SAYFALAR

17 Nisan 2012 Salı

DAĞ DAĞA KAVUŞUR

Oturan İpsiz Recep Emiralioğulları ve
milis arkadaşları; Altıkan Osman,
Altıkan Mehmed, Putpuroğlu İlyas
Çavuş, Altıkan İlyas ve Kansız Ali

1972 yılının sonları İzmir Gürçeşme Polis Okulunda öğrenciyiz. Bir Pazar sabahı saat 08.00 sıralarında, okuldan izin alarak arkadaşım Fındıklı Sulak Köyünden Rahmi Özçelik ile birlikte Basmane semtine giderek biraz dolaştıktan sonra çorba içmek için öyle sıradan bir lokantaya girdik. Rahmi bizim komşu köy Sulak tandır ve köyde onun adını Cengiz olarak bilirler. Ancak nüfusta Rahmi diye geçer.

Kasada oldukça yaşlı, beyaz saçlı, uzun boylu, esmer, zayıf bir adam oturuyordu ve Pazar Günü olduğundan mı bilmem hiç te müşterileri yoktu. Adamı görür görmez kendisinden etkilendim ve Rahmi’ye adam duymadığı gibi "Bu adam senin babana ne kadar çok benziyor, iyice bir baksana." dedim. Hakikaten ilk bakışta bana Rahmi'nin babası Ali Amcayı hatırlatmıştı. Rahmi de baktıktan sonra "He yahu. İnsan insana bu kadar benzer mi?" dedi. Aslında her ikisinin arasında hiçbir bağ yok, bizim benzetmemiz bir faraza dan öte bir şey değildi. Çünkü biri Rize Fındıklı Sulak Köyünden, diğeri ise İzmir in bilmediğimiz hangi köyünden.

Çorbamızı içtikten sonra bozuk paramız yoktu ve ben adama özür dileyerek tüm beş yüz lirayı uzattım. O zamanlar mavi renkli tüm beş yüzlükler vardı onlardan. Adam garsonu çağırdı, parayı ona verdi ve bozdurmak için dışarı diğer esnaflara yolladı. Günün erken saatleri olması ve bir de Pazar olması sebebiyle garson parayı bozduramamış ve biraz gecikince, adam bizimle konuşmağa başlayıp nereli olduğumuzu sordu. Ben bizim oraları bileceğini hiç tahmin etmedim ve öylesine soruyor diye birazda övünerek "Rize Fındıklı'danız Amca." dedim.

Hemen adam döndü, gözleri fal taşı gibi açıldı, ciddileşti ve bizi öyle yakından süzerek "Sulak Köyünü bilir misiniz?" dedi. Allah, Allah. Bende temkinli davranarak "Evet biliriz. Sen nerden biliyorsun?" dedim. "Gavur Ali derler. Ali Özçelik var. Kara Ali Tanır mısınız?" dedi. Biz şoke olduk. Ben sağa sola bakıyorum, acaba konuşan bu adam değil de etrafta bizi tanıyan başka biri mi var diye. Bu tanımadığımız lokantasına ilk defa bir defaya mahsus çorba içmeğe gittiğimiz bu yaşlı amca, bize yanımda ki arkadaşım Cengiz'in babası 'Memiş'in Ali' dediğimiz Ali Özçelik'i soruyordu. Hem de bizim köyümüzün bu adamının tam seceresini biliyor ve bize anlatıyordu. Biraz kendimize geldikten sonra Cengiz bana döndü ve lazca "Heya mu zopon Recep (Lazca Bu ne diyor Recep)?" dedi.

Adam altmış sene önceki arkadaşını, tesadüfen tanımadığı onun oğluna soruyordu. Ben "Evet ama O çoktan rahmetli oldu. Sen nerden tanıyorsun amca?" diye tekrar sordum İzmirli bu adama. "İstanbul'dan tanıyorum. Arkadaşımdı. Hep ikimiz beraber birlikte çalışırdık. Kuvayı Milliyeci idik. Hatta İpsiz Recep dedikleri Recep Emice de o dönem bizimle çalışıyordu ve biz ona bağlıydık. O da çok cesur ve korkusuz olduğu için 'İPSİZ' derlerdi. Sonra onların gurupları ayrıldı. Ben Gavur Ali ile birlikte çalışırdım ve kendisini çok severdim. Özü sözü bir, mert ve birazda deli bir adamdı. Biz o zamanlar 'DEMİR' lakaplı Topkapılı Cambaz Mehmet diye birisi vardı, ona bağlıydık ve vatanımızın kurtulması için çalışıyorduk. Kurtuluş savaşımızda Atatürk'ün emri ile İngiliz ve Yunanlılara karşı gerilla savaşı verirdik. Düşmanları İstanbul dan ve İzmir’den biz çıkarttık." dedi.

Bu vatanın kurtulması için Kuzeyden, Güneyden, Batıdan ve Doğudan aynı gaye uğruna bir araya gelmişler ve aç, susuz yokluk içinde, gönüllü olarak bu vatanı kurtarmak için birleşmişler, savaşmışlar ve netice de kurtarmışlardı. Bir an için rahmetli Ali Amca’nın hayalı gözlerimin önüne geldi. O mütevazi yaşantısı ile köylerde dolaşıp herkese türküler attığını hatırladım. Her ne dersen de kendisi türkü ile karşılık verirdi. Bu adam İstanbul ve İzmir'i düşmanlardan temizlemiş, her iki İlin de bir kenarından bir parça bir yer almamış, köylerde dolaşarak o fakir hayatını hala sürdürüyordu. 

İpsiz Recep te Zenci Musa da öyle yapmamışlar mıydı. Kendilerine maaş bağlanmasını da kabul etmemişlerdi. "Biz bu yaptıklarımızı vatanımız ve milletimiz için yaptık." demişlerdi. Hatta Zenci Musa öldüğü zaman valizinden bir Osmanlı haritası, bir Mushafı Şerif, bir de birlikte çalıştığı eski Şefi Eşref Paşa nın resmi, daha başka hiçbir varlığı çıkmamıştı. Topkapılı Cambaz Mehmet’e de o zamanlar Atatürk tarafından bin beş yüz lira maaş bağlanmış, o kabul etmemiş, Kızılaya bağışlamıştı.

Arkadaşım Rahmi şaşırmış ağzı yarım açık robot gibi kalmış bir bana, bir o adama bakıyor ve gözlerinde yaş düğümleniyordu. Çünkü o lokantacı adam Rahmi’nin babası Ali Amcayı anlatıyordu. Ali Amca annemin akrabalarından olduğu için ben de çok iyi tanırdım. Son zamanlarda bize çok gelir, giderdi. Yetmiş beş seksen yaşlarında idi ve sağ eline hastalık vurmuş devamlı sallanırdı. Patırson hastalığı olmuştu. Çok hazır cevap ve kendisine söylenen sözü türkülü cevap şeklinde geri söyler cevaplardı. 

İlk zamanlar ben çocukken kendisinden korkardım. Öyle insana çok ciddi bakan hiç gülmeyen, kara yüzü ve korkunç bir gözleri vardı. Sonraları alıştım. Öyle gözlerinin içine dikkatli bakıldığı zaman sanki okyanusların derin yerleri görünür gibi gelirdi insana ve o karanlıklarda kayıp olacağım diye korkardı insan. O adam parçalayan, her zaman bağda taşıdığımız, büyük mal köpeğimiz kaptan da ona hiçbir şey demez, gelir boynuna sarılır köpeği severdi. 

Bizim evimize geldiği zaman bana judo öğretirdi. Onun öğrettiği bazı oyunları hiç bir yerde görmedim ve meslek hayatım da benim işime çok yaramıştı. Lokantacı adamın adı yanılmıyorsam Ekrem di ve İzmir’in Ödemiş İlçesinden di. Ona döndüm ve “Ekrem amca, Ali Amca ya Gavur Ali adını neden taktınız? Olsa olsa ona bir ad takılacaksa onun adı ancak Efsane Ali olmalı idi.” Ve elimi Rahmi’ye uzattım "Bu delikanlı Onun oğludur Amca. Bu şaşkınlığımız da ondandır." dedim.

Birbirlerine sarıldılar. Bazı şeyler daha anlattı. Hepimiz etkilenip ağladık. Yaptıkları kahramanlıkların bir azını, ben sorunca zorla anlattı. Ali Amca da o konularda pek konuşmazdı. O da öyle yapardı. Başkaları bir şeyler anlatırlardı. O konularda filimler çevrilir, herkes öylesine seyreder de pek kimse o olayların yaşandığını ve o kahramanların aramızda dolaştıklarını bilmezlerdi veya inanmazlardı fakat bu adamların kahramanlıkları o çevrilen filmleri gölgede bırakır cinstendi.

Ben şahsen bir şeyler biliyordum da bu kadar kahramanlıklar yaptıklarını bilmiyordum. Orada öğrendim. Bir de bu kadar kahramanlıklardan sonra köyün başında öyle mütevazi bir evde fakir hayatı yaşamaları akıl kari bir şey değildi. Ve şahsen ben bu adamlara nasıl hitap edeceğimi de bilemiyorum.

Yaa bu ülkeyi bize kimse bedava vermemiş. Çok büyük bedeller ödeyerek atalarımız bizler için zorla canlarını ortaya koyarak almışlar. Kim bilir bu tek tük adamların yanında kaç kişiyi şehit vermişler. Bizler hazır olanı bile muhafaza edemiyoruz. Elimizden giderse bir daha geri hiç alamayız. 

Rahmi bu adamla sonra irtibatı kesti mi? Yoksa hala görüşüyorlar mı? Bilmiyorum. Okuldan sonra kendisini de çok az gördüm, bir konuşamadık.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder