SAYFALAR

27 Aralık 2016 Salı

YENİ YIL MESAJİ

Değerli arkadaşlarım; yeni yıla girmeden önce affınıza sığınarak sizlere bir şeyler hatırlatmak  istiyorum. Lütfen söyleyeceklerimi biraz düşünün. Yeter ki niyet ve yaklaşımınız iyi olsun. Sakın bana “Aaaa nasıl olur?” deyip kızmayın. Gerçek bu!
1917 de Rusya da iki gurup vardı: A-Bolşevikler, B-Menşevikler. Dünyada bölünerek yok olan veya özgürlükleri giden bütün ülkelere  bakın hep böyle guruplara ayrılmışlardır.
Sonuçlarını hepimiz biliyoruz.
Şimdiye kadar ki tecrübelerimden anladığıma göre; Ülkemiz Türkiye yi önce iki guruba  ayırdılar ve dıştan yönettiler: A- SOLCU , B- SAĞCI,

A- SOLCU lar üç çeşitti:

1) Halkı kurtaracaklarını söyleyerek Ülkeyi parçalayıp yıkmak isteyenler,
2) Sadece kolaydan zengin olmak için bu yolu seçenler,
3) Bilmeden veya korkudan Onlara takılıp destek verenler,

B- SAĞCI lar da üç çeşitti:

1) Müslüman görünerek halktan destek alıp Ülkeyi yıkmak isteyenler,
2) Kolaydan zengin olmak için kendini öyle gösterenler,
3) Bilmeden veya korkudan Onlara destek verenler.

Bunlardan bir şey elde edemediler. Sonra yine ikiye ayırdılar: A- ALEVİ, B- SÜNNİ.

Sonra tekrar ikiye ayırdılar: A-KÜRT, B- TÜRK Sonra yine büyük bir ihtimalle: A- ERMENİ, B- TÜRK diye ayıracaklar ve bu böyle devam edecek.

Anlayacağınız bir ülkenin yıkılması için iki düşman gurup oluşturulur. Biz de de aynen öyle yapmışlar, bizleri de ‘fakir halkı kurtaracağız, faşizme hayır’ diyerek en büyük faşistlik yapmışlar veya ‘din elden gidiyor, kurtaracağız, vs.’ diye kandırarak bizim gençlerimizi birbirine öldürtmüşlerdir. Hatta karışıklık yaratmak için bazen kendi taraflarından da öldürtüp öbür tarafın üzerine atmışlardır. Her iki gurubunda 1. ŞIK ların yolları ilerde birleşir ve aynı yere çıkar. 1. ŞIK tan olanlara hiç bir sözüm yok. Onlar öyle şartlanmışlar, Ülkemizi yıkabileceklerini sanıp aynı yolda devam ederek kendilerini helak edeceklerdir. Eğer 1. ŞIK tan değilseniz, hangi guruptan olduğunuz o kadar önemli değil; sizlere düşen kendinizin hangi şık tan olduğunuzu anlamak ve ona göre hareket etmemiz çok önemlidir. Dikkat ederseniz ikisinin de 3. şık ta olanlar çoğunluktadır. Bu güzel Ülkemizin yıkılmasını istemiyorsanız, aklınızı kullanıp ona göre hareket etmeniz gerekir. Bugün kü durum hatır gönül meselesinden çıkmıştır. Çünkü başka bir şey değil, mevzubahis vatanımızdır. Düşününüz ve sadece kendiniz biliniz. Siz hangi şıktan sınız? Şimdiye kadar peşinden koştuklarınız size ne kazandırdı? Bir çokları bir hiç uğruna, ya öldü ya da cezaevlerine girdiler. Hala daha da o kurtaracakları Ülkelerinin ne olacağı belli değil. Bu kadar sene de hani vatanı kurtarmak isteseler kurtarmazlar mıydı? Anlayın ki kandırıyorlar.

Hepinizin 2017 yılını kutlar; mutlu, kutlu, acısız, barış dolu daha nice hayırlı yıllar geçirmenizi dilerim. Allah hepimizin kalbine göre hayırlısını versin. 

21 Aralık 2016 Çarşamba

EMEKLİ

Genç yaşta emekli olan bir albay, evde sürekli oturmaktan, hanımıyla ağız dalaşına girmekten sıkılınca, komşu bakkala gider ve:
"Sana ayda 200 lira maaş vereyim ve seni her gün denetleyim!" der.
Teklifi cazip bulan bakkal, 'hem para kazanacağım hem de deneyimli bir albayın uyarısını, yardımını alacağım' diye düşünerek hemen kabul eder.
Emekli albay, ertesi gün sabah 08:00 de başlar, gece saat 21.00 e kadar bakkal dükkanını denetlemeğe devam eder.
Bakkal bir gün bile geçmeden denetimden sıkılır, baş edemez duruma gelir ve;
"Albayım, al şu 200 liranı, ben bu işten vazgeçtim!" diyerek anlaşmayı bozar.

Emekli albay o cıvar da ki, manav, kasap, kırtasiyeci derken tüm esnafa aynı teklifle işe başlar. Ancak bir süre sonra hepsi denetimden sıkılarak anlaşmayı bozarlar.

Son olarak gittiği manifaturacı ile yıldızları barışır. Denetim işi aylarca sürer. Çok güzel anlaşırlar. Manifaturacı albayın her isteğini “Baş üstüne” diyerek yerine getirir.

Olanlara bir türlü anlam veremeyen albay:
"Yav arkadaş, bütün mahalle esnafı benden sıkıldı. Seninle gayet iyi anlaşıyoruz. Sen hiç sıkılmadın. Bu başarımızın sana göre sırrı ne?" diye sorar.
Manifaturacı esas duruş gösterip cevap verir:
"Albayım, ben de emekli başçavuşum."

19 Aralık 2016 Pazartesi

MEYHANECİ

Of'lu hoca bir Cuma namazından önce vaiz verirken içki içenleri fena azarlar:
- Paranızı boşa harcıyorsunuz !
- Kim kazanıyor?
- Meyhaneci.
- Düşünün bakalım..
- En büyük dükkan kimin?
- Meyhanecinin...
- En güzel ev kimin?
- Meyhanecinin...
- Ya en güzel araba? -
- O da Meyhanecinin.
- Meyhaneciye bu paraları kimler veriyor?
- Ha sizin gibi kafasızlar.
- Sizlerin hiç bir şeyiniz var mı? Yok.

- Kazandığınız paraları götürüp kime veriyorsunuz?
- Meyhaneciye!
- Sizin sırtınızdan kim para kazanıyor?
- Meyhaneci !

Aradan 2 hafta geçer.  Hoca yine vaaz verirken cemaatin içinden bir adam ayağa kalkar. Koşarak hocanın yanına gider ve ellerine sarılıp öperek:
- Allah razı olsun hocam, senin verdiğin içki vaazı sayesinde hayatım kurtuldu. der.
Hoca memnun olur:
- Aferin din kardeşim, içkiyi bırakmanın mükafatlarını daha ahirette de göreceksin!


 Adam düzeltir:
"Hocam yanlış anladın. Ben içkiyi bırakmadım, bir MEYHANE AÇTIM." der.


15 Aralık 2016 Perşembe

DUA


Bir sofu değirmene buğday götürdü.
Değirmenci :
"Şimdi zamanım yok. Öğütemem." dedi.

Sofu :
"Şimdi buğdayımı öğütmezsen; sana, değirmenine ve eşeğine bela gelmesi için beddua ederim!"

Değirmenci :
"Senin her duan kabul oluyor mu?" diye sordu sofuya.
Sofu :
"Evet." dedi.

Değirmenci :
"Öyle mi? Öyleyse dua et de buğdayın öğütülüp un olsun bakalım." dedi.

14 Aralık 2016 Çarşamba

DÜNYA CÜZELİ

Bir Profesör, hastanede öğrencileri ile dolaşıp hastaları kontrol ederken, bir taraftan da öğrencilere açıklamalar yapıyormuş. 

Yatmakta olan Karadenizli bir hastanın yanına gelmişler. Profesör kendinden geçmiş vaziyette yatan hastayı göstererek anlatmağa başlamış. 

"Bakın yüz rengi sarıya dönüşmüş. Gözler iyice içeriye doğru çekildiği için burun daha sivri görünüyor. Yanakları çökmüş. Kaslar tepki veremediğinden yüzünde ki ifade anlamsız. Ölüm sendromu kendini göstermeğe başlamış ve çene aşağıya doğru sarkmış. Bu durum hastayı çok daha çirkin gösteriyor." derken;

Karadenizli hasta da bu söylenenleri öğrenciler gibi can kulağı ile iyice dinliyor ve yerinden dikilmeye çalışarak profesöre şöyle diyor:

"Sen sançim dunya cuzelisun da.."

13 Aralık 2016 Salı

DİLEĞİM

Dünyada güvenilecek kimse kalmamış, herkesin konuştuğu bana yalan geliyor. Dikkat edin; siyasetçiler, millet vekilleri, askerler, polisler, akademisyenler, hakimler, savcılar, öğretmenler, dünyada ki bütün devletlerin başkanları, kim konuşursa “Terör hedefine ulaşamayacak. Terörü lanetliyoruz. Kahrolsun terör. Vs.” diye mesajlar veriyorlar. Peki öyleyse kim yapıyor bu terörü? 

Dün yine gencecik 44 Polis Memurunun şehit olması ne demek? Anlaşılıyor ki teröristin beynini yıkayıp toplulukta patlatıyorlar, sonradan onlar da insanlara katılıyor ve normal insanlar gibi, onlarla birlikte kınıyorlar. Öyle ya ne bileceksin, bilsen bile ben terörist değilim diye seni suçlu çıkaracak. Yahut ta beyinlerini yıkayıp canlı bomba yaptıkları o zavallı insanları kast edip kınama yapıyorlar. Gözünüz aydın terör Türkiye de hedefine ulaştı bile. Ey şanlı Türk Milleti size iyi uykular. Artık tarihte ‘Türkiye’ diye bir şey kalmayacak. Bir takım suni gündemler yaratılarak herkes kandırılıyor. Millet te uyku hapı gibi yutup uyuyor.

Osmanlı İmparatorluğu nasıl yıkıldı? Siz hala daha ‘padişahlar ülkeyi sattılar’ diye mi biliyor sunuz? Açın tarihi burnunuzun dibinde internetten okuyunuz. Ülke yıkılmağa doğru gittiğini anlayan vatan severler ülkeyi kurtarmak için TEŞKİLATI MAHSUSA yı kurmuşlar ve canları pahasına kurtarmağa çalışmışlar. O zamanlar ordu da görevli vatan evladı paşalar ülke elden gittiğini anlamış fakat ellerinden de bir şey gelmeyince, ülkeyi kurtarmak için mahiyetlerin de ki askerlerle birlikte dağa çıkmış Balkan dağlarında ülke için uzun süre eşkıyalık bile etmişlerdir.  Resneli Niyazi Paşa, Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa bunlardan üç tanesidir. Nemrut Mustafa Paşa  diye bilinen Bilbaz Kürt kabilesinden olan Süleymaniyeli Mustafa Nazım Yamolki Paşa bir zamanlar idamla yargılandığı ve davası daha neticelenmeden Divanı Harbi Örfi Mahkemesi başına getirilerek, kendi davası kapatılmış ve bu adam tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları aleyhine idam cezası verilmiştir. Bu vatan haini Paşanın Osmanlı İmparatorluğu yıkılmasında çok büyük rolü olmuş, bu hainin kararları ile binlerce vatan evladı İstanbul Üniversitesi önünde, günde en az on kişi olmak üzere idam edilmiş, cenazeleri günlerce idam sehpasında sallandırılmıştır. 

Vaktiyle; bir zamanlar düşmanlarımızdan biri bir plan yapmış, Osmanlı İmparatorluğunu o planla yıkmışlar, yine o planı uygulayıp Türkiye Cumhuriyetini yok etmeğe çalışıyorlar. Eğer olmadı, millet uyandı yıkamadılarsa, 15-20 sene, yanı biraz unutulduktan sonra aynı yıkıcı planı, daha tecrübeli olarak tekrar devreye sokup uygulamaya koyuyorlar. Halktan taraftar toplamak için bazı sloganlarla yola çıkıyorlar. Müslüman kesimi elde edip arkalarına almak için vaazlar verip cemaatler kuruyorlar. Çeşitli taktik ve hilelerle adam öldürmeği, soygun yapmağı, suikastlar düzenlemeği cazip hale getiriyorlar. Ülkeyi ikiye bölüp iki düşman gurup besliyorlar. Mesela Osmanlı döneminde kaçırılan küçük çocukları 'Kardeş Çocuklar Cemiyeti' adı altında eğitiyorlar, terör olaylarında kullanıyorlardı. Şimdi çocuk kaçırmadan aynı görevi 'Cemaatler' e yaptırıyorlar. 

Düşünün ve hatırlayın; bir zaman önce 'SAĞCI-SOLCU' vardı, sonra 'ALEVİ-SÜNNİ' oldu, daha sonra TÜRK-KÜRT' daha sonra 'DİNDAR KESİM-GAVUR KESİM' Bu planları da  tutmaz Türkiye yıkılmazsa başka iki gurup bulup yollarına devam edecekler. 

Bütününün altında Türkiye yi bölmek ve kardeş kanı akıtmak planı vardır. Bu sinsi plana bazı vatan sevenler de farkında olmadan destek verebiliyorlar. Bu kafa ile gidersek, ben geleceğimizden çok endişeliyim ve korkuyorum. İnşallah Allah bizim gözlerimize bu ülkenin yıkılışını göstermez.



12 Aralık 2016 Pazartesi

ANNESİ DEĞİL


Bayanın biri kucağında bir bebek ile eczaneye girip:
"Bebeği tartmak istiyorum." der
Eczacı:
"Efendim bebek tartımız bozuk. Onun için anneler bebeklerini kucaklarına alıp büyük tartısına çıkıyorlar. Sonra ben bebeği kucağıma alıp anneyi bir daha tartıyorum. Aradaki farktan da bebeğin ağırlığını buluyoruz."
Bayan "Hay aksi şeytan!" deyip kapıya doğru yürüyünce eczacı merak eder ve sorar:
-Ne oldu, niçin şaştınız Hanımefendi?
Bayan cevap verir:
-Ben bu bebeğin annesi değilim ki, teyzesiyim. Gidip bebeğin annesini getireyim bari...

9 Aralık 2016 Cuma

MUTLU OLMAK İÇİN



BIRAKIN:

1- Tütün ve içki içmeği, 

2- Şikayet etmeği,                  

3- Çekingenliği, 

4- Rezil olma korkusunu,  

5- Başkaları için yaşamağı, 

6- Yapamam düşüncesini, 

7- Olumsuzlukları, 

8- Surat asmağı, 

9- Ön yargılı olmağı, 

10- Herkesi eleştirmeği, 

11- Herkesi düzeltmek için uğraşmağı, 

12- Her söyleneni üstüne almağı,

13- Yalan konuşmağı,

14- Başkalarını çekiştirmeği,

15- Dedi kodu yapmağı.



AZALTIN:

1- Ekmeği, 

2- Yemeği, 

3- Tuzu

4- Şekeri, 

5- Kullandığınız eşyaları, 

6- Harcadığınız parayı, 

7- Boşa geçen zamanı, 

8- Göz yaşı dökmeği, 

9- Kafanıza taktıklarınızı, 

10- Kuruntularınızı, 

11- Endişelerinizi, 

12- Telefonla uğraştığınız zamanı,

13- Kahve köşelerinde kumar oynamağı, 

14- İnsanlardan beklentilerinizi 

15- Çok fazla televizyon ile oyalanmağı.



ÇOĞALTIN:

1- Güzel giyinmeği, 

2- Gülümsemeği, 

3- Olumlu düşünmeği,

4- Beraber yaşama arzusunu, 

5- Maneviyata inanmağı, 

6- Kanaatkar olmağı, 

7- Yakın akrabalarınla birlikte olmağı, 

8- Ayaklarınızın toprak ile temasını, 

9- Doğada yürüyüş yapma alışkanlığını, 

10- İçtiğiniz su miktarını, 

11- Teşekkür etmeği, 

12- Özür dilemeği, 

13- Mazur görüp karşındakine hak vermeği, 

14- Herkes ile iyi geçinmeği, 

15- Başkalarına saygılı olmağı, 

16- Her zaman alttan almağı, 

17- Hayal kurmağı, 

18- Esprili şaka yapmağı,

19- Kitap okumağı. 

7 Aralık 2016 Çarşamba

BAHŞİŞ AYARI

Nasreddin Hoca kasabanın pazarına gitmiş. Eşeğini bir yere bağlamış. Alış veriş yapmış. Döndüğünde eşeğini bağladığı yerde bulamamış. Hiç vakit kaybetmeden bir tellâl tutmuş. 
Şöyle bağırtmaya başlamış :
"Eşeğimi kim bulup getirirse, semeriyle, yularıyla ve üstündeki her şeyle beraber eşeğimi ona vereceğim."
Hoca efendi ye; "Eşeği bulana verecek olduktan sonra ne diye arıyorsun ?" diye sormuşlar.

Hoca;
"Kaybolan şeyi bulmanın keyfini bilmezsiniz siz!" demiş.

Ve devam etmiş:
     "Eşeği bulup getirene mükâfat olarak o eşek yeter."
     "Gençliğimi bulup getirene bütün servetimi veririm."
     "Cenneti bulsam, canımı da veririm." demiş.


6 Aralık 2016 Salı

ET NEREDE

Bir gün Hoca' nın canı et yemeği istemiş. Kasaptan iki kilo et alıp evine götürmüş.
"Akşama güzelce pişir bunları." demiş hanımına.
Ne var ki o gün eve hanımının misafirleri gelmiş. Kadıncağız eti pişirip onlara ikram etmiş.
Akşamda bir tarhana çorbası çıkarmış Hoca' nın önüne.
"Et nerde?" demiş Hoca.
Kadın doğruyu söyleyememiş,
"Eti kedi yedi" demiş.
"Getir şu kediyi bakalım." demiş Hoca.
Sonra teraziyi çıkartıp kediyi tartmış.
Bakmışlar ki tam iki kilo geliyor.
Hoca hanımına sormuş:
"Peki hanım, kedi bu ise bizim et nerede? Et buysa kedi nereye gitti?" diye


30 Kasım 2016 Çarşamba

ANTİKA SEMER

Amerikalı bir antikacının yolu Türkiye'ye düşmüş. Hayvan pazarında gezerken birden, önünde ihtiyarca bir adamın yanında duran, zayıf mı zayıf, hasta bir eşek görmüş. Ancak dikkatini çeken, bu zavallı eşeğin üzerinde gördüğü, oldukça eski ve son derece değerli olan antika bir semermiş.

Antika kültürü olmayan bu zavallı ihtiyardan semeri son derece ucuza satın alabileceğini düşünerek pazarlığa başlamış. Köylüyü kandırabilmek için yalnız semeri değil de, eşeği satın almak için uğraşıyormuş. Sıkı bir pazarlıktan sonra, eşeği normal fiyatının 4-5 katına satın almak üzere anlaşmış. Milyonlarca dolar değerinde ki semeri, 4-5 eşek parasına aldığı için sevinmeye tam başlamışken, ihtiyar yanında ki çocuğa seslenmiş:

"Oğlum, kalk da ahırdan yeni bir semer getir beyefendi için, bu eski semerle göndermeyelim onu. Ayıp olur!" demiş.

Amerikalı tutuşmuş haliyle:

"Benim için sorun değil. Eskisini verin. Zahmet etmeyin..." filan derken bayağı bir dil dökmüş.
En son bizim ihtiyar dayanamamış:

"Boşuna uğraşma beyim, biz o semerle çoook eşekler sattık!" demiş.


29 Kasım 2016 Salı

KENDUNİ HAZIRLA

Temel İstanbul Teknik Üniversitesinde okula başlamış.
Babası da oğluna Rize'den devamlı para gönderir ve
"Derslerine iyi çalış. Sakın karı kız ayağına takılma ha. Göreyim seni okulunu tez elden bitir." diye nasıhatlar edermiş ve biraz da aksi olduğu için Temel ve kardeşleri babalarından çok korkarlarmış.

Temel o sene sınıfta kalınca memlekete ağabeyisine bir telgraf çekmiş.

"Ağabey ben sınıfta kaldum. Yakında geleceğum. Sen babami hazurla ha!"

Ağabeyisinden Temel'e telgrafın cevabi gecikmemiş:

"Ben babamu hazirladum. Sen da çenduni hazırlamadan sakın celmeesun ha!"

28 Kasım 2016 Pazartesi

ANNE SİVRİSİNEK


Sivrisinek, hayatta kalmaları için yavrularına ders veriyordu:
- Bakın yavrularım; şu gördüğünüz bir örümcek ağıdır. Şu köşede hareketsiz duran da sinsi, kurnaz, acımasız bir örümcektir. Şimdi pusuda ağına böceklerin takılmasını bekliyor. Eğer ağına takılırsanız sizi yavaş yavaş öldürür ve yer. Çok acımasızdır.

Tam o sırada gök gürültüsü gibi bir kükreme duyulur. Yavru sivrisinekler korku içinde annelerine sarılırlar.
Anne sivrisinek yavrularını teskin eder:

- Çocuklarım, korkmanıza hiç gerek yok! Bu sesini duyduğunuz ormanlar kralı aslandır. Çok uysal ve zararsız bir hayvandır. Hiç bir zararı olmaz. Usulca yaklaşıp her zaman onun kanını içeriz.

24 Kasım 2016 Perşembe

BEN ANLAMAM

Bir profesör konferans vermek için Ankara'dan İstanbul'a gitmiş. Belirlenen saatte salona girmiş fakat ne görsün? Salonda yalnızca bir kişi oturuyor.
Profesör bir an konferans vermeyip gitmeye yeltenmiş. Ancak bunun kendisini dinlemeye gelen kişiye saygısızlık olacağını düşünüp vazgeçmiş. Gidip kürsüdeki yerini almış fakat "Acaba bu kişi tek başına beni dinlemek ister mi?" diye düşünüp;
Profesör adama sormuş:
- Beyefendi gördüğünüz gibi salon boş. Ama siz bana ve fikirlerime değer verip buraya kadar zahmet etmişsiniz. Eğer isterseniz ben konferansı yalnızca sizin için de sunarım. Ne dersiniz?

Adam cevap vermiş:
- Vallahi ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm.
Profesör mesajı almış. Hatta biraz da aşka gelip kürsüye çıkmış. Anlattıkça anlatmış. Anlattıkça anlatmış. Normalde iki saatlik konuşma hazırlamışken, bu hızla dört-beş saat anlatmış.


Nihayetinde konuşmasını bitirip adama sormuş:
- Beyefendi nasıl buldunuz konuşmamı? Beğendiniz mi?
Adam cevap vermiş:
- Vallahi ben anlamam! Ben seyisim. Ahıra bir at gelse de yem veririm, yüz at gelse de yem veririm. Ancak! Ahıra bir at gelirse diğer doksan dokuz atın yemini de, o ata vermem!.

23 Kasım 2016 Çarşamba

FAYDALI SÖZLER

1- Neşeli iken SÖZ, üzgün iken CEVAP ve öfkeli iken de KARAR vermeyin !
2- Olaylar karşısında sakin kalmayı öğrendiğiniz an, gerçekten kazanacaksınız. Ben sakin kalamadığım için çok şey kayıp ettim.
3- Bütün beklentileriniz olumlu olsun, sonuçta olumlu olacaktır.
4- Var gücünüzle çalışın kazanacaksınız, fakat biraz da şansınız olmalı.
5- Başarının anahtarı ne bilmiyorum, fakat başarısızlığın anahtarı herkesin gönlünü etmek.
6- İnsanlar birbirlerine güven duymadıkları için silah taşırlar. Devletler de öyle.
7- Bir öğretmen, bir çocuk, bir kalem ve bir defter dünyayı bugün kü gidişinden değiştirebilirler.
8- Gözleri olan ama göremeyen insan, bu dünyada ki en sefil ve zavallı yaratıktır.
9- Yarına hiç bir garanti yok, onun için her günü, son gününüz gibi yaşayın.
10- Kimse size inanmayabilir, siz kendinize inanacaksınız, yoksa hayatta asla kazanamazsınız.
11- Kazandığınız zaman asla şımarmayınız ve her zaman temkinli olunuz.
12- Sonunda herkes birini bulur, fakat çok az kişi istediği birini bulur.

22 Kasım 2016 Salı

250 NUMARALI YOL

Amerika’da 26 numaralı karayolunda, otoyol polisi, en az 60 km. hız ile gidilmesi gerekirken, bir aracın 26 km. hız ile gittiğini fark eder ve sürücüyü uyarmak için aracı durdurur.
Aracı yaşlı bir teyze kullanıyor. Aracın içinde bulunan üç yaşlı teyze de tır tır titriyorlar.
Aracı kullanan yaşlı teyze endişelenerek polise sorar:
- Polis bey çok mu hızlı gidiyordum?
Polis:
- Hanım teyze, hızlı değil, aksine çok yavaş gidiyordun. Hızınız 26 km. ve bu da trafiği aksatıyor.
Yaşlı teyze:
- Otoyolun girişinde '26' yazıyordu ve bende bu hıza uymak istedim! Onun için yavaş gidiyordum.
Polis:
- Hanım teyze, orada ki '26' bu oto yolun numarası. Bu yolda en az 60 km hızla gitmelisiniz. Yoksa kazalara sebebiyet verebilirsiniz.
Yaşlı teyze:
- Tamam, anladım bundan sonra hızlanacağım.
Polis, hala daha aracın içinde tır tır titreyen bu üç yaşlı kadını merak eder ve arabayı kullanan teyzeye sorar:
- Hanım teyze, aracınızda ki hanımlara ne oldu? Bir şeyden mı korktular? Niçin böyle tır tır titriyorlar?
Yaşlı teyze cevap verir:
- Vallahi ben de anlamadım. Girişinde '250' yazan otoyola girip çıktığımızdan beri böyle titriyorlar...

21 Kasım 2016 Pazartesi

KARDEŞİNİ GÖMMÜŞ

Soldan: Skoda Sadık, oturan, Uzun Tahsin
atletle duran, Sanık İsmail ve Ben.
Ceseti getirdiği yolu tarif ederken.
(resim gazeteci tarafından çekilmiştir.) 
1974 yılı Adana Cinayet Bürosu. İsimsiz imzasız bir ihbar mektubu geldi. Mektupta aynen şöyle yazıyordu: "Yeşilevler 765. sokak filan numarada oturan Karaisalı'lı İsmail isimli şahıs sekiz sene önce 'kötü yola düştü' diye kendisinden üç yaş küçük kız kardeşini öldürdü ve cesedini Karaisalı yolunda boş bir araziye gömdü. Ben çobanlık yaparken görmeme rağmen söyleyemedim fakat bu güne kadar da vicdan azabından kurtulamadım. Şimdi sizlere ihbar ediyorum." diyordu isimsiz imzasız ihbar mektubunda.

Verilen adresi takibe aldık. Hakikaten bu adreste 40 yaşlarında anlatıldığı gibi İsmail adında bir insan yaşıyordu. Fakat bu gibi konularda polisin çok uyanık olması icap eder. Çünkü bazı insanlar düşmanlarından intikam almak için bu yolu seçer, yalan yere suç isnat ederek güya aklınca karşı tarafı polise göz altına aldırır ve dövdürür, böylece canı rahat eder.

Şahsın nüfus kayıtlarını inceledik. Evet İsmail K...nın kendinden üç yaş küçük Selma isminde bir kız kardeşi var. Köylerinden ve oturduğu mahallesinden araştırdık kızın izini bulamadık. Kızı tanıyanları bulduk. Kötü yolda olduğunun söylendiğini tespit ettik fakat kızcağız yok. Yedi sekiz sene önce kayıp ihbarı yapılmış fakat zamanla unutulup gitmiş. Bir akşam İsmail'i göz altına aldık. Kız kardeşi Selma'yı sorduk. Önce köyde olduğunu söyledi. Bindirdik vatandaşın hibe ettiği Amerikan Pleymth arabamıza "Hadi bizi köye Selma'nın yanına götür" dedik. Kurttepe tarafından Karaisalı'ya doğru giderken yolda arabadan atlayarak kaçmağa çalıştı. Yolun dışında boş arazide peşinden kovalamak süretiyle tarla içinde tekrar yakaladık. "İsmail, biz sana insanlık yapıyoruz, dayak atmıyoruz, sen bize kelek yapıyorsun. Elimizden kaçmağa çalışıyorsun. Tekrar kaçarsan arkandan hiç koşmam seni öldüreceğim." dedim. İsmail'i dövmek istedim. İsmail, Skoda Sadık'ın arkasına saklandı ve diğer arkadaşlarım da bana kızdı dövdürtmediler. "Ağabey vallahi söyleyeceğim. Ne olur beni bu adamdan kurtarın." diye Skoda Sadık'a yalvarmağa başladı İsmail. Onlarda "Söyle kurtul. Kısma gittik mi esas biz seni döveceğiz. Hadi bin arabaya gidiyoruz" dediler. İsmail ne dese beğenirsiniz? Yok ağabey arabaya binmeyelim. Gelin benimle kız kardeşim Selma'yı az aşağıda gömmüşüm. Yerini göstereyim." dedi.

Meğersem kız kardeşini gömdüğü yer o bulunduğumuz yerden yirmi metre kadar yoldan aşağıda, boş arazi de çalıların içinde imiş. Kız kardeşi Selma'yı gömdüğü yeri gösterdi. Kazdı ve kız kardeşinin kemiklerini çıkardık. Üstte ki resmi de olay sırasında çekmiştik. Uzun Tahsin oturmuş, oturduğu yerde İsmail'in anlattıklarını dinliyordu. Yukarıda ki fotoğrafı o an için yanımızda bulunan gazetecilerden biri çekmişti. Şahıs sorgudan sonra tutuklanıp cezaevine girdi. Yalnız Sadık'a 'Skoda' dedik mi çok kızıyordu. İnşallah bu yazıyı okumaz.
    

19 Kasım 2016 Cumartesi

YARDIM SEVEN

Bir iş adamı iş icabı arabasıyla Ankara’ya gelir. Vakit akşam üstüdür ve Kızılay civarında arabasını park edecek yer yok.

Girdiği bir sokakta biraz ilerledikten sonra sağ tarafta bir arabanın zor sığacağı kadar bir yer görür. Oraya doğru yanaşır ve girebilmek için ileri geri gidip gelmeğe başlar.

Bu sırada dükkanını kapatıp evine gitmek için dışarı çıkan bir Karadenizli esnaf, park etmek için uğraşan bu arabayı görür. Bakar ki adam o dar yere arabasını sokmağa çalışıyor, yardımcı olur; 'gel, git, hop, ileri-geri, sağa-sola' diye komutlar verip manevralar yaptırarak yarım saate yakın uğraştıktan sonra, güç bela aracı bu dar yere park ettirir.
İş adamı kan ter içinde arabasından iner. 

Yardım eden Karadeniz'liye teşekkür edip tam ayrılacakları sırada; iş adamının arabasını park ettiren o iyi insan Karadenizli esnaf hemen cebinden bir anahtar çıkarır, zorla yeni park ettikleri aracın önünde ki araca biner, çalıştırır ve oradan uzaklaşır gider.


15 Kasım 2016 Salı

YÜZÜNE TÜKÜR

Yazın karınca gece-gündüz, durmaksızın çalışırken; ağustos böceği vur patlasın çal oynasın, şarkılarla, türkülerle, eğlenerek tüm zamanını geçirirmiş. Nihayet kış gelmiş. Karınca sıcacık evinde, kışın yiyeceğini biriktirmiş olmanın gururuyla keyif sürerken; bir gün aniden kapısı çalınmış.
Gelen ağustos böceği.

Karınca:
- Eee...Yaz boyunca vur patlasın çal oynasın eğlendin. Oysa ki ben kışı düşünüp çalışıp çabalayıp, alnımın teriyle yiyeceğimi biriktirdim. Şimdi sen benden bir parça yiyecek isteyeceksin, onun için geldin, öyle mi? demiş.

Ağustos böceği:
- Yok komşu, sen beni yanlış anladın! Ben yazın saz çalıp türkü söylerken ayıptır söylemesi meşhur oldum. Paralar kazandım. Kazandığım paraların bir miktarını biriktirdim. Şimdi Avrupa ya gezmeğe gidiyorum. Sana hoşça kal demeğe, hem de bir hediye alıp getireyim istedim. 'Özellikle Avrupadan istediğin bir şey var mı?' diye sormaya geldim. demiş.

Karınca bir bakmış ki ağustos böceğinin hiç de aç bir hali yok. Giyimi kuşamı yerinde. Kolunda kızlar. Az ilerde kocaman bir limuzin şoförü ile onu bekliyor.

Karınca:
- Yok, dostum ne isteyeyim? Hiç bir isteğim yok. Sağlıkla git, sağlıkla gel. Yalnız, Fransa'ya uğrayacak olursan, bir ricam var.
Paris'te bir zamanlar 'La Fontaine' diye bir adam yaşamış. Yazarlık mı ne yapıyormuş. Mezarına git ve benim için bir tükür olur mu? demiş.

10 Kasım 2016 Perşembe

BAŞKASINA GÜVENME

İnsan bazen anlamakta güçlük çektiği enteresan durumlarla karşılaşabiliyor. 1992 yılında Ankara Emniyet Müdürlüğü Dolandırıcılık Bürosunda çalışan Aslan Bey adında, Amir Yardımcısı bir Başkomiser arkadaşım vardı. 

Kendisi işinde gücünde kimseye karışmayan dürüst bir arkadaştı. Yerine göre kimseye eyvallahı olmazdı. Kendisi de aslen Amasya Şehzadeler şehrinden olduğu için Karadenizli idi. Bazı huylarımız da uyduğu için bir birimizi severdik. Bir gün yanına geldi çay filan içtik.

Bana dedi ki "Emniyet Müdürü Orhan Bey bana İzmir den telefon açtı. Ankara'ya Emniyet Müdürü olarak geliyor. Benim teyzemin oğludur. Sen nereye amir olmak istiyorsun? Ben kendisinden kendim için bir şey istemem de Seni bir yere amir etmesi için söyleyeceğim." dedi. Benim de Orhan Beyi çok öncelerden tanıdığımı galiba bilmiyordu. "Aslan Bey, çocuk olma Ben hiç kimseden mevki veya unvan istemem. Bizi başka yerlere sürüp düzenimizi bozmasınlar yeter. Sakın benim için kimseye bir şey söyleme." diye tembihledim.

Hakikaten dokuz on gün kadar sonra Orhan Bey’in tayını İzmir Emniyet Müdürlüğünden Ankara Emniyet Müdürlüğüne çıktı ve geldi, Ankara da göreve başladı. Öyledir. Her yeni gelenden herkes bir şeyler bekler. Aslan Beyi o gün göremedim. Ertesi gün gördüm. "Ben Orhan Bey'in evini yerleştirmek için gitmiştim, onun için görüşemedik." dedi. Halbuki onun da haberini almıştım. Orhan Bey Ankara'ya gelirken tüm ekibini İzmir den toplayarak gelmişti. Aslan Bey'e ellerinden gelse ekmek bile yedirmeyeceklerini biliyordum. 

Bir kaç gün sonra bir akşam üzeri Aslan Bey beni telefonla aradı ve "Başmüdür beni makamına çağırdı. Şimdi yanına çıkıyorum. Sonra görüşelim." dedi. "İyi hayırlı olsun ama sakın benim için bir şey söyleme." dedim. Ertesi gün Aslan Bey benim yanıma geldi. "Ne haber, ne oldu?" dedim. Ne olacak ağzıma s..tı." dedi ve gözleri yaşardı. İnsan bazen güvendiği dağlara kar yağdığı zaman hayal kırıklığına uğruyor ve ne yapacağını şaşırıyor. Aslan Bey ne yapacağını hiç şaşırmadı. Tayın istedi, başka bir ile çekti gitti. Zaten onun şanına da o yakışırdı.

Orhan Bey Asayiş Şube Müdürü olarak Emniyet Müdürü Deniz Beyi, Cinayet Bürosuna da Başkomiser Halim Beyi İzmir'den getirmişti. Gelir gelmez Asayiş Ekipler Amirliğinde bir toplantı yaptı. Daha önceden tanıdığı Başkomiser Seyhan Beyi orada görünce "Seyhan sen nerelerdesin? Yarın hemen git başla, Seni Bahçelievler Karakol Amiri yaptım." dedi. Onu iyi tanırdı. Orhan Bey Bahçelievler Karakolu üstünde ki polis lojmanında kalırken Seyhan Bey oranın amiriydi. Eski görev yerine verdi. O da "Baş üstüne Sayın Baş Müdürüm, şimdi gitsem uygun olur mu?" dedi ve gece yarısı gitti orada göreve başladı. Eski şoförü Başkomiser Orhan Beyi Ahlak Büro Amiri yaptı. İzmir'den getirdikleri Başkomiser Halim Beyi Cinayet Bürosuna Amir Yardımcısı olarak, Emniyet Amiri pırlanta gibi adam fakat biraz içkici Erdal Beyin yanına verdi.

Cinayet Bürosunun Amiri Erdal Bey fakat ipler, bütün sorgular Başkomiser Halim Bey'in elinde. Erdal Bey'in belki de haberi bile olmadan Ankara'nın bütün kabadayılarını getirtip dansöz elbiseleri giydirerek nezarette danslar ettirdiler ve videolara çektiler. Sonra bu videolarla kendilerine şantaj bile ettiler. Ben de o zamanlar Cinayet Masasında çalışıyordum fakat ben ve benim gibiler hiç bir şeye karıştırılmıyor, Nöbetçi Amirliğinde nöbet tutturuyorlardı. Bir sabah Asayiş Şube Müdürü Deniz Bey ile ben birbirimize girdik. Başkomiser Halim'i kovaladım, o kaçtı. Dilekçe verdim Hassas Bölgeleri Koruma Şube Müdürlüğüne tayın oldum ve gittim. Orada ki acemi Polis Memurları birbirlerini kazaen vurabiliyorlardı. Onlara Silahla ve Polis Mevzuatlarıyla ilgili dersler veriyordum. Altı aya yakın bu şekilde çok huzurlu bir çalışma yaptım.

Orhan Beye çok kırgındım. Kendim için değil de Aslan Bey için kırgındım ve bunu bazı yerlerde dile getiriyordum. Emekli olan ve beni çok öncelerden beri tanıyan Arhavi'li Başkomiser Fikri Özzaim Dayı, benden habersiz Orhan Beyin Makamına çıkar ve benim için "Mudurum sen çok yanlış yapayursen. O çocuği çok eyi bir yere vermelisen." der. 

Fikri Ağabey Arhavili, Orhan Beyi de çok öncelerden tanıyan, çok dobra, sözünü esirgemeyen, herkes tarafından hala daha sevilen bir insandı. Emekli olmasına rağmen teşkilat içerisinde tanıdıkları ile hiç irtibat kesmemiş, herkesle hala daha görüşüyordu. O sıralar da Poligon da bazı noksanlıklar olmuş ki, Orhan Bey beni çağırdı ve ayakta Özel Kalem de bekleyen Müdür ve Amirlerin içinde "Sen buralardasın da benim niye haberim yok? Yanıma hiç niye gelmedin? Git Atış Poligonu Amirisin ve tam yetkilisin. Orasını düzelt." diye bir de fırça attı. Halbuki Seyhan Beyi Bahçelievler Karakol Amiri yaptığı gece bir çok kez göz göze gelmiştik. Ben yine ters bir şey söyleyebilirim diye hiç ses etmedim ve ertesi gün Poligan Amiri olarak göreve başladım.

Ta ki 1998 yılı Emniyet Müdürü Cevdet Beyin Ankara'ya Emniyet Müdürü olarak gelene kadar Ankara Atış Poligon Amirliği yaptım. Teşkilata atıcılık la ilgili çok büyük katkılarda bulundum. Bir çok bozuk, kırık silahların tamiratları yapıldı. Şimdiye kadar 'Fişek Temin' yeri olarak bilinen Atış Poligonun 'Silah Atış Yeri olduğunu kanıtladım. Ve en önemlisi teşkilat mensuplarının iyi atıcı olmalarını sağladım.

Onlar yanı Orhan Bey gurubu, oldukları gibi aralarına, Emniyet Müdürü Sedat Bey ve Emniyet Amiri Erdal Bey'i de alarak İstanbul'a tayın olup gittiler. İstanbul da bazı kanunsuz eylemlere devam ettiler ve yakalanıp hapislere girdiler.

1998 de Ben Ahlak Büro Amiri iken İsmet Paşa da bir kumarhane bastım. Bir şahıs çatılardan atladı ve kaçarken ekibim memurları bu şahsı yakalayıp karşıma getirdiler. İlk etapta tanıyamadım. Çok garip bir tecelli ki bu yakalanan adam meslekten atılan ve bu olaylardan cezaevine giren Başkomiser Halim Beydi ve bu kumarhane de çalışıyordu. 

Tamamen çökmüş ve çok zor durumdaydı. Dostu postu herkes kendini terk etmiş yalnız başına kalmıştı. Bazı konularda kendisine yine yardımcı oldum. Bütün isteğim Allah herkesi doğru yoldan ayırmasın.


1 Kasım 2016 Salı

HAKSIZLIK

1988 yılı bir Sonbahar, Pazar sabahı Ankara sokaklarında, Hırsızlık Büro Nöbetçi Yedek Ekibi olarak arkadaşlarım Polis Memurları; Müjdat Arayan, Aziz Ata ve Cengiz Şutanrıkulu ile birlikte görev aldık. Cengiz Şutanrıkulu'nun bazı işleri olduğundan ona izin verdim ve ben diğer arkadaşlar ile Aziz'ın kullandığı, açık artırmaya çıkarsak 'antika' diye alıcı bulacak olan vitesten vitese zor geçen, kendi aramızda paralar toplayarak tamir ettirdiğimiz külüstür Ford Minibüs arabamızla dolaşırken çay içmek istedik.

Ulus ta Emperyal Kafe ye uğradık ve çay içerken arkadaşlar "Komiserim bize biraz tavla dersi ver." dediler. Müjdat ile tavla oynamağa başladık. Merkez başka bir ekibe İzmir Caddesinde sinemada bir kasa açma hırsızlığı olduğunu bildirdi. Hemen oyundan kalktık ve hızla Kızılay'a doğru o zor yürüyen arabamızla yola koyulduk. Görev bizim değil, Nöbetçi Ekibimiz bakacak fakat kasa işi olunca bilgimiz olması için ben de intikal etmek istedim.

Bahse konu hırsızlık olan sinemaya gidebilmek için GMK Bulvarından İzmir Caddesine girdiğimiz sırada sağ tarafımızda bir spor çantası taşıyan ve bize doğru gelen iki genç kişi dikkatimi çekti. Her ikiside ellerindeki çantanın birer sapından tutmuş bulvara doğru yürüyorlardı. Şöfore durmasını söyledim. Aziz arabayı zor durdurdu. Pazar ve öğleden önce olduğu için dükkanlar kapalı sokakta kimseler yoktu.

Koşarak şahısların yanlarına gittim. 'Polis' dememle beraber şahıslardan kısa ve yaşlı olanı bana bir kafa attı. Arkamdan arkadaşım Müjdat ta geldi. Biz orada o şahıslarla bir saatten fazla boğuştuk. Her tarafımız kan revan oldu ve tek nefes kaldık. Şahıslara zorla kelepçe taktık fakat hala zapt olmuyorlar, arabaya bindiremiyorduk. Güç bela arabaya aldıktan sonra, ikisi de ellerinden birbirlerine kelepçeli oldukları halde arabanın içinde bulunan kar zincirlerini alarak bize saldırdılar. Güçlükle her ikisini de yere yatırdık ve koltuklara bağlayıp sakinleştirdik. Ben daha boğuşma esnasında şahısların üzerine bakmış, birinin ayağında çorap içinde bir kama, diğerinde de iki adet dolu 14 lü şarjörü bulmuştum. Boğuşma anında o malzemeler sağa sola atılmıştı. Önce onları aradım buldum. Şahıslar bizimle boğuşurken yere bıraktıkları spor çantasının yanına gittim ve fermuarını açtığım zaman gözlerime inanamadım.

Ankara nın göbeğinde, Kızılay İzmir Caddesinde iki adet Kaleşinkof makineli tüfek, bir birine bağlı sekiz adet fişeklerle dolu bu tüfeklere ait şarjör, çok sayıda fişek, iki adet te 14lü tabanca, bu tabancalara ait 9mm fişekler ve 14 adet taarruz el bombası, bu bombaları tüfekle uzağa atmak için tüfeğe takılan adaptör olduğunu gördüm. Çevrede, onların güvenliğini sağlayan başka terörist arkadaşları da olabileceğini düşünerek, bu teröristlerde yakaladığımız silahlar bizimkilerden daha etkili ve sağlam olduğundan, bir tanesini doldurdum ve kendi güvenliğimiz için elime aldım. Diğerini de Polis arkadaşım Müjdat'a verdim. Ve hemen telsizle anons ederek durumu Haber Merkezine bildirdim. Bildirdim fakat herkes bizimle bir şeyler konuşmak için muhabereye girince telsizler kilitlendi ve daha artık telsizlerle konuşulmaz oldu. Biz oradan ayrılmak üzereyken olay yerine ilk olarak Altındağ Emniyet Müdürü Hüseyin Bahar geldi ve biraz sonra orası polis kaynamağa başladı. Biz hiç birini karıştırmadık. Malzemeleri ve şahısları Emniyet Müdürlüğüne götürdük.

Emniyet Müdürlüğüne gittiğimiz zaman, anonsu duyan bütün teşkilat mensupları oraya akın etmişler, orası bir mahşer yerine benziyordu. Asayiş Şubesine girişteki park yerleri hiç tanımadığım polislerle dolmuş, ilerlememiz mümkün değildi. Ankara'ya yeni atanan Emniyet Müdürü Mehmet Ağar Baş Müdür Yardımcıları ile bizi burada merdiven basamaklarında bekliyordu. İlk etapta sevinmiş gibi göründü. Asayişten sorumlu Müdür Yardımcısı Orhan Taşanlar ile beni ayak üstü dinledikten sonra "Aferin, Yüz hırsız yakalamaktan bu daha iyidir." dedi. Biz arabadan indikten sonra yukarı Büromuza çıkmak isterken yakaladığımız şahısları orada bekleyen polislerin bazıları elimizden almak istediler. Şahıslar memur arkadaşın koluna kelepçeli oldukları için bunu başaramadılar.

Şahıslara ait suç malzemeleri içinde olan çantayı benim Memurum Aziz'in elinden zorla çekip aldılar. "İçinde bomba var. Dokunmayın." diye bağırmamız üzerine çantayı yere bırakıp geri açıldılar. Çantayı tekrar biz aldık ve "Bomba var." diye bağıra bağıra zorlukla Büromuza çıkabildik.

Tutanakları tuttuktan sonra Rıza S... ve Mehmet Mustafa K.... isimli bu suçluları yakalanan malzemeleri ile birlikte sorguları yapılmak üzere Siyasi Şube Müdürlüğüne teslim ettik. Bu kişiler o gün ANAP binasını toplantı sırasında basıp bombaladıktan sonra, makineli silahlarla tarayıp, başta Turgut Özal ve Recep Ergün Paşa olmak üzere herkesi öldürüp katliam yapmağa gittiklerini itiraf ettiler.

Olay çok büyük bir infial yarattı. Askeriyeden filan güya uzman ekipler gelip bu adamları nasıl yakaladığımızı bizden soruşturdular. 15 gün üst üste toplanan TBMM bu olayı görüştü. Beni ve ekibimi görüp tanımak isteyen Emniyet Genel Müdürlüğünden dahi bir çok meraklı teşkilat mensubu ve sivil kişiler yanımıza geldiler. Çünkü o zamana kadar hiç bir şehir içinde böyle makineli tüfek ve bomba taşıyan bir kimse kazasız, belasız, çatışmasız yakalanmış değildi. Hatta duyduğuma göre Askeri ve Polis okullarında okutulmak üzere bu olay örnek alınarak sonradan bir de kitap yazılmıştı.

Bu olaydan sonra biz tekrar görevimize devam ederken Arkadaşım Aziz "Bize herhalde birer daire verirler Komiserim." diyordu. Ben de onlara "Bize ceza vermesinlerde, daire istemiyoruz, her şeye hazırlıklı olun. Ceza da verebilirler." diyordum. Ankara Valisi Saffet Arıkan Bedük yanına çağırıp tebrik etti. Bir miktar para vererek kutladı. Ayrıca birer maaşla taltif edip ödüllendirdiler. Bu arada Asayiş Şube Müdürü Bahri Baykal başka bir yere atanmış, Mehmet Ağar'ın İstanbul dan getirdiği İbrahim Baykaran Asayiş Şube Müdürü olmuştu. Bir ay kadar geçmişti ki yeni Asayiş Şube Müdürü İbrahim Baykaran beni bir gece yarısı yanına çağırdı ve "Git, Hırsızlık Büro Amiri olarak telsizi al ve bu gece anons et, göreve başla." dedi. Hemen içime bir kurt düştü. "Özür dilerim Sayın Müdürüm sağlık sorunlarım ve rütbem de müsait olmadığından ben bu görevi yürütemem." dedim. Kabul etmedim. Benden bir ses çıkmayınca o gece geç saatlerde tekrar çağırdı. "Baş Müdürün emridir. Hırsızlık Büro Amirisin. Eğer kabul etmezsen İlçelerden birine tayın olabilirsin" dedi.

İlçelerden birine tayın olsam benle beraber ailem de perişan olacaktı. Ertesi gün sabah erkenden Makama çıkmak için Özel Kaleme gittim. Baş Müdür Mehmet Ağar benimle görüşmeği kabul etmedi. Orada ki Başkomisere "Gitsin görevine başlasın." demiş. Çünkü cezalandırılmam için karar verilmişti.

Hırsızlık Büro Amirliği görevine başladım. On beş-yirmi gün geçtikten sonra bir mücevher hırsızı yeni yakalanmış, onun sorgusuyla uğraşıyordum. Başkomiser Murat Okşar geldi ve "Recep Bey, beni buraya zorla amir olarak yolladılar. Seni de nereye istersen oraya verecekler." dedi. "Onlar kendi istedikleri yere versinler ve onlara söyle gözüme pek görünmesinler." dedim ve doğru çektim evime gittim.

Bir seneyi aşkın Emniyet Müdürlüğüne hiç uğramadım. Beni de herhalde korktuklarından değil de acıdıklarından olacak ki hiç kimse aramadı ve göreve çağırmadılar. O zaman maaşlar Müdüriyette mutemetlerden alınıyordu. Benim maaşımı eskiden ki memur arkadaşlarım muhtemetten alıp evime getirip bana veriyorlardı. Bir yıldan fazla Emniyet Müdürlüğüne hiç gitmedim.

Müdürler değişmiş. Hasan Özdemir İl Emniyet Müdürü, Abdulganı Yıldırım de Asayiş Şube Müdürü olmuşlar. Asayiş İdari Büro Amirliğinden beni aradılar. Yeni Asayiş Şube Müdürü Abdulganı Yıldırım Bey seni çağırıyor." dediler. Gittim. Başkomiser Murat Okşar Beyle oturmuş planlama yapıyorlardı. O da bana "Git Oto Masası Amirisin. Görevine başla." dedi. "Bak Müdürüm benimle oynamayın. Eğer bu devlet yıkılırsa bilmiş olun ki benim ahımdan yıkılacak." dedim. Üstüme filan yürüdü. Murat Okşar aramıza girdi. Meğer önceden tanışırlarmış. "Müdürüm bu öyle der fakat çalışmadan duramaz. Arkadaşın onuru ile çok kötü oynadılar. Onun için çok kırılmış." filan dedi ve yatıştırdı.

Şimdi sizce, ben bu adamları yakalamasam, o yakaladığım adamlar gitse ANAP'ı bassa, Turgut Özal ile birlikte birçok parti mensuplarını  öldürüp büyük bir katliam yapsalar, bana yine aynı hareketleri yapıp cezalandıracaklar mıydı? Hayır beni kimse tanımak bile tanımayacak, düşman sahibi olmayacağım, dalgama kimse taş atmayacak, maaşımı fazlasıyla alacağım, icabında avantamı da alacağım, yine paşa paşa normal görevime gidip gelecektim. ANAP değil Tüm Ankara batmış kimin umurunda olacaktı sanki. Ama yakaladığım için 'Vay o kadar malzeme ile kazasız belasız o adamları yakalayıp, o millet vekillerinin canlarını kurtaran sen sin he?' dediler ve bana o şekilde layık gördükleri cezayı verdiler.

Kulağıma geldiğine göre, güya Vali Saffet Arıkan Bedük benim alınmamı istemiş. Madem Vali benim alınmamı istemiş vaktinde kendisi niçin onaylamış ve benden niçin rahatsız olup görevden almış?
Cinayet işlemek bile içimden geçti fakat hepsini Allaha havale ettim. Ben yaptığım işlerden her zaman vicdanen huzur duydum ve aynı şekilde hiç yılmadan göreve devam ettim. Bir çoklarının bu devlete toplam hizmetlerinden fazla faydalarım dokunduğu kanısındayım. Yine de hepsine teşekkür ederim.        

31 Ekim 2016 Pazartesi

YAZIK BU VATANA

Daha önceki hükümetlerden Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli üçlü koalisyon hükümeti zamanında Fetullah Gülen veya Gülen Cemaatı hakkında eksik kalan, başkalarının unuttukları veya gözlerinden kaçan bazı önemli şeyleri açıklamağa çalışalım.

1998-99 arasında Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ve Ankara İstihbarat Şube Müdürü Osman Ak Fetullah Gülen'in, bazı yurtlarda yardıma muhtaç, Anadoludan gelmiş bilhassa gariban kürt çocuklarını elde edip sinsi ve akıllıca yardım eder gibi görünerek IŞIK evlerinde beyinlerini yıkayıp kendine militan yetiştirdiğini. Kendisinin aslında Müslüman olmayıp çok iyi bir Müslüman imiş gibi göstermeği başararak fetvalar verdiğini ve adını Hoca Efendi ye çıkardığını. Askeriye, emniyet, milli eğitim ve devletin tüm kurumlarında bir çok militanlar yerleştirip sakladığını. Bu militanların bir vücutta ki kılcal damarlar gibi, ülkede ki her kurumda kendilerini belli etmeden uykuda bulunduklarını. Gün geçtikçe hızla çoğaldıklarını ve Ülkenin başına bela olacaklarını. Bu iki Emniyet Müdürleri tam olarak tespit ettiler ve Ülke için tehlikeli bu durumu 1999 da Devlet Güvenlik Mahkemesine bildirdiler.

Devlet Güvenlik Mahkemesinde, o zamanın yetkili Savcısı Nuh Mete Yüksel, Emniyet Müdürlerinin bu tespitlerine ya değer vermedi, ya da siyasi baskılardan dolayı veyahut ta zayıf bir ihtimalle kendisi de onların fikirlerini benimsediğinden Fetullah Gülen hakkında dava açılmadığı gibi, her şey tersine döndü, kabak bu iki Müdürün başına patladı. Türkiye Cumhuriyetinin 11. Hükümeti, Demokratik Sol Partisi-Milliyetçi Hareket Partisi- Anavatan Partisi koalisyonu zamanında Başbakanı Bülent Ecevit Fetullah Gülen için 'Çok iyi, örnek bir insandır. Başka ülkelerde Türk okulları açıyor ve dünyanın her tarafında biz Türkleri tanıtıyor.' dedi ve tüm siyasi gurup Fetullah Gülen'e arka çıktılar. Daha sonra ne olduysa Fetullahçı olarak bilinen bir kısım milletvekilleri Hüsamettin Özkan önderliğinde Bülent Ecevit'in hükümetinden ayrıldılar. Yeni Türkiye Partisini kurdular ve zamanla eriyip kayıp oldular.

Foyası meydana çıkan Fetullah Gülen kendini daha Türkiyede emniyette göremedi ve Amerika Birleşik Devletlerine şimdi ki yeri Peensilvanya'ya kaçtı ve o günlerden beri daha etkili olarak yıkıcı faaliyetlerini devam ettirmektedir. Emniyet Müdürleri Cevdet Saral ve Osman Ak'ı o zaman ki hükümet 'Siz misiniz vatan için çalışıp bu raporu verenler?' deyip, Merkez emrine aldılar. Yanı işten el çektirdiler. Cevdet Saral'a daha hiç görev vermediler. Emekli oldu. Osman Ak'a çok yıllar, sekiz on sene sonra görev verdiler.

Bir ülkenin Başkenti Ankara'nın en yetkili Emniyet Müdürü ve yine O Müdürün yetkili İstihbarat Müdürü, o Ülkenin geleceği için bazı olumsuz şeyler tespit etmiş. Bu tespitleri sadece raporla kalmamış, mahkemelere kadar taşımalarına rağmen, O Ülkenin icra organları bu konuyu incelemediği gibi, vatanı bölmek için örgüt kuran bir adama arka çıkmışlar, bir de ülke için görevini yapanları cezalandırmış, görevden almışlar. Demek ki ta o zamanlardan ve belki de daha öncelerden beri ülkeyi hükümetler değil, o adam veya yıkıcı örgütler yönetiyordu. Şimdi gerçek bir şeyler yapılmak isteniyorsa;
Bu adam kimdir?
Gerçek kimliği nedir?
Kimler tarafından yetiştirilmiştir? Tespit edilmelidir.

Bence Erzurum Ermenilerinden Türk vatandaşı ama Amerikan Ajanları tarafından yetiştirilen bir vatan hainidir. PKK da bütün emirleri Fetullah Gülen den alıyordur. Feto Örgütünün üst düzeyleri örgütün hedefini biliyor. Örgüt militanlarının bir çoğu örgütün hedefini bilmiyor. Güya Müslüman oldukları için örgütü destekliyorlar. Finans kaynakları çok fazla olduğu, hatta bir ülkenin bütçesi kadar olduğu kesindir.

Duyduğuma göre bizler emekli olduktan ve 2006 yılından sonra İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatında bulunan tüm personelden her ay 12 tl para kesilir Fetullah Gülen'e kaynak olarak gönderilirmiş. Belki de her kurumdan yasal yollardan böyle paralar kesilip Fetullah Gülen'e gönderiliyordu. Camilerde toplanan paraların bir bölümü de Fetullah Gülen'e gönderildiği gibi, hiç umulmadık şeylerden kaynak yaratılmış ve aklınıza gelmeyecek her türlü usulla resmi veya gayri resmi yollardan para kazanırdı. Belki de her konu da şeytan bile bunlardan akıl soruyordu. 
        

29 Ekim 2016 Cumartesi

ÖCE ŞENLİĞİ

Ağustos Ayının ilk haftası Doğu Karadenizin en şirin Köyü Öce de her sene olduğu gibi bu sene de şenlikler yapıldı. Bir hafta süren şenliklerde bir çok etkinlikler sergilendi. Bu etkinlikler "Yayladan göç kaldırma" ile başladı ve herkes doyasıya eğlendi. Eskiden yayladan köye göç edilmesi ve bu arada yapılan horon ve türkü eğlenceleri halka bir kere daha yaşatıldı. Eski insanlar ve eski çobanların ağzından ağıtlar söylendi. Köyün bütün geçmişleri hatırlatıldı. Bazı adetlerin unutulmaması ve genç kuşaklara aktarılması için herkesin birebir yaşadığı bu hareketler yaşayanları duygulandırmış, yaşamayıp ta duyanları tam olarak bilgilendirmiştir. Dilerim bu şekil faaliyetler o bölgede ki diğer köylere de yayılır ve yapılır.
                                            Yayla dönüşü yolda horon video ve resimler;
                                                                 Lütfen tıklayınız

 



 
 
 

28 Ekim 2016 Cuma

ŞEYH EDEBALİ


Şeyh Edebalı'nın damadı Osman Gazi'ye nasihatı:

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.
Avun oğlum, avun...
Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelâmlısın.
Amma bunları, nasıl nerede kullanacağını bilmezsen,
öfken ve nefsin bir olup aklını yener.
Sabah rüzgârında savrulup gidersin.
Daima sabırlı, sebatlı ve ıradene sahip olasın.
Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.
Ananı atanı say! Bereket büyüklerle beraberdir.
Bu dünyada inancını kayıp edersen, yeşilken çorak olur,
çöllere dönersin. Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma,
gördün söyleme, bildin bilme.
Sevildiğin yere sık gidip gelme; kalkar itibarın muhabbet olmaz.
Üç kişiye acı: Cahiller arasında ki alime,
                       Zenginken fakir düşene,
                       Hatırlı iken itibarını kayıp edene.
Unutma ki; yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
Haklı olduğunda mücadeleden korkma!
Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğitin iyisine deli derler.
Ey oğul! Beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana...
Ey Oğul! bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana...
Üşengeçlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...
Ey Oğul sabretmesini bil, ağaç vaktinden önce çiçek açmaz...
Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.
Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı,
ALLAH YARDIMCIN OLSUN!

26 Ekim 2016 Çarşamba

OSMANELİ (LEFKE)

Bilecik İline bağlı Osmaneli İlçesi; Osmanlıların Anadolu ya ilk yerleştikleri bölge olup, Sakarya nehrinin kıyısında küçük ve çok şirin bir yerdir. İlk zamanlar adı Lefke olan bu ilçe Osman Bey tarafından Rumlardan alınmış ve 'Osmaneli' ismi takılmıştır. Daha çok Akdeniz İkliminin hakim
olduğu bu şirin ilçeyi bakın Evliya Çelebi nasıl anlatıyor ?
"Köy halkı Lefke (Osmaneli) derler.
Bursa toprağında ve eski Bursa kırallarının yapısıdır.
Sonra Osmanlıların ilk beyi olan Osman gazi burayı Rumlardan almıştır.
Kalesi dört köşe, küçük harap bir viranedir.
Kendisi 150 akça lık bir kazadır. Yetmiş parça köyleri vardır.
Kadısına senede üç kese has olur. Ayrıca hakimi vardır.
Şehri Sakarya nehri kenarında olup, bağlı bahçeli, altı yüz evi, beş camili,
dört hanlı hamamı, mektepli, küçük çarşılı şirin bir kasabadır.
Sipahi kethüda yeri, yençeri serdarı var. Ama nakibüleşrafi ve
şeyhülislamı yoktur. Lakin bilginleri ayan ve eşrafları vardır.
Birer buçuk okka gelir sulu ayvası olur ki, Allah bilir dünya yüzünde
benzeri yoktur. Ayva perverdesi, ayva reçeli dünyaca meşhurdur.
Sakarya nehri üzerinde uzun ve ahşap bir büyük köprüsü vardır ki, ibretle seyrolunur."

İşte Osmaneli'de Sakarya nehri, kıyısında ağacı, kuşları ve sağ tarafta ayva tarlaları bulunur.