SAYFALAR

14 Temmuz 2012 Cumartesi

AVRUPALI İLE FARK

Bundan öncede bahsetmiştim. Biz bir şeyi başkasından gördük mü hiç kafamızı yormadan, üzerinde düşünmeden, öyle yalan yanlış uygularız. Avrupa'lı bir şeyi deneylerle yapar eder, kendi yaptığı için amacı doğrultusunda kullanır. Biz ise ondan kopya aldığımız için, o yapılanın nere yaradığını bilmeden alır amacı dışında kullanırız. Görünüşte evet o yenilik bizde var fakat amacına göre değil de amacı dışında bir lüks olarak, kullanılmaz da durur işte.

Mesela üç gün kadar önce içim parçalandı. Görsel medyanın hepsi bu haberi verdi. "Ebru Ilıcalı isimli bir bayan öğretmen üç yaşında ki çocuğunu trene bindirdi. Kendisi binerken kapılar kapandı. Tren hareket etti ve bayan bir sinek gibi ezildi öldü."

Avrupa ülkelerinin hiç birinde böyle bir şey olamaz. Sen elinle zorla yapacak olsan da böyle bir şey yapamazsın. Niçin mi? Yapamazsın. Çünkü trenin yanlara açılan kapıları üzerinde karşılıklı iki kırmızı ışık var. Kapılardan her hangibirinde bu karşılıklı iki ışık arasında bir kitap yaprağı veya herhangi bir nesne olsa, girse bu iki ışık çakışmaz. Işıklar çakışmayınca da ışık devresi tamamlanmaz ve tek bu kapı değil, trenin bütün kapıları açık kalır, kapanmaz. Trende otomatik men hiç hareket edemez. Makinist yürütse de kapılar açık olduğu için tren kendi yürümez. Ne güzel değil mi? Şimdi burada kaza olur insan ölür mü?  Yolu düşen İsveç te gitsin baksın. 1978 yılında bu böyle idi. Şimdi nasıl bilmem. Yanı kapı üzerindeki o karşılıklı ışıklar emniyet görevi yapıyor. Binlerce kişiyi olası kazalardan sıfır riskle koruyor.

Ankara da metro treni ve ankaray da tren kapılarına, İstanbul da metrobüslere baktım. Aynı ışık tek olarak hepsinde var. Var fakat üstten aşağıya yanı tersine ve Allah sizi inandırsın ne işe kullanılıyor bilen yok. Ben de anlamadım. Belki emniyettir de ben anlamadım diye ayağımı uzattım. Az daha kapı ayağımı koparıyordu. Sakın ha aldanmayın. O ışıkların nere yaradığını biri açıklarsa memnun olurum.

Bence bizim akıllılar Avrupa da o ışıkları görmüşler, nere yaradığını kendilerine yedirip soramamışlar. Güya her şeyi biliyorlar ya ve ışık mı ışık, onlarda var, bizde de olsun diye takmışlar. Yahut o ışıkları takan uyanıklar 'bunlar nasılsa bilmiyor, yanlış takalım canları yansın veya ölsünler' diye düşünmüş, ters takmışlar. Yoksa nasıl olur aklım almıyor. Işık var görevine uygun değil. Sormak lazım o zaman 'Niçin taktınız' Hani anlatıp dururlar; adam "ülserim var onu yiyemem; millet vekili de olsun sen şimdi bunu ye, ülseri de sonra yeriz" dermiş.

Gazete kağıtını kesen ağır giyotin bıçaklarda da aynı sistem vardır. Düğmeye basılıp bıçak çalıştırılmak istense bile parmağın içerde ise o koca bıçak düşmez ve sana zarar vermemek için kağıtları da kesmez. İyi ki Türkiye'de onu amacına uygun takmışlar, yoksa Allah korusun günde 50 kişi kesilir ölürdü ve kimsede ceza almazdı.

Avrupa da şehir içinden geçen nehirlerin üzerinde, yerleşim yerleri bitene kadar çok sayıda 'can simiti ve yelekleri' vardır. Nehir kıyılarında peş peşe asılmaktadır. Hazır nehir kenarlarında bekletilir. Niçin? Çünkü birisi nehre düşerse onlar suya atılarak o düşen kişi kurtarılacak. Türkiye de hiç gördünüz mü? Böyle bir şey var mı? Avrupalı ile aramızda ki farklar en basit bir şekilde anlatmağa çalıştım. Teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder