türlü aydınlanmıyordu. Cuma günü güpe gündüz herkes camide iken işlenen bu ağır suç faili meçhul kalmıştı.

Zaten bu şekilde senede ya bir, ya iki, faili meçhul kalırdı. Aradan iki sene geçti. Olay artık unutulmuştu. Yanı olay kayıtlarda faili meçhul olarak görünüyor fakat aydınlanacağından ümitler kesilmiş, dosyası rafa kaldırılmıştı. Bu olaya bakan arkadaşlarımdan birlikte çalıştığımız bir arkadaş hakkında bir şikayet olduğundan soruşturma başlatılmış ve Adana Yarbaşı Polis Karakoluna tayin edilmişti. Sorgularda filan enteresan çıkışları ile ün yapmış kendisine "Mantıksız Salih" derdik. Suçluya sorgu esnasında olur olmaz sorular sorar kendisi de alay konusu olurdu. Bu sebepten de kendisine 'Mantıksız' lakabı takılmış ve herkes onu öyle tanırdı.

Bu arkadaş Yarbaşı Karakolunda göreve başladıktan bir kaç ay sonra bir gece nöbetçi iken gece bekçileri kendilerinden kaçmak isteyen on dokuz yirmi yaşlarında bir genci şüpheli olarak yakalamışlar ve Karakola getirmişler. Bu genç bekçilerden kaçarken aralarında uzun süreli bir kovalamaca olduğundan dikenli tellere takılmış ve bazı yerleri çizilmiş, elleri ve vücudunda sıyrıklar oluşmuş vaziyette Karakolda göz altına almışlar.

Gece saat 02.00 sıralarında beni evden aldılar arkadaşlarla birlikte Yarbaşı Karakoluna, bizden sürgün gidip te nöbetçi olan Polis Memuru o Mantıksız Salih'ın yanına gittik. Bize elinde ki notlardan bazı bilgiler verdi. İsim verdi. Adres verdi. "Faili meçhul Küçük Saat olayının faili bu şahıstır, gidin yakalayın ve inceleyin" dedi. Bende "Yine ne mantıksızlık ettin de faili buldun?" diye takıldım.
Söylediği adamı bir süre takip ettikten sonra yakaladık. Üzerinde taşıdığı bir de ruhsatsız dokuzlu Belçika tabancası vardı. Ayakkabı numarası da 43. Evin deposunda eski 43 numara spor ayakkabıyı da bulduk. Şahsı inceledik. Sorguda suçlu bu adam olduğu yer gösterme ve bazı delillerden anlaşıldı. "Ağabey zaten vijdan azabi çekiyordum, teslim olup suçumu itiraf edecektim." dedi  ve tevkif oldu.

Mantıksız olayı nasıl çözmüş biliyor musunuz?
Söyleyim:
Bekçilerin o gece yakaladığı elleri çizik yirmi yaşlarında bir çocuk şüpheli vardı ya. Ona iki sene önce işlenen cinayet için. "Ellerin, ayakların niçin çizilmiş lan? Yoksa o Küçük saat ta ki çocuğu sen mi öldürdün?" diye sorar. Çocukta birden boş bulunur ve "Hayır ağabey ben değil Amcam öldürdü" der.
Daha önce bir yakınları ölen çocuğun dedesinin yanında çalışırken, kendisine dedesi tarafından fiili livata edilmiş. Amcası da intikam almak için Dede nin torununa livata etmiş ve öldürmüş. Hangi mantıklı adam iki yıl önce işlenen cinayeti, bugün elleri ayakları çizilen adama 'sen mi yaptın' diye sorar? Bazen mantıksızlık ta işe yarıyor işte.

8 Şubat 2012 Çarşamba

şiir HANGİSİ ?

O mas mavi gözlerin, sanki okyanusların aynısı,
Şansım yoksa vaz geçerim, söyle bana hangisi?
Çok vurgun yedim eskiden, devam ediyor etkisi,
Sana bağlanan çok olur, senin sevdiğin, hangisi?

O kıp kırmızı dudakların, tıpkı ateşlerin parçası,
Geçerken yakınlarından, yakar gidersin herkesi,
Ben şimdi talihsiz mıyım, seni tanıdım doğrusu,
Beklerim cevabını söyle, senin sevdiğin hangisi?

O sam sarı saçların, ince bele kadar uzanır gider,
Bağlamak istersen birini, onun bir tek teli  yeter,
Söyler misin sevdiğin, sana ne der gönlünü eder?
Benim gönlüm sana düştü, senin kin de hangisi?

                                                Recep Ali Öztürk

7 Şubat 2012 Salı

BEŞ KİŞİLİK ÇETE

1976 yılında Adana da 29 adet Murat 124 araba gasp edildi. 11 tanesinin şoförü tabanca ile öldürüldü. Bir kaç şoförü de bağlayarak bagaja kilitlediler, gasp ettikleri arabanın bagajında uzun süre dolandırdılar. Sonra ağzı ve kolları bağlı olarak şehrin uzağında yolun kenarına atarak gittiler. 

Senelik iznin de şoförlük yapan Urfalı Polis Memuru Nabi Tapkan da bir gece bu kişiler tarafından Adana da gasp edilmek istendi ve öldürüldü, arabası gasp edildi. Türkiye'nin Güney, Güney Doğu ve bütün illerinde daha bir çok buna benzer olaylar işlemişler, bir çok gasp ve cinayet olayları çözülememiş faili meçhul olarak duruyordu.

Almanya'dan arabaları ile memleketlerine giderlerken üç Iraklı Akademisyeni Ceyhan Yolu Raşit Ener Turistik Tesisleri yakınında dinlenirlerken, gece geç saatlerde Mercedes arabalarının içinde öldürüp on yaşlarında Ahmet adlı çocuklarını arabada kilitleyip hapis ederek, elli metre ilerde üzüm bağının içinde Suriyeli Müzik Pröfesörü kadına tecavüz ettiler. Ve bu adamlardan para ve bütün eşyalarını gasp ettiler. Gasp edilen eşyalar içinde o zamanlar pek nadir bulunan pilli quartiz kol saat ile, ağlayan, yanı gözlerinden yaş akan bir bebek vardı. Biz bunları yakalamak için Ceyhan Yolu üzerinde çok sayıda değişik uygun yerlerde yabancı plakalı arabalarla pusular attık. Bir türlü düşürüp yakalayamadık.

Üç Iraklı yı öldürüp, Suriyeli bayana tecavüz edip saat ve bebek gasp etmişlerdi. Bir genel uygulama esnasında Adana 81 Sokakta genel evde bir evde, sermaye bir kadının elinde ki bebek dikkatimizi çekti. O cinayet ve tecavüz gecesi gasp edilen ve Türkiye de az bulunan o 'ağlayan bebek' olabilirdi. Bebeği zapt ettikten sonra resimlerini Şam'a o tevaüze uğrayan kadına yolladık. Üç gün sonra tecavüz edilen Suriyeli kadın Büromuza geldi ve elde ettiğimiz bebeğin gasp edilen kendi bebekleri olduğunu teşhis etti. 

Böylece o menfur olayda gasp edilen bebek olduğu anlaşıldı. Bu bebeği haftada bir gelip bir şeyler satan seyyar fakat tanınan bir adam satmıştı genel evde ki o sermaye kadına. Adam tekrar gelince bize haber verdiler ve adamı yakaladık. Adam Sularda sinemasında teşrifatçılık eden bir gençten satın aldığını söyledi. O adamla birlikte Dedektif Emir Aybı ve Pinkerton Şahin Ağan Sulara o delikanlının çalıştığı sinemaya gittik. Adam bebeği aldığı genci gösterdi. Biz genci Kısma davet ettik. O genç İnsan Hakları Evrensel Beyanname bilmem kaçıncı maddesine göre kendisini yakalarsak suç işleyeceğimizi, yakalamak için Savcılıktan kağıt getirmemiz gerektiğini bize anlattı. Fakat biz ona göre suç işledik, yine de kendisini yakaladık. Evrensel beyannameye uymadık yanı. 

Gasp ettikleri Quartiz saat ta zaten kolunda idi. Onu da zapt ettik. Esas tecavüze uğrayan bayanın beyanına göre çok pis kokan birisi vardı, teşrifatçı onu da yakalattı. Arabamıza aldığımız zaman mecburi olarak hepimiz burunlarımızı kapattık. Hakikaten adam çok pis kokuyordu. Beş kişilik ölüm makinesi çeteyi böylece tespit ettik. Bu beş kişi infazcılardı ve Güney Doğu İllerinden olup Adana da ve Güney İllerinin bütününde ve İstanbul da işlemedikleri suç yoktu. Dört kişide yardımcı ortakları vardı. Hepsi toplam dokuz kişi ve suçta kullandıkları araba tespit edilip yakalandı. Bir sten makineli tabanca ve başka da tabancalar yakalandı. Aşağı yukarı üç ay kadar Urfa, Antep, Maraş, Malatya, Diyarbakır İllerinde kaldık suçluları kovaladık, yakalamağa çalıştık. İki tanesini yakalayamadık, firarda kaldılar.

Beş kişilik ölüm çetesini Güney Doğu İllerinde aramağa başlamadan önce çok pis kokan ile, dünya evrensel beyannameye göre yakalayamayacağımız sinema teşrifatçısını yakalamıştık. Onlar tevkif oldular. Onların beyanlarına ve verdikleri bilgilere göre şimdi sıra diğerlerinin yakalanmasına gelmişti. Bu kişiler sadece Adana da değil bütün çevre İllerde aynı şekil öldürme ve araba gasp etme suçları işlemişler, her tarafta ölüm saçmışlardı. Gasp ettikleri araç ve eşyaları köylerde satmışlar, gasp ettikleri bir Murat 124 arabayı Urfa Siverek te bir televizyon ile değişmişlerdi. Alıcı bulamayınca gasp ettikleri bir Murat 124 arabayı da Şanlıurfa Birecik Köprüsü yanından Fırat Nehrine atmışlardı, oradan çıkarttık. Bu çetenin tarafımızdan tespit edilmesi her tarafta duyulunca zarar görenler bir bir Adana ya gelip müracaat ediyorlardı. Maddi imkansızlıklardan dolayı yakalamağa gidemiyorduk.

Aynı şekilde arabası gasp edilirken kardeşi Antep'te yol üzerinde öldürülen kırk yaşlarında Kadir isimli bir adam Kısmımıza geldi. Arabası ve bütün olanakları ile emrimizde olduğunu söyledi. Bütün masraflarımızı çekip bizlere yardımcı olacak, ancak kendisi de bizimle birlikte operasyonlara katılacağını şart koştu. Biz kabul etmedik. O zaman sadece arabasını vererek bize yardımcı oldu. 
Şanlıurfa Halfeti Yukarı Aram Köyü ne suçlulardan birinin memleketine gittik. Aslında Jandarmadan destek almamız gerekirdi fakat Seyyar Jandarma Alayında bazı askerlerin bu suçluları yakalayıp tabancalarını alarak serbest bıraktıklarını tespit etmiştik. Yapılan aramalarda suçlulara ait olan ve olaylarda kullandıkları silahlar askerlere ait evlerde ele geçirildi. Bu nedenle Jandarmaya güvenimiz pek kalmamış ve yaptığımız bütün operasyonları haber vermeden yapıyorduk. Yalnız bu davranışta çok riskli bir davranış oluyordu.

Köyde bazı bilgiler aldıktan sonra bir üzüm bağında pusu attık. İki gün ac susuz beklememize rağmen beklediğimiz yere gelen giden olmadı. Kendilerinin de haberleri olmuş ve bizden kaçıyorlardı. Başka bir yerde Sten makineli tabanca ile suçlulardan birini yakaladık ve Adana ya döndük. 

O suçlulara yardım eden ve yakalayıp bırakan Seyyar Jandarma Komutanlığından bir kaç asker ve subay, astsubay tevkif oldular. O beş kişilik çeteden bir kişi ben Adana dan giderken hala yakalanmamış firar da idi. Bir tanesi de o bize yardım eden Antepli kardeşi öldürülen Kadir tarafından tabanca ile öldürüldüğünü duydum. Zaten bizimle birlikte operasyonlara katılmak isteyişinin sebebi yakaladığımız zaman adamı öldürmekmiş. Sonradan bize anlatmıştı.  

6 Şubat 2012 Pazartesi

SUÇLUYU YAKALADI

1980 güz ayları Adana Cinayet Masası; iki kişinin katili ve birkaç bnka soyguncusu Yaser elleri kelepçeli Polis Memurları Hırsız Ahmet, Antepli Ahmet Mıçı Mustafa ve Ben  Suçlunun suç ortağını yakalamak için Valilik izni ile Gaziantep'e gidiyoruz. Adana yı çıkmadan Karşıyaka Ceyhan Yolunda büyük bir kavgaya rast geldik. Diğer ekiplere anons ettikten sonra, eli kelepçeli suçlu Sami Çiçek Mıçı Mustafa ile arabada otururlarken, biz inerek, olaya el koyduk.

Yaralı vardı. Hastaneye yolladık. Suçlulardan ikisini yakaladık. Esas sanıklar diğer ikisi kaçtılar. Hepimiz  öyle telaşla koşuştururken, arabamızda suçlunun yanında oturan Polis Memuru Mıçı Mustafa yı gördüm, yerde bir ara gözüme ilişti. O da sağa sola koşuşturuyordu. Sonradan aklım başıma geldi. "Sen suçluyu kime bıraktın da otodan indin" dedim. "Suçlu arabada yalnız oturuyor, bana 'sende git' dedi bende geldim." dedi. Hemen arabamızın yanına koştum. Eli kelepçeli iki kişinin katili suçlumuz Sami Çiçek yok, kaçmıştı.

Meslek hayatımda en çok korktuğum, düşünmek bile istemediğim olay başımıza gelmiş, suçluyu kaçırmıştık. Bunu hiç kimseye anlatamazdık. Ya kimseye bildirmeden gidip suçluyu bulacağız, yada intihar bişe edeceğiz. Çünkü sen bedava kaçırdın demezler, ne kadar para aldın da kaçırdın derler. Yakaladığımız yeni olayın  sanıklarını Karşıyaka Karakol ekibine teslim ettik. Arabamızın yanına gelip kara kara ne yapacağımızı düşünürken, birden yabancı gelmeyen bir ses duydum. "Ağabey, ağabey" diye bağırıyordu. Dönüp baktığımda az ilerde eli kelepçeli bizim otomuzdan kaçan iki kişinin katili Sami bir kişiyi yakalamış, bize getirmek istiyor, öbürü de direnirken gördük. Koşarak yanlarına gittik. "Ağabey adama bıçak vuran bu şahıstır. Kaçarken, ta nerde yakaladım. Şerefsizi. Bıçağı da ilerde attı." dedi. Bıçağı da o attığı yerde bulduktan sonra, bizim suçlunun yakaladığı suçluyu da bıçağı ile Karakol ekibine teslim ettik.

Bizim suçlu Sami'ye "Niçin kaçmadın? " diye sordum, "Ağabey bir ara kaçmağı düşündüm, fakat sizin insanlığınıza ihanet edemedim" dedi ve ağlamağa başladı. Gaziantep'in köyünde onun arkadaşı suçluyu bulamadık. Bu suçlu ile kendi köyünde kelepçesiz dolaştık ve geri Adana ya sağ salım döndük. Bize de büyük ders oldu. Bir daha il dışı göreve giderken suçluyu polis memurunun koluna kelepçelerdik.

YÜZMEK BİLMİYOR

Fransa'nın bir tarihteki İçişleri Bakanı Jean Pier'ı gazeteciler hiç sevemezler.
Hep aleyhine yazılar yazarlar. Bu durumdan rahatsız olan Bakan Ülkesinde ki bütün gazetecileri toplayarak sahilde bir basın toplantısı yapar.
Gazetecilerin yanına gelen Bakan "Sizler sebebini bilmediğim bir nedenle yazılarınızda beni hep kötülüyorsunuz. Beni hiç sevmiyorsunuz. Bakın ben de şimdi kimsenin yapamayacağı şeyi yaparak sizleri şaşırtacağım. Ve sevginizi kazanacağım. Belki benden etkilenir, iyi bir manşet atarsınız." der. Denizin üzerinde sanki karada gider gibi, yaya yürüyerek uzaklaşır, gözden kayıp olur.
Bütün gazeteciler hayret ederler. Ertesi gün Fransa da ki bütün gazeteler
Bakan in deniz üstünde ki yürüyüş resimlerini basarak, altına da şöyle manşet atarlar:
"FRANSA İÇİŞLERİ BAKANI JEAN PİER YÜZMEK BİLMİYOR."

3 Şubat 2012 Cuma

YEŞİL RİZE

1998  Ankara Ahlak Amiriyim. Gece çalışmalarımdan sonra sabah oldu. Eve giderken Cebeci de 'Salon Yeşil Rize' isimli bir kahve gördüm. Şoförüme "Dur şurada bir çay içelim" dedim. 

İçeri girdik ikişer çay içtik. Telsizi filan saklamama rağmen adam polis olduğumuzu anlamış ki bizden çay parası almadı. Teşekkür ettim ve çıkarken "Rize'nin neresindensin? Hemşerim." diye sordum.
Adam "Ben Niğde'liyim, Rize li değilim, Ağabey." dedi. "Burayı sen çalıştırmıyor musun?" dedim. "Evet, ben çalıştırıyorum." dedi. "Sen Niğde'lisin, kahvenin ismi niçin Yeşil Rize? Rize li den mi devir aldın?" dedim.
"Ağabey Emniyet şimdiye kadar Kürtlerin elinde idi. Bu kahvenin adı Şanlıurfa idi. Şimdi Emniyet Lazların eline geçti. Ahlak Amiri Rize'li imiş ben de adını değiştirdim 'Yeşil Rize' koydum. Ne zaman Emniyet Türk'lerin eline geçer o zaman Niğde ismini koyacağım" dedi. Orada anladım ki ne kadar tarafsız uygulama yapsan, vatandaş kendi değerlendirmesini kendine göre yapıyor.

1 Şubat 2012 Çarşamba

BURASI GÜVENLİ

1998 yılında Ankara Ahlak Amiriyim. İki yıla yakın Ahlak Amirliğim esnasında da bir çok enteresan olaylara şahit oldum. Ben Ahlak Amirliğini hiç istemezdim. Orada çalışan arkadaşlarımlar la da devamlı dalga geçerdim fakat hiç sevmediğimden mi bilmem bana da nasip oldu. Diğer birimlere hiç benzemez. Beni oraya Cevdet Saral Müdür niçin verdi hala anlamış değilim. Tayınım çıkmadan haberim oldu ve ne kadar gitmemek için direndiysem de nafile, gittik göreve başladık.

Ankara nın bütün gayrı meşrularının bu birimle bağlantıları ve ilişkileri vardır. Onun için çok tedbirli hareket etmek mecburiyeti vardır. Diğer kısımlara hiç benzemez. Sana en yakın olan yanında çalışan amir ve memurlar da yeri geldiği zaman seni satarlar. Onun için hiç kimseye güvenmezdim ve kendi kafamdan bir plan yapar o plana göre hareket ederdim. Hiç kimseden menfaat temin etmeden vicdanen rahat çalıştığım ve kimseye gebe olmadığım için de benden çok korkarlardı. Bu kısımda çalıştığım zamanlarda ki başımdan geçen ve şahit olduğum olaylar çok fazladır. Onların hepsini anlatıp kaleme döksem ömrüm yetmez. Çok büyük haksızlıklar hep biri birini takip eder. Benim bu haksızlıkları düzelmem imkansız fakat bir azını kendimce düzeltmeğe çalıştım. Ne derece düzeltebildim onu ben bilemem o zaman ki gayri meşru alemine sormak lazım.

Bu çalışmalarım esnasında bazı enteresan olaylarla da karşılaştım tabi. Bir gece saat 03.00 sıralarında ekibe Çankırı Caddesindeki gazino ve barlarda kontrol etmelerini telsizle emir verdim. Bu emir tabii ki kendi personelimin bazıları tarafından mekan sahiplerine gizlice bildirildi. Ekiplerim gazino ve barlarda uygulamalarını yaparlarken ben de şoförüm ile birlikte İsmetpaşa tarafından gazinoların arkasından yaya olarak bu bölgeye doğru giderken o ara sokaklarda bana doğru hızla gelen yarı çıplak 10-15 kadar bayan gördüm. Ankara'nın o kış soğuğunda yarı çıplak kaçıyorlardı. Yanımdan geçerlerken "Kimsiniz, böyle nereye gidiyorsunuz?" dedim. Öyle zaman telsizi kapatır belime takardım. Polis olduğumu hiç anlamadılar. "Ağabey o merhametsiz Ahlak Amirinden kaçıyoruz, nerede saklanacağımızı da bilmiyoruz?" Dediler. Döndüm geri, "Benimle gelin." dedim ve daha önce bildiğim terzi dükkanında yatan, kimsesiz gariban birisi vardı, Cinayet Masasın da çalışırken gece yanına gider çay filan içerdik, kapısını çaldım. Kapıyı içerden açtı. Eeeemreet aaaağabey" dedi. 1.30 boylarında Ufaklık Ahmet tı. "Bu kızlar sana teslim, hiç kimseye vermeyeceksin. O merhametsiz Ahlak Amiri gelse ona bile vermeyeceksin. Kıllarına zarar gelmeyecek. Gelirse karışmam." dedim ve çektim gittim.

Ertesi gün bu yakalanan kartsız kaçak kadınları muayeneleri için Hıvzi Siha Hastanesine gönderirken 8-10 kişi de yakalanmayan bayanlar gelerek muayene olmak istediklerini bana beyan ettiler. İçlerinden bir tanesi bana bakıp devamlı gülüyordu. Ben kendisini tersleyince arkadaşlarına; "Bu adamdan korkmuyorum. Ne yaparsa bizim iyiliğimiz için yapıyor. Ben kendisi ile konuşacağım." dedi ve birden odama girerek kapıyı kapattı. Her ne kadar bağırdıysam da dışarı çıkartamadım. İlk olarak "Senin için deli diye konuşuyorlar. Bu gerçek midir? dedi. Akşam yakalayıp ta terziye ben teslim ettiğimi bilmiyorlar biliyordum. Meğer teslim ettiğim Terzi Ufaklık Ahmet kızlar bana küfürler savurunca, "Sizler Ahlak Amirini tanıyor musunuz?" diye sormuş. Onlar da "Yok." cevabını vermişler. Benim Ahlak Amiri olduğumu, kendilerini oraya Ahlak Amirinin yanı benim getirdiğini kızlara anlatmış. Bu çok büyük bir infial olmuş. Terzi Ahmet "Siz o adamdan nasıl korkarsınız anlamıyorum. Recep Ağabey acıklı filimler seyrederken ağlar. Herkesin derdine ortak olur. O kimseye kötülük edemez. Eskiden her akşam buraya yanıma gelir çay şeker getirir içerdik. Sadece zalim kişileri biraz incitir" demiş ve kızları rahatlatmış. Kızlar da ertesi gün kendi rızalarıyla gelip muayeneye gittiler. Ondan sonra zaten kızları hiç göz altına almazdım. "Yarın gelim." diye tembihler giderdim.

Arkalarından kızları takip eden ve bu duruma şahit olan pavyon sahibi Kürt Mevlüt  bu olayı herkese anlatmış ve benim için
"Bu adam delidir" diye de birkaç yerde söylemiş. Gerçekten hayatımda en çok acıdıklarım travestiler, tele kızlar ve genel ev kadınlarıdır. Hepsi de erkekler tarafından kandırılmış kader kurbanıdırlar. Güya para kazanıp hasta yakınlarını kurtarmak için o yolu seçmişlerdir. O acımasız iş verenlerine karşı hep onları korudum.