SAYFALAR

21 Ekim 2011 Cuma

BIÇAĞI UNUTMUŞLAR

Her ülke de polis, öğrenci ve askerlerin yaşantıları aynıdır. Ufak tefek farklılıklar olsa da Amerika da ve Afrika ülkelerinde pek az farklılıklar gösterirler. Bu farklılık ta genel de fakirlik, zenginlik ve teknolojik donanım farklılıklarıdır. Dolayısıyla da bir ülkenin polisini diğer ülkenin polislerine yakınlaştıracak bir bağ ille ki bulunur.

İsveç Büyükelçiliğinde görev yaptığım zamanlarda bir iş için Elçiliğe gelen iki İsveç Polisi ile tanıştım ve çat pat İngilizcem ile bu polislerden biri Marcus Otto ile kısa zamanda arkadaş olduk. Sık sık izinli günlerimde de buluşup sohbetler ederdik ve biz diplomatlara çok ucuza gelen viskilerden verirdim, oda bana fişek filan verir atış poligonlarına gider tabanca atışları yapardık. Ve en önemlisi kendisi de bizim Türk örf, adet ve geleneklerine tam olarak uymasa da yarı yarıya benimsemiş birisiydi.

Bir gün Marcus bana telefon açarak ‘Yarın Teşkilatımızın kuruluş yıl dönümü, kutlamalar yapılacak, izlemek için benim de bu kutlamalara katılmamı’ söyledi. Ben de arkadaşımın bu teklifini geri çeviremezdim herhalde. Stocholm de ki Emniyet Genel Müdürlüklerinde bu kutlama yerine gittim. Kapı da arkadaşım Marcus beni bekliyordu. Birlikte içeri girdik ve yan yana iki koltuğa oturduk. Yine çat pat İngilizcem ile biraz muhabbet ettikten sonra tören başladı. Çeşitli polis etkinliklerinden sonra sıra atışlara gelmişti. Polislerin atış poligonları birkaç tane çok kapsamlı ve değişik yapıdaydılar. Ben böyle bir poligonu ilk olarak görüyordum.

Bu poligonu sadece ‘MACERA’  poligonu olarak adlandırıyorlardı. Hala daha Türkiye de böyle bir poligon olduğunu sanmıyorum. Bir kaç odalardan oluşuyor. Atıcı odaların içinde ilerlerken, bastığı yerle irtibatlı olan insan silueti hedefler  atıcıdan habersiz birden uzakta yerden kalkıyor, 30 saniye havada duruyor, sonra vuramazsan durduğu yerde atıcıya dik dönüyor ve hedef olduğu yerde görünmez oluyor. Hedefi vurursan bir gürültü ile kalktığı yere tekrar yatıyor. Böyle  hareketli hedeflere atış ediyorlardı. Bu hedeflerin içinde bazen de hemşire ve doktorlar çıkıyor onlar dost hedef olarak kabul ediliyor ve onlara ateş edilmiyordu. Özel yetiştirilmiş polisleri takla atıp ateş ediyorlardı. Hepsi bir harika idiler, çok hoşuma gittiler, zevkle seyrettim ve gayri ihtiyarı ‘Ah keşke ben de bunlar gibi olsam’ diye de içimden geçirdim.

Biz böyle seyrederken vakit nasıl geçtiği pek anlaşılmıyor, ne kadar zaman sonraydı pek bilmiyorum, arada bir anons geçti sadece ismimi anladım. Meğer Genel Müdürlerine Türk Polisi burada demişler ve ne uzatalım beni de hedeflere atış yapmak için poligon içine davet etmişler. Yanımda oturan arkadaşım gülerek yerinden kalktı ve bana yol gösterirken poligon kapısına kadar refakat etti. 

Üzerime soğuk sular döküldü. Öyle hareketli hedeflere hiç ateş etmemiştim. Hem de uzun süre normal ateş bile etmemiştim. Orada mahcup olmak ölüm demekti. Hem de zaten Türk deyince pek değer vermiyorlar ‘FİFON (şeytan)’ diyorlardı. Korkup kaçmakta olmazdı. İsmim anons edilmiş, başta Emniyet Genel Müdürleri olmak üzere herkes beni merak edip bekliyorlardı. Artık kaçmak olmazdı. Baktım kurtuluş yolu yok atış poligonuna girdim. Belimde Büyükelçiliğimize ait elçilik silahı 14 lü tabanca vardı. Ben yürürken ilk hedef hemşire yerden kalktı, hemşire olduğu için atmadım. İyi birinciden kurtulduk. İkinci hedef çift tabancalı bir terörist çıktı, üç el ateş ettim fakat vuramadım. Çünkü vursam hedef geri düşecekti, düşmedi. Üçüncü hedef yine terörist, yine vuramadım. Artık onlar beni vurmuş sayılır, ben artık ölüydüm. Gerçekten de ölsem daha iyiydi.

O arada öyle dikkatlice poligon içinde gezerken elimdeki silahımı kontrol ettim ve nişan aldığım gezin sağ tarafa kaydığını gördüm. Hemen orada gezi ayarlayamazdım ve silahım her zaman sağ tarafa vururdu. Silahı belime koydum ve aynı şekilde yürümeğe devam ettim. Yerden ani olarak dördüncü hedefte kalktı. Bir bayanı rehin alan bir gangasterdi bu hedef. Sol dizimin altında, baldırımın üstünde meşin kılıfı ile asılı bulunan ve yanımdan hiç ayırmadığım Kaleşinkof Kasaturasını, sol elimle pantolon paçamı yukarı çekerek, sağ elimle hızlı bir şekilde çıkarttım ve bu hedefe doğru var gücümle fırlattım.

Silah sesi duyulmadı. Sadece benden 4-5 metre ilerde hedefin üstünde bıçağa vuran ışıkların yansıması görüldü ve hedef gürültü ile geri yere düştü. Ben daha yerimden hiç hareket etmedim. Herkes şaşırdı ve biraz sonra görevliler giderek hedefi yerde kontrol edip havaya kaldırdılar. Attığım bıçak sapına kadar eli silahlı insan silueti hedefin boğazına batmıştı. Ohh rahat bir nefes aldım. Bir ara sessizlik oldu. Sonra bir anons daha oldu. Ne dediler bilmiyorum. Benim zaten akıl başımda değil. Sonra sanki kıyamet koptu, herkes ayağa kalkmış beni alkışlıyorlardı. Kendileri teröristin boynunda ki bıçağımı çıkartmadan hedefle birlikte getirip Genel Müdürlerine verdiler.

Genel Müdürleri randevu verip iki gün sonra beni yanına çağırdı. Tercüman aracılığıyla konuştuk. Önce beni tebrik edip kasaturamı bana iade etti. "Biz özel kuvvetlerimize her şeyi öğrettik. 60 km hızla giden arabadan inerek ve binerek, atıp vurmasını öğrettik. Fakat bıçak atmağı akıl edemedik, öğretmedik. Türkiye bizden ne kadar ileri imiş ki bıçak atmağı da elemanlarına öğretmiş. Tebrik ediyorum, sizi kutluyorum. Biz de şimdi programa alıyoruz, polisimize bıçak atmasını öğreteceğiz" dedi.

Halbuki ben hiç bıçak atmamıştım. Yanı bıçak nasıl atılır bilmiyordum. Altı aylık polis eğitim kampında da hiç kimse bana bıçak atmağı öğretmemişti. Yanı Emniyet Teşkilatında öyle bir program yok. Sadece Adana da Orta Doğu Taekwondo Merkezinde Koreli bir Taekwondo hocamız vardı, Çen Kvan Kim. O hoca duvarda ki tahtaya küçük daireler çizip boş kaldığı zamanlar kendi kendine bıçak attığını ve dairelerin tam ortasına vurup bıçağı diktiğini orada görmüştüm. Çok merak salmış, orada bir kaç defa bıçak atmıştım fakat bırakın hedefe dikmeği, hedefe vuramamıştım bile. Ve o Koreli Hoca bana anlatmıştı “Bıçağı kabzasından tutup tam yukarı kaldıracaksın. Hızla aşağı doğru indirirken tam hedefin hizasına geldiği zaman, iki parmağını bıçağın kabzasından birden bırakacaksın.” Diye. Ben de aynısını yaptım. Ve bıçak tam hedefini bulmuş, bir de hedefe sapına kadar gömülmüştü.

İsveç Emniyet Genel Müdürü beni tekrar tebrik etti ve kolleksiyon için benden tüm Türk polis kokartlarımızı istedi. Bende Türkiye den getirttim ve kendisine verdim. O da bana, o zamanlar yeni çıkan küçük bir kelepçe ve bir de tabanca hediye etmişti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder