SAYFALAR

5 Aralık 2011 Pazartesi

CELUN HA BÖYLE DA

Karadenizli olmakla gururlandığım, her zaman anlattığım, bana da bizzat olayın kahramanı tarafından anlatılan bu olayı yazacağım:

1996 yılında arabama taktırdığım akü sekiz dokuz ay sonra çalışmaz oldu. Görev yaptığım Ankara Atış Poligonundan bir gün Malatyalı Fevzi, Konyalı Hüseyin ve Maraşlı Halil isimli üç polis arkadaşlarımla birlikte Ankara Büyük Sanayi deki Mutlu akünün ana bayiine gittik. Akünün garantisi dolmadığı halde aldıktan sonra kontrol ettirmek gerekirmiş, ben kontrol ettirmediğim için garantisi yanmış.

İnsan böyle kötü durumlarla karşılaşınca haklı olarak tepki veriyor. Orada bulunan bayi yetkilisine bağırdım çağırdım, arabayı iterek çalıştırdık ve bindik tam gidecekken, 75 yaşlarında bir şahıs arabamıza yaklaştı ve arabanın kapı kolundan tutarak açmağa çalıştı. Kapı açılmayınca pencereden nereli olduğumu sordu. Zaten konuşmamdan çoktan anlamışta yine de soruyordu. Bende adamın yüzüne baktım ihtiyar bir adam. Yarı kızgın bir vaziyette “Nereli olduğumu ne yapacaksın bey baba.” Dedim. Adam arabanın kapı kolunu bırakmadı.  "Çay içmeden ve Karadeniz anımı sana anlatmadan hiçbir yere göndermem. İstersen beni burada dövebilirsin fakat onu söyleyim ki, üç defa kalp ameliyatı olmuşum. Elinde kalır sonra düşer ölürüm vicdan azabından kurtulamazsın.” dedi ve ben gitmek istesem de arabamın kapı kolunu bırakmadı. “Bırak şu kolu da barı arabamı uygun bir yere çekeyim.” Dedim. O bırakmadı. “Sen anahtarı da üzerinde bırak. Buralar bizim. Korkma arabana bir şey olmaz. Çok sinirlenmişsin gel bir çay içelim biraz sakinleş.” Dedi.

Baktım olacak gibi değil adam arabayı bırakmıyor elinden kurtulamıyoruz, arabadan indim ve arkadaşlarımla arka tarafta ki biraz karanlık olan ofisine gittik. O arada ben de biraz sakinleşmiştim, zaten adamın o esprili ve hoş davranışı ve bir de kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılışını anlatmasından sonra akü işini unutmuştum. Çay içerken adamla başladık tatlı muhabbete. Daha doğrusu adam başladı anlatmağa;

"Ben dedi Karadeniz'i çok görmek istiyordum. İki yıl kadar önce 22 yaşındaki torunum araba kullandı. Eşim ve kızım ile Karadeniz'i gezmeğe çıktık. Trabzon’u geçince oralar da  bir yerde durduk. Karnımız acıkmış yemek yiyecektik. Sahile yakın küçük şirin ve öyle basit bir lokantaya girdik. Sağa sola baktık boş masa yoktu, geri çıkıyorduk. Garson ‘Niçin cideyirsiz emice’  dedi. "Boş masa yok" dedim. Garson ‘Nasıl olmaz, ha bunlar hep bizum uşaklardur da.’ dedi. Geri döndü ve bir masada oturan iki üç kişiye ‘ siz ha böyle celun da, misafirlere bir masa yapalum’ dedi. Onlarda tabaklarını aldılar başka masada ki boş yerlere gitti oturdular. Boşalan masaya da biz oturduk. O lezzetli yemekleri yedikten sonra ortaya üzeri çizgili ve iri bir büyük tabak fasulye getirdiler. ‘Bu ikramumuzdur.’  dediler. Görünüşü hiç te iyi değildi, hoşumuza gitmedi. Bizimkilerde iğrendiler ve Ayıp olmasın birer kaşık alalım dedik. Birer kaşıktan sonra kapa kapa hepsini yedik bitirdik. Biz hiç birimiz daha böyle bir kuru fasulye yememiştik. İkinci bir tabak daha istedik. ‘Herkese bir tabak veriyoruz fakat siz misafir olduğunuz için ikinci bir tabak daha verelim.’ Dediler. Onu da yedik. Rica minnetle bir torba da çiğ aldık Ankara'ya evimize getirdik para da almadılar. Geri dönüşte hava biraz puslu idi. O lokantayı bulamadık. Deniz kıyısından duman çıkıyordu. Arabayı bir yere çektikten sonra torunum ile o duman çıkan yere gittik. Üç kişi mangal yakmış balık pişiriyorlardı. Onları görünce yanlarına gittik ve Ankara dan geldiğimizi balıklarından yeyip rakılarını içeceğimi söyledim. ‘E sen ha buraya ne ile celdun emice, sade ikiniz misunuz?’ dediler." Araba da olan eşim ile kızımı da çağırdık. Orada balık yedik ve ben rakı içtim.” dedi. Bir anısını daha anlattı. Ve biz iyice sakinleştikten sonra yerimizden kalkıp oradan ayrılmak için dışarı çıktık.

Arabam bıraktığım yerde anahtar üzerinde duruyordu. Adam da gelmiş baş ucumda durmuş beni yolcu edecek, gitmem için bekliyordu. Arkadaşlarım arkada durmuş arabaya dayanmak için kontağı açmamı bekliyorlardı. Ben anahtarı çevirir çevirmez araba çalıştı. Hepimiz hayret ettik çünkü adam yanımızdan hiç ayrılmamış, kimseye de ‘Akü değiştirilsin.’ Dememişti. Adama “Parası ne kadar? Borcumu ödeyim." dedim. Adam "Ben artık Karadeniz ve Karadeniz'lilerin aşığı oldum. Seni aküsüz gönderemem ve para da alamam. Ben buranın fahri başkanıyım. Her yıl üç akü benim hakkım var. Birini sana verdim. Arabana takıldı." dedi ve haberim olana kadar akü arabama takılmıştı. Hem de en kalitelisi. Parasız. Oradan ayrıldık.

Ertesi yaz memlekete gidişimde oralardan geçerken bu lokantayı araştırdım. Hala daha araştırıyorum. Bulamadım. Veya buldum da lokantacı unutmuştur, belki garson değişti de hatırlayamadı. Ankara ya dönünce akü cu Zekeriya Amcaya tekrar gittim. Adresi tam olarak öğrenecektim. Onu da bulamadım. O da ebediyen ayrılmış, hakkın rahmetine kavuşmuştu. Allah tan rahmet diliyorum. Şimdi sağ kalanlardan o torunu veya kızı veya başka birisi bu olayı anlatan olacak mı, yoksa unutulup gidecek mi bilemem? Lokantacı belki bir torba fasulye zarar etti ama dünyayı kazandı. Acaba haberi var mı? Onun için aradım lokantacıyı, onu söyleyecektim. Kendisi belki de bu olayın farkında bile değil. Ve hiçte olmayacak. Ama ben her yeri geldiği zaman her yerde anlatacağım. Herkese Saygılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder