Bir gün Marcus bana telefon açarak ‘Yarın Teşkilatımızın kuruluş yıl dönümü, kutlamalar yapılacak, izlemek için benim de bu kutlamalara katılmamı’ söyledi. Ben de arkadaşımın bu teklifini geri çeviremezdim herhalde. Stocholm de ki Emniyet Genel Müdürlüklerinde bu kutlama yerine gittim. Kapı da arkadaşım Marcus beni bekliyordu. Birlikte içeri girdik ve yan yana iki koltuğa oturduk. Yine çat pat İngilizcem ile biraz muhabbet ettikten sonra tören başladı. Çeşitli polis etkinliklerinden sonra sıra atışlara gelmişti. Polislerin atış poligonları birkaç tane çok kapsamlı ve değişik yapıdaydılar. Ben böyle bir poligonu ilk olarak görüyordum.
Bu poligonu sadece ‘MACERA’ poligonu olarak adlandırıyorlardı. Hala daha Türkiye de böyle bir poligon olduğunu sanmıyorum. Bir kaç odalardan oluşuyor. Atıcı odaların içinde ilerlerken, bastığı yerle irtibatlı olan insan silueti hedefler atıcıdan habersiz birden uzakta yerden kalkıyor, 30 saniye havada duruyor, sonra vuramazsan durduğu yerde atıcıya dik dönüyor ve hedef olduğu yerde görünmez oluyor. Hedefi vurursan bir gürültü ile kalktığı yere tekrar yatıyor. Böyle hareketli hedeflere atış ediyorlardı. Bu hedeflerin içinde bazen de hemşire ve doktorlar çıkıyor onlar dost hedef olarak kabul ediliyor ve onlara ateş edilmiyordu. Özel yetiştirilmiş polisleri takla atıp ateş ediyorlardı. Hepsi bir harika idiler, çok hoşuma gittiler, zevkle seyrettim ve gayri ihtiyarı ‘Ah keşke ben de bunlar gibi olsam’ diye de içimden geçirdim.
Biz böyle seyrederken vakit nasıl geçtiği pek anlaşılmıyor, ne kadar zaman sonraydı pek bilmiyorum, arada bir anons geçti sadece ismimi anladım. Meğer Genel Müdürlerine Türk Polisi burada demişler ve ne uzatalım beni de hedeflere atış yapmak için poligon içine davet etmişler. Yanımda oturan arkadaşım gülerek yerinden kalktı ve bana yol gösterirken poligon kapısına kadar refakat etti.
O arada öyle dikkatlice poligon içinde gezerken elimdeki silahımı kontrol ettim ve nişan aldığım gezin sağ tarafa kaydığını gördüm. Hemen orada gezi ayarlayamazdım ve silahım her zaman sağ tarafa vururdu. Silahı belime koydum ve aynı şekilde yürümeğe devam ettim. Yerden ani olarak dördüncü hedefte kalktı. Bir bayanı rehin alan bir gangasterdi bu hedef. Sol dizimin altında, baldırımın üstünde meşin kılıfı ile asılı bulunan ve yanımdan hiç ayırmadığım Kaleşinkof Kasaturasını, sol elimle pantolon paçamı yukarı çekerek, sağ elimle hızlı bir şekilde çıkarttım ve bu hedefe doğru var gücümle fırlattım.
Genel Müdürleri randevu verip iki gün sonra beni yanına çağırdı. Tercüman aracılığıyla konuştuk. Önce beni tebrik edip kasaturamı bana iade etti. "Biz özel kuvvetlerimize her şeyi öğrettik. 60 km hızla giden arabadan inerek ve binerek, atıp vurmasını öğrettik. Fakat bıçak atmağı akıl edemedik, öğretmedik. Türkiye bizden ne kadar ileri imiş ki bıçak atmağı da elemanlarına öğretmiş. Tebrik ediyorum, sizi kutluyorum. Biz de şimdi programa alıyoruz, polisimize bıçak atmasını öğreteceğiz" dedi.
Halbuki ben hiç bıçak atmamıştım. Yanı bıçak nasıl
atılır bilmiyordum. Altı aylık polis eğitim kampında da hiç kimse bana bıçak
atmağı öğretmemişti. Yanı Emniyet Teşkilatında öyle bir program yok. Sadece Adana da Orta Doğu
Taekwondo Merkezinde Koreli bir Taekwondo hocamız vardı, Çen Kvan Kim. O hoca duvarda
ki tahtaya küçük daireler çizip boş kaldığı zamanlar kendi kendine bıçak attığını ve dairelerin tam
ortasına vurup bıçağı diktiğini orada görmüştüm. Çok merak salmış, orada
bir kaç defa bıçak atmıştım fakat bırakın hedefe dikmeği, hedefe vuramamıştım
bile. Ve o Koreli Hoca bana anlatmıştı “Bıçağı kabzasından tutup tam yukarı kaldıracaksın.
Hızla aşağı doğru indirirken tam hedefin hizasına geldiği zaman, iki parmağını
bıçağın kabzasından birden bırakacaksın.” Diye. Ben de aynısını yaptım. Ve
bıçak tam hedefini bulmuş, bir de hedefe sapına kadar gömülmüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder